KENDİMİZE KURTULUŞ ÇARESİ ARAMALIYIZ..!?

Evet… Hem de tez elden arayıp, bulmalı ve hayata geçirmeliyiz.. Çünkü, ülke ve millet olarak; “çıkmaz sokağa” itiliyoruz.. İşte, kaç gündür ülkenin ve bölgemizin yaşadıklarını “Post Modern İnsansız ve Allahsız Bir Dünyadan Geçiş Sürecindeyiz” başlığı altında, irdeleyip, sorguluyoruz.. Hastalığın üreme merkezi nettir.. Ki çözümü de bellidir.. Ama gel gör ki; “çözüme odaklı” bir samimiyet ve ihlâslı bir adım atılmıyor…

***

“Çağdaş, mimsiz bir medeniyetin” rüzgarına kapılmış, hızla canavarlaşan, ruhunu ve değerlerini “batıla teslim” etmiş olmanın gafleti içerisinde, dün olduğu gibi bugün de, “haykırarak” diyoruz ki; “İslam’ın bayrağına sımsıkı sarılmamız gerekir..” İşte bu noktada, yaşanan hal-i vaziyetten kurtulma adına “Kendimize kurtuluş çaresi aramalıyız” ifadesini sohbettin başlığına çıkardım.. Denir ya, hal-i âlem orta yerde, kendini ifade ediyor…

***

Demem o ki; 7’den 70’ine milletçe vatan bütünlüğü paralelinde bu vartalardan, bu keşmekeşliklerden, bu vurdumduymazlıklardan kurtulmak için, öncelikle “sun-i” hadiselerden ve arayışlardan kendimizi uzak tutmamız gerekir… Gerçek söyleyen tarihin ışığıyla, rota çizip “gerçeklere” odaklanmamız lazım.. Ki kurtuluş çaresinde, “iman şuuru” peyda olsun… Yoksa her gün zincirleme olarak silsileli olayların “dehlizinde” biraz daha toplum olarak debelenip dururuz…

***

Bugün yaşadıklarımızın üreme merkezinin; Yüz elli yıl önce Tanzimat Fermanından itibaren Türkiye’yi kozmopolitleştirmeye çalışan batı endeksli plan ve projeler olduğunu bilmemiz lazım.. Ve bu projelerin ana hedefinin de, İslam ve İslam’ın son kalesi olan Türkiye’yi boğmaktır ve İslam coğrafyasını aralarında bölüştürmektir.

* * *

Aziz dostlar, değerli okurlar.

Burada çok önemli bir olaya değinmek istiyorum ve aynı zamanda dikkatinize sunmak istiyorum.  Bakınız, Tanzimat Fermanını tanzim eden, yazan, Sultan Abdülmecid Han’ın himayesindeki orduda yer alan mason cüce Mustafa Reşit Paşanın “Gülhane Hatt-ı Hümayunu” başlıklı yazısı çok şeyi ifade ediyor…

Reşit Paşa’nın bizzat kendi el yazısıyla kaleme aldığı bir yazı…

Öylesine ustaca kaleme almış ki, sanılıyor ki padişah bizzat kaleme almış..

Ama haberi yok…

Padişah’ın “mührüyle” onun el yazısını taklit ederek fermanı yayınlıyor…

Kimin namı hesabına…

Fransa ve İngiliz gavurunun namı hesabına..

Çünkü, onun ustaları ve ders hocaları bunu böyle istemiş ve o gün için onu yetiştirmişlerdi?!

Anlayış değişmiyor..

Her şey kandırmaca, sahtecilik ve basmakalıplıkla işliyor…

Devlet gerçeklerini tersyüz ederek milleti kandırabilmişlerdir..

Ki becerebilmişlerdir…

Hedef, milleti oldukça morfinleştirdikçe morfinleştir ki beyin işlemesin!?..

“En zengin beyinli toplumu, böylesine uyduruk fermanlarla beyinsizleştir ve ondan sonra yönet.. Sonra da yem olarak bize getir, tek lokma halinde yutabilelim…”

Bu örnekle yola çıkarsak, ne yazık ki Tanzimat Fermanındaki yazılan uydurma devlet bildirisi, bugün aynı şekilde siyaset dünyası, özellikle muhalefet, özellikle altılı masanın başında rol oynayan Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” oyununda görüldüğü gibi işliyor..

“Gülhane Hatt-ı Hümayunu” başlığıyla yazılan yazı tarihin gerçek tespitlerine göre Abdülmecid’in yazısı olmayıp, uzaktan yakından alakası olmayan bir el yazısı. Ki yukarıda belirttiğimiz gibi uyduruk masonik kafaya sahip cüce Mustafa Reşit Paşa tarafından kaleme alınıp yazılmış… Yazının mahiyeti ise Türkiye’yi Avrupa’ya köleleştirmek…

Tıpkı burada sol, sosyalist, din düşmanı durumunda olan medyanın, özellikle yazılı medyanın ve Halk TV’nin ağızlarından dökülen salyalar gibi…

Değişik bahanelerle İslam’a, Müslümanlara uyduruk iftira senaryoları tertipliyorlar..

Gaye, CHP’yi veyahut Kılıçdaroğlu’nu iktidara getirmek…

Bizi en çok düşündüren olay da şudur..

Ki bu millet 70 yıldan beri CHP’nin ne kadar sahtekâr bir anlayışa sahip olduğunu biliyor, onun için de iktidar koltuğunu CHP’ye vermemiştir, vermez diye de düşünüyoruz.

Lakin beni düşündüren noktalar var…

Nitekim dünkü yazımda da belirtmiştim düşündürücü noktaları..

Şöyle ki…

“AK Partiye ne oluyor ki 2002’nin misyonundan çıkmış, muhafazakârlık adresini değiştirmiş, nerdeyse liberal demokrasi siyasetine bürünmüş?”

Halkın zihnini bulandırıyor…

Halk artık tereddütle AK Partiye bakmak zorunda kalıyor.

Bizim temennimiz odur ki Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, bu seçim sath-ı mailinde çıkıp bu vatanın bütünlüğü için, milletin ittihat ve ittifakı için, milletin inanç birliği için yeni sloganlar geliştirmesi gerekir..

Yeni milli bir siyaseti halkın önüne götürmesi lazım, şu partinin bu ayağıyla değil…

Her şeyin altında da imzası olması lazım ki; millet CHP’nin bu sahtekâr anlayıştan artık kurtulsun.

Dünkü sohbetimizde de belirtmiştim;

“Hep ifade ediyorum… Geleneğimiz, göreneğimiz gereği gerçekleri orta yerde açıklayan, insanları doğru yola davet eden kutsal bir kitabımız var.. Ki o da Kur’an-ı Kerim’dir… Öyle ise gelin devlet ve millet el ele verip, buna sarılalım.. Kendimize kurtuluş çaresi bulalım.. Ama nerde? Neden derseniz; millet her daim, hazır kıta olarak “bu imanlı ve şuurlu” yolda yürümeye hazır, amma velâkin patırtılı partilerin siyaseti ne yazık ki buna hazır değiller…”

* * *

Bu sözümüzün arkasındayız.

İnanıyoruz ki bu söylediklerimiz toplumun her kesiminin ruhi derinliklerinden gelen bir ifade anlayışıdır.

Günlük yazılı medyaya bakalım…

Dünkü Akit Gazetesinin birinci sayfasında manşetten verilen bir haber…

“TAKIYYECİ KEMAL’İN KİNDAR TAYFASI”

“Milliyetçi-muhafazakâr olduklarını iddia eden İP, SP, GP ve DEVA partisinin iktidara getirmek için dört koldan çalıştığı CHP lideri Kılıçdaroğlu, ‘helalleşme’ takıyyesi ile mütedeyyin kesimin oylarını çalmaya hazırlanırken, 6’lı masanın tabanı ve fondaş medya ise İslam’a ve Müslümanlara kin kusuyor. Sistematik şekilde Diyanet’i karalayan, Kur’an kurslarına “Ortaçağ zihniyeti” diyen, Milli Eğitim’e yönelik müspet adımları “gericilik” olarak yaftalayan CHP ile Cumhuriyet, Birgün ve Halk TV gibi zillet medyası son dönemde nefret söylemlerine hız verdi.”

Bu görüşe katılmamak elde değildir sevgili dostlar.

* * *

Demek ki; millet olarak, devlet olarak, iktidar olarak, kendimize çekidüzen vermemiz gerekir..

Özeleştiride bulunmak gerekir…

Yani; “KENDİMİZE KURTULUŞ ÇARESİ ARAMALIYIZ!?”

Hiç kuşkusuz ki kurtuluş çaresinin ilk adımı “yapılan, edilen” olumsuz hadiseler noktasında, kendimize çekidüzen vermemiz gerekir…

Bu yola girmemiz lazım..

Zira bu milletin çizgisi, derin tarihine dayanıyor.

Bakınız yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in, “En’âm” suresinin 153. Ayeti, bize neleri emrediyor…

“İşte bu, benim dosdoğru yolum. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça parça edip O’nun yolundan ayırır. İşte size bunları Allah sakınasınız diye emretti.”

Hz. Peygamber (S.A.V)’in kalbi üzerine vahiy olarak inen bu ayet, insanlık için doğru yola, gerçek yola, ezeli ve ebedi bir yola davettir.

Zigzaglı yollara değil…

Hatta bildiğim kadarıyla Efendimiz (S.A.V), sahabelerle beraber otururken, önündeki bir yer üzerine büyük bir çizgi çiziyor, yol çiziyor.

Bir de yanlarına ufacık çizgileri çiziyor..

Kesik ve değişik yolları.

Diyor ki;

“Sakın bu değişik yollara girmeyin, dosdoğru yol budur. Buna cadde-i kûbra-i İslamiye denir, İslam’ın en gerçek, en büyük ve en geniş caddesidir. Bundan sapmayın.”

* * *

Dilimiz döndüğünce bunları aktarıyoruz..

Ama şu bir gerçektir ki; Türkiye’nin en büyük şanssızlığı, kozmopolit bir siyasetle karşı karşıya olmasıdır?

Bu siyaset, milletimizi çok değişik, sonu görünmeyen yolcuklara çıkardığı gibi; “ağır ve telafisi mümkün” olmayan uçurumlara yuvarlamaktadır…

Zarar vahim ve büyük..

İşte Sözcü Gazetesi..

Malum gazete diyorum…

Yine Atatürk istismarıyla sayfasını dayanaksız yalanlarla, kirli yaftalarla, “çamur at, tutmazsa bile izi kalsın” anlayışıyla donatmış.

Atatürk’ü istismar ederek şöyle diyor;

“ATATÜRK’ÜN BU SÖZÜ KULAKLARA KÜPE OLSUN”

Devamla..

“Ey millet!

İyi biliniz ki; Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz.

En doğru ve en gerçek tarikat medeniyet tarikatıdır.”

***

Evet, sevgili dostlar.

Bu ifadeyi yıllardan beri kullanan Atatürk istismarcıları, sırası gelince hemen manşete alıyor ve kullanıyorlar.

Allah billah aşkına, soruyorum!

Atatürk’ün dediği “medeniyet” hangi medeniyettir acaba?

Yüz yıldan beri İslam dışı yaşayan bir rejim, bir siyaset, bir sistem, bir türlü Atatürk’ün tespit ettiği medeniyeti yakalayamıyor.

Sözcü Gazetesinin görüşlerine göre Atatürkçü geçinen boş beyinlerin inancına göre Atatürk’ün kast ettiği medeniyetin gölgesinden bile geçemiyor Türkiye.

Hangi medeniyettir, Allah aşkına söyler misiniz?

Akif’in dediği gibi;

“Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar

Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.

Ulusun, korkma, nasıl böyle bir imanı boğar,

‘Medeniyyet!’ dediğin tek dişi kalmış canavar?”

Atatürk’ün kastettiği bu medeniyet midir?

Avrupa’nın tek dişi kalmış canavarı mıdır?

Hayır, kesinlikle öyle değildir.

Atatürk’ün kastettiği medeniyet; sanayidir, teknolojidir, ekonomidir, ahlak bütünlüğüdür, yoksa İslam’dan uzaklaştırma hali hiçbir zaman medeniyet olamaz.

Kim bunu iddia ediyorsa Atatürk’e iftira ediyor.

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

İslam düşmanlığıyla kendine hayatiyet bulan bazı yazar-çizerler, başta CHP’nin Halk TV’si veya Sözcü Gazetesi gibi madrabaz medeniyet istismarcıları ikide bir dara girince Atatürk’ün gölgesine sığınıyorlar.

Peki, dünkü SÖZ Gazetesinin birinci sayfasının alt bölümünde mavi zemin üzerine beyaz yazıyla yazılan haberi okudunuz mu hiç?

Bu haber çok dikkat çekici bir haberdir.

Solcu yazar-çizerler, CHP yanlısı veyahut herhangi kurtarıcı, milliyetçi yazar-çizerler bu haberi niye incelemiyorlar ki?

Ancak “ALLAH KAHRETSİN 6 YAŞINDAKİ ÇOCUĞA GELİNLİK GİYDİRİP DİNİ NİKÂH KIYMIŞLAR” diye Müslüman bir ailenin kimliğini kirletmek için yalan iftiralarla kendilerini donatıyorlar.

Şu haberi de bir okusalar ya?

“MHP’li eski Başkan, çocuk istismarından beraat etmişti, gerekçesi açıklandı.

ÇOCUĞUN RIZASI VAR!

Kayaalp’in beraat kararının gerekçesinde ‘şüpheden sanık yararlanır’ ilkesi esas alınırken, mağdur çocuğun birçok kez ofise gitmesine ise cinsel eylemlere maruz kalan bir mağdurdan beklenebilecek bir davranış şekli değil denildi.”

Bu haberin anlattığına göre bir siyasi partinin il teşkilat başkanı tarafından tüyler ürpertici bir olay, yani livata olayı meydana gelirken ve nihayetinde iki ay içerisinde mahkeme, livata suçuyla suçlanan şüpheli insana “beraat” kararı veriyor ve suçu, cinsel istismar edilen çocuğa yüklüyor.

Çocuk daha rüştünü bulmamış yaşta olduğu halde, gerekçeli kararda şu cümle geçiyor.

“Sanık mağdur olmuş, zira yapılan o fiili livata hali teşebbüsü ÇOCUĞUN RIZASIYLA olmuş.”

Bu skandal adli karar, kahraman medyanın semtinden bile geçmiyor.

Sözde 6 yaşındaki çocuğun nikâhlanması, gelinlik giydirme-uydurma şeklini, nasıl kurnazca uyduruk bir haber olarak bir sayfayı onunla doldurmuş.

Ama haberin başında da önce Atatürk’ün; “Ey millet! İyi biliniz ki; Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru ve en gerçek tarikat medeniyet tarikatıdır” ifadesinin gölgesine nasıl da sığınıyor ve istismar ediyorlar.

Ama mahkemenin fiili livata hakkındaki gerekçeli kararında geçen ifade, taciz edilen çocuğun rızası doğrultusunda yapılmış ve taciz eden insanı suçsuz hale getirdiğini kimse görmüyor!?

Ne siyaset âlemi görüyor ve ne yazık ki ne de sözüm ona kurtarıcı medya görüyor.

Onun için “KENDİMİZE KURTULUŞ ÇARESİ ARAMALIYIZ?.

Aksi takdirde gidişat hiç de iyi görünmüyor.

En derin saygı ve sevgilerimle.

HAYIRLI CUMALAR…