HER ŞEYİN BAŞI ANAYASADIR! (II)
Evet, sevgili okurlar.
Dünkü sohbetimizde de ifade
etmeye çalıştığımız memleket meselelerinin en önemlisi ve bünyesinde en büyük
milli meseleyi taşıyan sorun "antidemokratik, hukuk dışı" oluşum ve
uygulamalardır.
Bunların içinde daha çarpıcı
ve dikkat çekici olay da;
Demokrasi ve hukukun
üstünlüğü ilkeleriyle yola çıkan bir rejimin, meşru olmayan tüm antidemokratik
kötülükleri, meşrulaştırma biçimidir.
Bu kural ve kaide, bu tür
antidemokratik aldatmacalar, beraberinde getirdiği nameşru olan her şeyi ne
yazık ki, meşrulaştırmaktadır.
Bunu da, yasalar gölgesinde
meşrulaştırmaktadır.
Devletin tüm kurum ve
kuruluşlarının uygulamalarının hiçbirisi insan temel hak ve özgürlüğüne uygun
değil.
Aslında insanlığın yaradılış
kanunuyla ters düşen tüm unsurlara meşruiyet kazandıran, kanunlaştırılmış olma
şekli, işte bugünkü Türkiye’nin bu hale gelmesinin başlıca nedenlerinden
birisidir.
Bize göre olayın en çarpıcı
tarafı ve en iğrenç, menfur hali şudur ki;
Ülke oldukça nameşru olaylarla
oturup kalkarken, ülkenin birçok önemli bölgelerini ne yazık ki terör odakları
sarmıştır.
Olayın daha çarpıcı başka
bir tarafı da bu kanlı ve kirli terör odakları, bu vesayetçi, köhneleşmiş,
zındıka cereyanlarıyla dopdolu anayasanın mevcudiyetinden üremektedir.
Bir yandan Diyarbakır gibi
Güneydoğu’nun en önemli ve en değerli bir kenti olmakla beraber, Suriçi olarak
adlandırılan eski Diyarbakır, bugün terörün elinde inim inim inlemektedir.
Halk, göç etmeye başladı.
Dükkânlar, mağazalar,
işyerleri tamamıyla kapalı.
Nerdeyse bir aydan beri
ibadethanelerin kapısı kilitli..
Ulu Camii olarak bilinen
Emevi döneminden kalan, Diyarbakır’ın can damarı durumunda olan bu tarihi Camii
de bile namaz kılınmıyor.
Sahabeler tarafından 700’lü
yılların başında fethedilen mukaddes bir kent, ne yazık ki nerdeyse 1000 sene
sonra yeniden Haçlı, Süryani, Ermeni ve putperest, Marksist bir anlayış
tarafından işgal edilmiş durumda…
Kentin etrafını sarmış,
zorbaca kirli bir savaş yürütülüyor.
Barış ve demokrasi adını
kullanarak yola çıkan bir siyasi yapılanma da, açık ve net olarak ikinci bir
baasçı, solcu, Bolşevik, komünist bir rejimi ilan etmek için gayret sarfediyor.
Ne yazık ki, bu siyasi
yapılanmanın mevcudiyeti, kesinlikle mevcut köhneleşmiş, bayat bir anayasanın
himayesi altında oluşmaktadır..
Her tarafıyla çelişkiler
içerisinde dopdolu bir anayasa!…
Yüz yıla yakın bir süredir
bu ülke bu mevcut anayasayla yönetilmektedir.
Bu nedenledir ki iki
yakasını bir araya getiremeyen ülke, milletiyle, hükümetiyle, ülkenin
bütünlüğüyle, büyük ızdıraplarla karşı karşıya kalmaktadır.
Meşruiyetini yitiren bir
siyasi yapılanma, yani bir siyasi parti açık ve net olarak tüm ciddiyetiyle
terör örgütü PKK’nın yanında yer almış olduğunu ilan ederken ve hatta dün
Diyarbakır’da eş başkanlarının içinde bulunduğu bir grubun yürüyüş esnasında
devletin polisine el yapımı bir bomba atılıyor ve 4 polis memuru yaralanıyor.
O yürüyüşe öncülük yapanlar
ne yazık ki aynı partinin eş genel başkanı Figen Yüksekdağ dahil olmak üzere
diğer milletvekilleri veya ileri gelenlerin varlığı söz konusu..
Yüksekdağ, dokunulmazlık
zırhı altında istediğini yapıyor?
Meydan okuyor…
Ve o dokunulmazlık zırhıyla
TBMM’ne gidiyor, iktidara da, hükümete de, tüm millete de
"istediğini" söylüyor..
Sormazlar mı?
Bu ne lahana turşusu bu ne
perhiz?
Suçlu veya suçsuz sıradan
vatandaşlar polis tarafından yakalanıp gözaltına alınıyor da, birer suç unsuru
teşkili için öncülük yapan bu tür insanlar, mevcut anayasal hükümleri
çerçevesinde, nasıl dokunulmazlık alıyor?
Oysaki tüm suç unsurlarının
kaynağı orasıdır.
İşte gel de bu işin içinden
çık.
Ağlayalım mı, gülelim mi
sevgili okurlar?
Buna ancak çifte standart
denilir.
Bu anayasanın ve yasaların
çifte standart uygulamaları memleket insanını nerdeyse kahrediyor.
Tabi bu madalyonun bir yüzü…
* * *
Madalyonun öbür yüzüne
bakıldığında aynı anayasa ve kanunlar çerçevesinde dün akşam 2015 yılının
bitmesiyle, 2016 yılına başlamak üzere yeni yıla girmiş olduk.
Ama insanlık dışı, toplumun
ve gençliğin her kesiminde sabaha kadar enva-i türlü serbest oyun ve eğlence
adı altında insanlık dışı ne varsa her şey ama her şey meşru kılınmış durumda.
Kumarından tut zinaya kadar,
fuhuş’a kadar, içki ve sarhoşluğa kadar vs. vs. vs.
İnsanlık yaradılış kanununa
yakışmayan her şey ne yazık ki serbestçe yapılıyor.
Yasaların himayesinde, hem
de milletin vergisiyle, milletten maaşını alan polisin himayesinde yapılıyor.
Bu da çifte standart değil
de nedir?
Gelip giden iktidarların bir
yüzü başka, diğer bir yüzü başka okuyor.
Düşünün, sevgili okurlar.
Ülke ekonomisini en büyük
çapta sıkıntıya sokan bir terör yaşanıyor..
Gün geçmiyor ki polis,
jandarma yaralanmasın…
Şehit olmasın, ocaklar
sönmesin…
Anadolu insanı kan ağlıyor…
İşte üç aylık bilânço; 200'ün üzerinde ölü…
Böylesi bir ortamda, yılbaşı
için eğlenceler tertip ediliyor.
Ve buna meşruiyet kılınıyor.
Meşru olmayan zeminlerde her
tarafta eğlence yapılırken, hem de nameşru eğlence.
Öbür taraftan da kan
dökülüyor, cenazeler, nice aileler üzüntü ve yas içinde olmakla beraber, işte
bu hale evlere şenlik demek zorunda kalıyoruz.
Büyük bir tutarsızlık ve
çelişkilerle dopdolu…
Yasalar çerçevesinde olan ve
aynı zamanda tüm meşruiyetini yitirmiş çağdışı bir anayasanın hükümleri
çerçevesinde bunlar yapılıyor.
Bunun adına da Kemalizm,
Laiklik, demokratik hukukun üstünlüğü adı veriliyor.
Yuh osun.
* * *
Evet, gerçekten her şey
dürüstlükle değil, ülke çaprazına vuruluyor.
Çok düşünmek lazım.
Özellikle Cumhurbaşkanımız
Sayın Erdoğan olsun ve Başbakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu olsun…
Her halükarda, her
platformda dile getirdikleri gerçek ve hedeflediği stratejik çalışma; mevcut
anayasanın ortadan kaldırılıp yepyeni bir anayasayla halkı tanıştırma
çabalarıdır.
Böyle olmazsa bu memleketi
hiçbir zaman bölücülükten ve zındıka cereyanlarından kimse kurtaramaz?
Parlamenter sistemi
içerisinde görünen sözde beyaz görüntüler, ne yazık ki her gün biraz daha
kirleniyor.
Gücünü anayasadan alan
bölücü bir terör örgütüyle yan yana duran HDP’nin eş başkanı Selahattin
Demirtaş, Rusya’ya gidip Türkiye’yi şikâyet etme cesaretini de yine mevcut bu
anayasadan alıyor.
Bakınız oğlu şehit düşen bir
vatandaş ne diyor?
İki gün evvel oğlunun
cenazesi üzerinde gözyaşı döküp, bas bas bağırarak şöyle haykırıyordu;
“Bunlar, hiçbir zaman
Kürtleri temsil edemezler, Kürt olamazlar."
Tüm bu haykırışlara rağmen
bu parti ne yazık ki hala ayaktadır…
Dokunulmazlığı zırhı altında
bildiklerini okumaya devam ediyorlar…
Gelde, kabul et…
En derin saygı ve
sevgilerimle.
Hayırlı cumalar…