İSLAM VE DEMOKRASİ?!

Evet, sevgili okurlar.

Mevcut yürürlükte olan “müesses nizam” yıllardan beri bu ülkeyi yönetmektedir.

Bilindiği üzre 1923’ten 1950’lere kadar, nerdeyse çeyrek asır gibi bir süreç, bu ülke insanı tuğyanı bir felaketle karşı karşıya kaldı.

Tuğyan yağdıran, isyan yağdıran tağuti bir düzen ne yazık ki CHP’nin direktif ve talimatları içerisinde kendine zemin buldu...

Ve devletle millet, dostane bir şekilde birbiriyle sarılıp kucaklaşamadı.

Devlet hep töhmet ve yanlış gözle topluma baktı.

Bunun nedeni de toplumun bin yıllık tarihini yaşamak, yaşatmak ve geçmişlerden elden giden İslam ahlakını yeniletmek isteyişiydi...

Ama CHP bunu istemiyordu...

Korku ve endişeliydi...

“Şeriat hükümleri yeniden toplumda icra edilecek” korkusu vardı...

Onun için, “topyekûn” vesayetçi bir müesses nizam şarttı..

Onu da tesis ettiler..

Zira müstevli, işgalci İngiliz ve Fransız devlet adamları 19. Asırdan itibaren, Mısır’da oluşturdukları “sömürgeci” yapıyı, nihayet Türkiye’de de 20. yüzyılın başında yaptılar...

Halkı İslam’a karşı dolaylı yollarla batıl ve tağuti düzenin hegemonyasıyla baskı altına aldılar...

Batıla endeksli eğitim sistemiyle toplumu karşı karşıya getirdiler...

Tek parti şeflik ve dipçik anlayışı, hükümran oldu.

Türkiye, her ne kadar 1950 ve 1950’den sonra demokratik bir sistem adı altında kurulduysa da aslında demokrasi kelimesi de Demokrat Partinin kuruluşunun adı buydu.

Demokrasinin ruhu yoktu...

Sadece “isimden” ibaret bir heykelcilik, libas giyimi vardı...

Ki buna rağmen “müesses nizam” evlatlarını yedi...

Nihayetinde bir Başbakan ve iki Bakan kurban edildi.

Hem de kanlı bir darbeyle.

* * *

Evet, sevgili dostlar.

Şimdi gelelim ana konumuza.

Gerçekten demokrasi, İslam’la eşdeğer midir?

Veya daha üstün müdür?

Veya daha geride midir?

Veya İslam’la mukayese edilebilir bir olgu mudur?

İşte bu soruları hep incelemek lazım…

Sorulara yanıt bulmak için tarihi olayları irdelemek gerekir...

Sonuç ve dönemin verdiği deneyim üzerinden, “sağlıksız hali” ortaya koymak lazım...

Hem de topluma inandırıcı bir cevap vermek gerekir...

Aksi takdirde rastgele bir cevap verdiğimiz zaman inandırıcı olmadığı gibi alay konusu olur.

Tabii ki savunduğumuz davanın ciddiyetine binaen kendi tezlerimizi hep bilimsel olarak savunuyoruz.

Tarihi gerçeklere dayandırıyoruz.

Onu kabullenmeyenler kendilerini alay konusu ederler veya da sistemdeki birer megalomanyak durumuna düşerler.

Her zaman söylediğimiz gibi;

İşte hal-i âlem meydanda.

Görünen köy kılavuz istemez.

Türkiye’nin bugünkü hal-i pür melali, geçmişe yönelik gelen giden siyasi iktidarların hiçbirinde millet böylesine kritik noktalara girmemiştir.

Zor duruma sokulmamıştır.

Toplum müptezel, rezalet sıkıntıların cenderesinde, debelenip duruyor...

Çıkış yolu, kapalı...

Millet geçmişe yönelik iktidarlar döneminde çıkış yolu ararken, ne yazık ki tüm yollar kapanmış değildi o zaman.

Ama şimdi ne mevcut iktidar ve ne de toplum kendini bu kirli beladan, bu kirli felaketten, kirli musibetten kurtaramıyor.

Eller ve kollar bağlı misali!.

İnsanın şeref ve haysiyetine yakışmayan haller yaşanıyor.

Ve bu hallere ne hazindir ki meşruiyet veriliyor.

Hem de kimler tarafından?

Demokratik rejimi savunan iktidar tarafından…

Mevcut iktidar partisi ise AK Partidir.

Ki AK Parti; 20 yıldan beri halkın alın teriyle, emeğiyle, inancıyla, imanıyla oluşturulmuş bir parti olup, iktidara getirilmiştir.

Ve aynı zamanda halk, bu partiyi hep iktidara layık görmüştür.

Sevgili dostlar, toplumun içine girip yaptığımız araştırmalar neticesinde, dile getirdiğimiz endişelerin katbekat daha fazlasını, toplumun yaşadığını görüyoruz...

Halk böyle diyor;

“Tarih boyunca böylesine aldatıcı bir siyasetle toplum karşılaşmamıştır.”

Öyle ki bir kurtuluş ve bir çıkış kapısını aralamaya çalışırken, tam tersine üzerine kapatılıyor, çıkış yolunu bulamıyor ve davasından geri dönmek zorunda kalıyor.

Aileler elden gitti.

Ahlak tamamıyla çöplüğe düştü.

Toplumsal çürümüşlük o biçim bir hal almış gidiyor.

Rüşvet diz boyu.

Devletin birçok resmi kurum ve kuruluşları nerdeyse muattal halde.

Vatandaşa “bugün git, yarın gel” deniliyor.

Önemli kurumların yetkilileri iş yapmaz durumda.

İş yapan memurlar, bütün yetkili bürokratlar, büyük bir fütur içerisinde.

Hele hele AK Partili Fatma Şahin’in yıllar öncesinde “kadının beyanı esastır” demesiyle beraber aileler daha fazlasıyla çürümüşlüğe başladı.

Kimse ne yaptığının farkında değil?

Demokrasi adı altında yürürlükte olan rejim ve sistem, ne yazık ki toplumun her kesimini yıpratmış durumdadır.

Demokrasi kelimesi bize göre bir İslam ülkesinde akla ziyandır.

İktidar ne kadar demokrasinin gölgesine sığınıyorsa sığınsın, demokrasi bir paçavra haline gelmiştir.

Demokrasi kelimesi, toplumda ne ahlak bırakmış(!)

Ne aile nizamı bırakmış(!)

Ne bilimsel kültür bırakmış(!)

Televizyonda gösterilen diziler, filmler, reklamlar, bazı paçavra durumunda olan dergiler, gazeteler…

Hele hele milli eğitim tedrisatındaki müfredat şekli, toplumu siyasete köle yapar hale getirdi...

İllaki bu siyasete bağlı kalmak için bir şeyler yapılıyor gibi geliyor.

Yeni Şafak Gazetesinin önemli yazarlarından Yusuf Kaplan Hoca, “GELİYORUM DİYEN FELÂKET GELDİ, KAPIYA DAYANDI: ÇOCUKLARIMIZI KAYBEDİYORUZ! EY DEVLET, UYUMA!” başlığı altında çok önemli ve düşündürücü toplumsal tespitleri kaleme almıştı...

Devleti ve iktidarı toplumun beklentilerine karşı gerçekçiliğe davet etmiştir, çağrıda bulunmuştur.

Ve “ÇOCUKLARIMIZI KAYBEDİYORUZ, EY DEVLET UYUMA!” diyebilmiştir.

Demek ki uyuyanlar var.

Hani bir atasözü var;

“Kasap et derdinde, koyun can derdinde..”

Bu vecize sözle yola çıkarsak, hakikaten Yusuf Hocanın tespitlerine katılmamak mümkün değildir.

Siyaset sadece rakipleri yenmek için birbirine iftira, birbirine hakaret etmek, birbirine tazminat davası açmak, sen-ben davası dışında toplumsal ahlakın muhafazasına yönelik, İslami kültürüne yönelik, aile mazbutiyetine yönelik, yeni yeni filizlenmiş körpe gençliği nasıl yetiştireceğimize yönelik hiç ama hiçbir çaba sarf edilmiyor...

Sahada yok...

Bırakın çabayı, tam manasıyla devletin varlığını, imkânlarını, nimetlerini hiç AK Partiyle uzaktan yakından alakası olmayan, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da, özellikle Diyarbakır’ımızda devlete karşı gizliden gizliye terör odaklarıyla işbirliği yapanların himayesine verilmiştir.

Onların vicdanına bırakılmıştır.

Onlar da ancak ihaleler peşinde ve “nasıl vurgun yaparım?” düşüncesindedirler...

Hal böyle olunca ülke, memleket her gün biraz daha AK Partiden soğumaktadır.

Bakınız, Yusuf Kaplan Hocanın yazısından bir iki paragrafı sizinle paylaşarak sohbetimizi noktalamak istiyorum...

“Geliyorum diyen felâket şu: Çocuklarımız, gençlerimiz, özellikle de muhafazakâr ailelerin eşcinsel sapkın ilişki biçimlerine yakalarını paçalarını kaptıran genç çocukları yüzünden aileler perişan durumda, şok yaşıyorlar! Bir psikiyatrist dostumuz söyledi bunu geçtiğimiz günlerde ürpererek! Neler anlattı, neler! Şok oldum!

Sürükleniyoruz…

Postmodernizm ilk defa bütün dünya ölçeğinde toplumları paramparça edecek, kültürel aidiyet biçimlerini, değerlerini yok edecek kadar kök salmaya başladı.

Sapkın eşcinsel ilişki biçimleri sosyal medya üzerinden acayip reklam ediliyor. Film sektörü, dizi sektörü, özellikle de Netflix, sadece bu pespayeliği yaymak için acayip kaynaklar kullanıyor…

İnsan türünün geleceği tehlikede!

Organize çeteler var bu konuda harıl harıl çalışan.

Okullarda, sosyal medyada, film, reklam ve televizyon sektöründe inanılmaz organizeler! Ve çeşitli STK’lara tonla fon ayırıyor Avrupa Birliği dışarıdan!

Devlet aslâ sessiz kalamaz bunlara!

Sapkın eşcinsel şebekeler de, ateizm şebekeleri de “vazifelerini” yapıyorlar! Toplum, toplumun bütünü, özellikle de toplumun muhafazakâr aileleri vazifelerini bu sapkın şebekeler kadar yapmıyorlar!

Çocuklarının zihnî, ruhî, ahlâkî gelişimleriyle neredeyse hiç ilgilenmiyorlar!

Çocuklarını bu tür şebekelere kaptırdıkları zaman da dünyaları yıkılıyor!

Ateş düştüğü yeri yakıyor, elbette!

Bu konuda bir öğretmen okuyucumdan gelen ürpertici bir mesajı paylaşıyorum bugün sizlerle. İsmi bende mahfuz öğretmenimiz şunları yazmış:

“Yusuf Hocam,

Açıkçası konuyu nasıl izah edebileceğimi bilemeyerek yazıyorum bu mesajı. Hocam, lise öğrencilerim var. Onlara sadece öğretmenlik değil ağabeylik de yapmaya çalışıyorum. O yüzden yaşadıkları sorunları daha iyi gözleme imkânına sahip oluyorum. Bir tanesinin ailesi perişan! Delikanlıyı zorlayarak bana getirdiler. Hocam, delikanlıyı görünce, nutkum tutuldu. Aslında erkek çocuğu ama kıyafetleri kız kıyafeti. Biz o delikanlıyı bir anlık gafletle bir başka çocuğumuzla konuşturduk belki ona faydası olur diye. Ama tam tersi oldu! Faydası olur diye düşündüğümüz delikanlıyı da, kandırdı, yolundan saptırdı. O da ailesinin baskısından bunalmış biriymiş o yüzden o genci de ayarttı kolayca! Neye uğradığımızı şaşırdık! Şok geçirdik! Hidayet Allah’tan ama ben çok üzüldüm. Lise ikiye geçmiş ve erkek ama görünüşü kız gibi. Biliyorum ki böyle gençlerle daha çok karşılaşacağım. Örnek aldığı şahıslar çok korkunç! Asyalı sapkın gruplar! Size yazma sebebimse kendimi çok çaresiz hissetmem. Hocam nasıl bir yol izlemeliyim? Nasıl bu gençleri kazanmalıyım? Bu genç delikanlının ailesi perişan. Her gün ağlıyorlar, çıldırmak üzereler! Bu genç çocuk, yarın kiliseye gidecekmiş. Onlarla konuşacakmış. Dini sorguluyor. Ne yapmalıyım hocam? Lütfen yol gösterin.”

İnanılır gibi değil!

İnsanın nutku kesiliyor, gerçekten!”

En derin saygı ve sevgilerimle.