İSTİBDAT, TAHAKKÜM EŞİTTİR CEHALET!
Evet, sevgili okurlar.
Dünkü sohbetimizin ana stratejisi olarak belirttiğimiz
gerçek, “Büyük Türkiye” yani İslam dünyasının liderliğine hazırlanan yeni bir
Türkiye…
Ve bu Türkiye 2023 hedefine doğru yürüyor.
Evet, gerçekten dünyaya özellikle İslam dünyasına barışı,
kardeşliği, tevhitten mütevellit olan vahdeti, yani birlikteliği pekiştirmeyi
tanıtan bir Türkiye’den bahsediyoruz.
Ve o Türkiye’nin bünyesinde yaşadığı bir İslam
birlikteliğinden bahsediyoruz.
Her gün biraz daha adım adım 2023 hedefine doğru yürüyen
Türkiye, öyle ümit ediyoruz ki artık 20. Yüzyılın ilk çeyrek asrının
fitnesinden kurtulmuş, inanca, imana, İslam’a sımsıkı sarılmış yeni bir Türkiye
ile insanlık tanışacaktır.
20. yüzyılın ilk yıllarında, yani 1908’li yıllardan
1950’li yıllara kadar ülkemizi küfür ve mezalim karanlığı ile şeflik ve dipçik
döneminden kurtararak, inanç, iman ve İslam gerçeğinden mütevellit olan yeniden
bir İttihad-ı Muhammedi düşüncesiyle yola çıkmış bir Türkiye…
Onun için diyoruz ki;
“Ümitvar olunuz.
Behe mahal zemin-i Asya, teslim olur yedê beydayê
İslam’a”
“Ümit var olalım Asya kıtası behe mahal İslam’ın nurlu
eline teslim edilecektir” diyen Bediüzzaman’ı onaylayalım.
Zira bilimsel ve tarihsel İslam kültürüne bakıp irdelediğimizde,
araştırdığımızda, bunu görüyoruz.
Ki; Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V)’in insanlara medeniyet
olarak getirdiği yüce İslam dininin gereği; Müslümanların cemaatle her gün
kıldığı beş vakit namaz, bu vahdetin, birlikteliğin pekiştirilmesinin temel taşıdır.
* * *
Bakınız, sevgili
okurlar.
Ümmet olarak hangi ülkede olursa olsun, hangi bölgede
bulunursa bulunsun, herhangi bir semtte, mahallede veya şehirde bulunursa
bulunsun, günde beş vakit cemaatle kılınan namazlar Müslümanları günde beş defa
bir araya getirmenin, tanışmanın, kardeşliğin, sevginin temel esası ve ana
hükmüdür.
Haftada bir defa herhangi bir şehrin bir mahallesinde
olsun veya kenar semtlerinde olsun yahut şehrin göbeğinde olsun, büyük
toplulukla okunan ezan-ı Muhammedi’den sonra bir araya gelip, büyük bir
potansiyel içerisinde Cuma namazının kılınışıyla, imam efendinin okuduğu
hutbede verilen birliktelik ve kardeşlik mesajı, bunun bir alamet-i farikası
değil midir?
Hele hele yılda iki defa, iki bayram namazının kılınışı
için bir araya gelen büyük bir cemaat potansiyelinin bünyesine taşıdığı derin
anlam, bu birlikteliğin, bu ittihadın, bu vahdetin ana stratejisi değil midir?
Hac farizasını yerine getirmek üzere kıtalar arasında,
her bir Müslüman’ın, ömründe bir defa olsa bile kutsal topraklarda bir araya
gelen değişik ırklara, değişik dillere, değişik renklere, değişik ülkelere
bağlı olan insanları bir araya toplatan temel unsur nedir?
Elbette ki aklı başında olan, ruhu bozulmayan, kalbi
karartılmayan her vicdan sahibi düşünerek diyecektir ki;
Evet, evet, evet…
Bu İslam’ın ana ruhudur, İslam’ın temel felsefesidir,
Kur’anın hükmüdür ve Hz. Muhammed (S.A.V)’in getirmiş olduğu ruhun ana hedefidir.
İslam’dan başka bu sayılan toparlayıcı ve pekiştirici
unsur, hangi dinde vardır, insanların getirmiş olduğu hangi kirli ideolojide
vardır?
İnsanlığın çağdaş medeniyet olarak ileriye sürmüş olduğu
hiçbir rejim, hiçbir sistem, hiçbir ideoloji, bu gerçeği insanlığa yaşatamaz.
Bu itibarla diyoruz ki insanlığı canlandıran ruh,
İslam’ın mana ruhudur.
Son bir asırdan beri ülkemizin içine gizli emperyalist
unsurlar vasıtasıyla sokulan fitneler silsilesinin başı olan laikçilik ve
Kemalizm; kavmiyetçilik taassubu, ülke insanları arasında yaşatılan terör,
kavga ve tefrika fitnesi, dökülen kanların baş müsebbipleri değil midir?
Bu tür İslam dışı uygulamalar, yüzyıldan beri aramıza
sokulan tefrikanın, bölücülüğün, ırkçılık taassubunun temel unsurları değil
midir?
İslam’da böyle bir şey olmadığı için yüce İslam, başta
ifade ettiğimiz gibi, İttihad-ı Muhammedi’ye dayalı birlikteliği, vahdeti,
kardeşliği, tüm insanlığa öğreten gerçek akıl, İslam aklıdır, İslam
düşüncesidir, inanca bağlı kardeşlik ciddiyetidir.
* * *
Evet, sevgili okurlar.
Başınızı fazla ağrıtmayalım.
Gerçekten yeryüzünde yaşamakta olan herhangi bir kavim
olsun, millet olsun, ümmet olsun, ülke olsun…
Allah’ın yeryüzüne göndermiş olduğu Kur’an hükümleriyle
ters düştüğü zaman, yani İslam’ın yapmasını emrettiği ve yapmaması için
yasakladığı her şeyİ yerine getirmediği takdirde, tıpkı eski İsrailoğulları
gibi o toplum sukut edecektir, düşecektir, birbirini yiyerek darmadağın
olmaktan kendini kurtaramayacaktır.
Tıpkı bugünkü İslam ülkelerindeki mevcut kargaşa, terör,
kan ve gözyaşları gibi.
Bu nedenle Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V), bir Hadis-i
Şeriflerinde şöyle emrediyor ve diyor ki;
“Ey ümmet!
Kesinlikle bilmiş olunuz ki siz aranızda güzel şeyleri
yaşatmak için tanıtıp, emretmediğiniz müddetçe, kötülükleri de kesinlikle
yasaklamadığınız müddetçe, aranızdaki zulümle sizi yöneten zalim rejimlere de
‘DUR’ demediğiniz müddetçe, Allah’ın sizi birbirinize düşürerek düşman etmekten
yapacağı başka bir şey yoktur”
İşte, tarih boyunca yıkılan, yok edilen devletler ve
milletlerin sonucu da bundan ibarettir.
Zira yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in “Enfâl” suresinin
53. Ayeti mesaj olarak bize şunu emrediyor;
“Bir topluluk iyi gidişatını değiştirmediği müddetçe
Allah o'na kötülük vermekle onu değiştirmez."
Yani hulasa: bir toplum kendini değiştirmediği müddetçe,
Allah nimetlerini ondan almakla, o toplumu değiştirmez.
“Nur” suresinin 63. Ayetinin son bölümü ise mealen şöyle
buyuruyor;
“Artık onun emrine
muhalefet edenler, başlarına bir belânın gelmesinden veya elem dolu bir azaba
uğramaktan sakınsınlar”
* * *
İşte bakınız, sevgili okurlar.
Allahû Teâlâ’nın bize göstermiş olduğu gerçek yol budur.
Temel stratejisi; İslam birlikteliğidir…
Ki biz bununla yaşayalım, oturup kalkalım, aile
bireylerimizi, çocuklarımızı, tüm yakınlarımızı, özellikle ve öncelikle İslam
terbiyesiyle ve ahlakıyla donatalım, barındıralım.
Aksi takdirde İslam dışı hareket eden, gelip giden
toplumlar, milletler, ülkeler kendilerini yıkılıp yok olmaktan
kurtaramamışlardır.
624 sene hükümran olan bir Osmanlı devletinin nasıl
yıkılıp gittiğini ve bugün Türkiye’deki mevcut laikçi bir rejimle karşı karşıya
kalan ümmetin, bu milletin, nasıl birbirine düşürülmüş olması ve ülke çapında
yıllardan beri akıtılan gözyaşları ve dökülen kanlar, bu söylediklerimizin
birer kanıtlayıcı delili değil de nedir?
En derin saygı ve sevgilerimle.
Hayırlı Cumalar..
İSTİBDAT, TAHAKKÜM EŞİTTİR CEHALET!
Evet, sevgili okurlar.
Dünkü sohbetimizin ana stratejisi olarak belirttiğimiz
gerçek, “Büyük Türkiye” yani İslam dünyasının liderliğine hazırlanan yeni bir
Türkiye…
Ve bu Türkiye 2023 hedefine doğru yürüyor.
Evet, gerçekten dünyaya özellikle İslam dünyasına barışı,
kardeşliği, tevhitten mütevellit olan vahdeti, yani birlikteliği pekiştirmeyi
tanıtan bir Türkiye’den bahsediyoruz.
Ve o Türkiye’nin bünyesinde yaşadığı bir İslam
birlikteliğinden bahsediyoruz.
Her gün biraz daha adım adım 2023 hedefine doğru yürüyen
Türkiye, öyle ümit ediyoruz ki artık 20. Yüzyılın ilk çeyrek asrının
fitnesinden kurtulmuş, inanca, imana, İslam’a sımsıkı sarılmış yeni bir Türkiye
ile insanlık tanışacaktır.
20. yüzyılın ilk yıllarında, yani 1908’li yıllardan
1950’li yıllara kadar ülkemizi küfür ve mezalim karanlığı ile şeflik ve dipçik
döneminden kurtararak, inanç, iman ve İslam gerçeğinden mütevellit olan yeniden
bir İttihad-ı Muhammedi düşüncesiyle yola çıkmış bir Türkiye…
Onun için diyoruz ki;
“Ümitvar olunuz.
Behe mahal zemin-i Asya, teslim olur yedê beydayê
İslam’a”
“Ümit var olalım Asya kıtası behe mahal İslam’ın nurlu
eline teslim edilecektir” diyen Bediüzzaman’ı onaylayalım.
Zira bilimsel ve tarihsel İslam kültürüne bakıp irdelediğimizde,
araştırdığımızda, bunu görüyoruz.
Ki; Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V)’in insanlara medeniyet
olarak getirdiği yüce İslam dininin gereği; Müslümanların cemaatle her gün
kıldığı beş vakit namaz, bu vahdetin, birlikteliğin pekiştirilmesinin temel taşıdır.
* * *
Bakınız, sevgili
okurlar.
Ümmet olarak hangi ülkede olursa olsun, hangi bölgede
bulunursa bulunsun, herhangi bir semtte, mahallede veya şehirde bulunursa
bulunsun, günde beş vakit cemaatle kılınan namazlar Müslümanları günde beş defa
bir araya getirmenin, tanışmanın, kardeşliğin, sevginin temel esası ve ana
hükmüdür.
Haftada bir defa herhangi bir şehrin bir mahallesinde
olsun veya kenar semtlerinde olsun yahut şehrin göbeğinde olsun, büyük
toplulukla okunan ezan-ı Muhammedi’den sonra bir araya gelip, büyük bir
potansiyel içerisinde Cuma namazının kılınışıyla, imam efendinin okuduğu
hutbede verilen birliktelik ve kardeşlik mesajı, bunun bir alamet-i farikası
değil midir?
Hele hele yılda iki defa, iki bayram namazının kılınışı
için bir araya gelen büyük bir cemaat potansiyelinin bünyesine taşıdığı derin
anlam, bu birlikteliğin, bu ittihadın, bu vahdetin ana stratejisi değil midir?
Hac farizasını yerine getirmek üzere kıtalar arasında,
her bir Müslüman’ın, ömründe bir defa olsa bile kutsal topraklarda bir araya
gelen değişik ırklara, değişik dillere, değişik renklere, değişik ülkelere
bağlı olan insanları bir araya toplatan temel unsur nedir?
Elbette ki aklı başında olan, ruhu bozulmayan, kalbi
karartılmayan her vicdan sahibi düşünerek diyecektir ki;
Evet, evet, evet…
Bu İslam’ın ana ruhudur, İslam’ın temel felsefesidir,
Kur’anın hükmüdür ve Hz. Muhammed (S.A.V)’in getirmiş olduğu ruhun ana hedefidir.
İslam’dan başka bu sayılan toparlayıcı ve pekiştirici
unsur, hangi dinde vardır, insanların getirmiş olduğu hangi kirli ideolojide
vardır?
İnsanlığın çağdaş medeniyet olarak ileriye sürmüş olduğu
hiçbir rejim, hiçbir sistem, hiçbir ideoloji, bu gerçeği insanlığa yaşatamaz.
Bu itibarla diyoruz ki insanlığı canlandıran ruh,
İslam’ın mana ruhudur.
Son bir asırdan beri ülkemizin içine gizli emperyalist
unsurlar vasıtasıyla sokulan fitneler silsilesinin başı olan laikçilik ve
Kemalizm; kavmiyetçilik taassubu, ülke insanları arasında yaşatılan terör,
kavga ve tefrika fitnesi, dökülen kanların baş müsebbipleri değil midir?
Bu tür İslam dışı uygulamalar, yüzyıldan beri aramıza
sokulan tefrikanın, bölücülüğün, ırkçılık taassubunun temel unsurları değil
midir?
İslam’da böyle bir şey olmadığı için yüce İslam, başta
ifade ettiğimiz gibi, İttihad-ı Muhammedi’ye dayalı birlikteliği, vahdeti,
kardeşliği, tüm insanlığa öğreten gerçek akıl, İslam aklıdır, İslam
düşüncesidir, inanca bağlı kardeşlik ciddiyetidir.
* * *
Evet, sevgili okurlar.
Başınızı fazla ağrıtmayalım.
Gerçekten yeryüzünde yaşamakta olan herhangi bir kavim
olsun, millet olsun, ümmet olsun, ülke olsun…
Allah’ın yeryüzüne göndermiş olduğu Kur’an hükümleriyle
ters düştüğü zaman, yani İslam’ın yapmasını emrettiği ve yapmaması için
yasakladığı her şeyİ yerine getirmediği takdirde, tıpkı eski İsrailoğulları
gibi o toplum sukut edecektir, düşecektir, birbirini yiyerek darmadağın
olmaktan kendini kurtaramayacaktır.
Tıpkı bugünkü İslam ülkelerindeki mevcut kargaşa, terör,
kan ve gözyaşları gibi.
Bu nedenle Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V), bir Hadis-i
Şeriflerinde şöyle emrediyor ve diyor ki;
“Ey ümmet!
Kesinlikle bilmiş olunuz ki siz aranızda güzel şeyleri
yaşatmak için tanıtıp, emretmediğiniz müddetçe, kötülükleri de kesinlikle
yasaklamadığınız müddetçe, aranızdaki zulümle sizi yöneten zalim rejimlere de
‘DUR’ demediğiniz müddetçe, Allah’ın sizi birbirinize düşürerek düşman etmekten
yapacağı başka bir şey yoktur”
İşte, tarih boyunca yıkılan, yok edilen devletler ve
milletlerin sonucu da bundan ibarettir.
Zira yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in “Enfâl” suresinin
53. Ayeti mesaj olarak bize şunu emrediyor;
“Bir topluluk iyi gidişatını değiştirmediği müddetçe
Allah o'na kötülük vermekle onu değiştirmez."
Yani hulasa: bir toplum kendini değiştirmediği müddetçe,
Allah nimetlerini ondan almakla, o toplumu değiştirmez.
“Nur” suresinin 63. Ayetinin son bölümü ise mealen şöyle
buyuruyor;
“Artık onun emrine
muhalefet edenler, başlarına bir belânın gelmesinden veya elem dolu bir azaba
uğramaktan sakınsınlar”
* * *
İşte bakınız, sevgili okurlar.
Allahû Teâlâ’nın bize göstermiş olduğu gerçek yol budur.
Temel stratejisi; İslam birlikteliğidir…
Ki biz bununla yaşayalım, oturup kalkalım, aile
bireylerimizi, çocuklarımızı, tüm yakınlarımızı, özellikle ve öncelikle İslam
terbiyesiyle ve ahlakıyla donatalım, barındıralım.
Aksi takdirde İslam dışı hareket eden, gelip giden
toplumlar, milletler, ülkeler kendilerini yıkılıp yok olmaktan
kurtaramamışlardır.
624 sene hükümran olan bir Osmanlı devletinin nasıl
yıkılıp gittiğini ve bugün Türkiye’deki mevcut laikçi bir rejimle karşı karşıya
kalan ümmetin, bu milletin, nasıl birbirine düşürülmüş olması ve ülke çapında
yıllardan beri akıtılan gözyaşları ve dökülen kanlar, bu söylediklerimizin
birer kanıtlayıcı delili değil de nedir?
En derin saygı ve sevgilerimle.
Hayırlı Cumalar..