MEDENİYET DEDİĞİN TEK DİŞİ KALMIŞ CANAVAR!

Evet, sevgili okurlar.

Gerçekten “Zaman gösterdi ki Cennet ucuz değil, Cehennem de lüzumsuz değil” diyen Bediüzzaman Hazretlerinden Allah ebediyen razı olsun.

Yüz sene evvel gelecekte Türkiye’nin batı keferelerle nasıl karşılaşacağını ve o tek dişi canavar medeniyetine sahip olan Avrupa’ya İslam dünyasını kimlerin peşkeş ettiğini, hileli yöntemlerle yaptıkları kirlilikleri zaferle sonuçlandırmayı göstermeye çalışan o kirli anlayışın, yani Avrupa’nın ne kadar şımarmış bir çocuk olduğunu bize göstermiştir.

Bu şımarık Avrupa, yani batı dünyası hiçbir zaman Türkiye ile dost olamamıştır.

Bırakın Türkiye’yi, İslam memleketlerinin hiçbirisiyle dost olmamıştır, bugün olmadığı gibi yarın da olamaz.

Hep faşizan kafatasçılığıyla, kendini beğenmiş, ırkçı şımarıklığıyla, İslam dünyasına meydan okuyor ve hem de Türkiye’nin şahsiyetinde bunu yapıyor.

Neden mi?

E belli.

Zira Türkiye o kahraman cihanşümul Osmanlı İslam hilafetinin bugün yeryüzünde temsilcisidir.

Türkiye, İslam dünyasına bir lider olma vasfını taşımaktadır.

Ki inşallah da Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde de bu gerçekleştirilecektir.

Hem de en kısa bir süreçte bu gerçekleşecektir.

Zira her zaman burada ifade etmeye çalıştığım gibi, Recep Tayyip Erdoğan, yüz yıllık gelen giden Türk siyasetçilerinin aynısı değildir.

Recep Tayyip Erdoğan; yepyeni bir anlayışla yola çıkmış, inanmış bir devlet büyüğüdür ve İslam dünyasına sahip çıkmış Müslüman bir lider durumunda olduğu için Batı dünyası bunu fark etmiştir, içine çekemiyor, sindiremiyor.

Türkiye temsilcisi olarak onun yerinde bir Süleyman Demirel olsaydı yahut bugünkü CHP’nin lideri Kılıçdaroğlu olsaydı veyahut dünün Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer olsaydı vs. daha kimleri sayarsak sayalım…

İnanın, batı dünyası özellikle Hollanda bu kadar hırçınlaşmazdı, o kadar ahmakça adım atmazdı.

Ama ne yazık ki bugün artık dost kim, düşman kim, zaten kendini gösteriyor.

Söylemeye gerek bile yok.

“Medeni” olma vasfını kendine takmış batı dünyası, “Medeniyetin” semtinden, kenarından bile geçmiyor.

Ancak yine Kur’an deyimiyle “İnsan suretindeki birer el-hannas şeytanlardır”.

İnsanları yanıltıyorlar veya diğer bir deyimle maymunlaşmış veya domuzlaşmış, çöle çıkmış insan suretindeki yırtıcı canavarlardır.

Bunun için artık batı dünyasının medeniyetle, gelişmişlikle, çağdaşlıkla bir alakası kalmamış durumda.

Zira tüm çağdaş teknolojisine rağmen, gittikçe bunalım içerisinde kendini görüyor ve tanımıyor.

Bu nedenle Bediüzzaman Hazretleri Avrupa’ya sesleniyor ve diyor ki;

“Bil ey Avrupa!

Sen sağ elinle sakim, hastalıklı ve dalaletli bir felsefeyi ve sol elinle sefih ve muzır bir medeniyeti tutup iddia edersin.

Ki beşerin saadeti ve mutluluğu bu ikisi iledir.

Senin bu iki elin kırılsın.

Senin şu iki pis hediyen senin başını yesin.

Ve inşallah da yiyecektir”

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Üstad şöyle devam ediyor;

“Ey küfür ve küfranı dağıtıp neşreden bedbaht Avrupalı ruh!

Acaba hem ruhunda, hem vicdanında hem aklında, hem kalbinde dehşetli musibetzede olmuş ve azaba düşmüş bir adamın cismiyle zahiri bir surette aldatıcı bir zinet ve servet içinde bulunmasıyla saadet mümkün olabilir mi?

Ona mesut denilebilir mi?

Aya!

Uyan ey Avrupa!

Görmüyor musun kibir adamın cüz’i bir emirden me’yus olması ve vehmi bir emelden ümidinin kesilmesi ve ehemmiyetsiz bir işten inkisar-ı hayale uğraması sebebiyle tatlı hayalin ona acılaşıyor.

Şirin vaziyetler onu tazip ediyor, dünya ona dar geliyor, zindan oluyor.

Hâlbuki senin şeametinle kalbinin en derin köşelerinde ve ruhunun ta esasında, küfür ve dalalet darbesini yiyen ve o dalalet cihetiyle bütün emelleri inkitaa uğrayan ve bütün elemleri ona neşet eden bir biçare insana hangi saadeti temin ediyorsun ki?

Acaba zahir, yalancı bir cennette cismi bulunan ve kalbi ruhu cihetinde azap çeken bir insana mesut denilebilir mi?

İşte sen biçare beşeri böyle baştan çıkardın, yalancı bir cennet içinde cehennemi bir azap çektiriyorsun.

Ey beşerin (insanoğlunun) nefs-i emaresi!

Bu temsile bak, beşeri nereye sevk ettiğini bil!

Mesela, bizim önümüzde iki yol var.

Birisinden gidiyoruz, görüyoruz ki her adım başında biçare, aciz bir adam bulunur.

Zalimler hücum edip malını, eşyasını gasp ederek kulübesini harap ediyorlar.

Bazen de yaralıyorlar adamı.

Öyle bir tarzda ki acınacak haline semalar bile ağlıyor.

Nereye bakılsa, hal bu minval üzere gidiyor.

O yolda işitilen sesler, zalimlerin gürültüleri, mazlumların ağlayışları olduğundan, umumi bir matem o yolu kaplıyor.

İnsan, insaniyet cihetiyle başkasının elemiyle müteellim olduğundan, üzülen, hadsiz bir eleme giriftar oluyor.

Hâlbuki vicdan bu derece teellüme tahammül edemediğinden, o yolda giden birisine mecbur oluyor.”

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

İstiklal Şairimiz merhum Akif diyor ki;

“Eyvah beş on kâfirin imanına kandık,

Bir uykuya daldık ki cehennemde uyandık,

İslam ayaklar altında, sürünsün mü nihayet

Ya Rab bu ne hüsrandır ilahi, bu ne zillet

Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar

Benim îman dolu göğsüm gibi serhaddim var.

Ulusun, korkma, nasıl böyle bir îmânı boğar,

‘Medeniyyet!’ dediğin tek dişi kalmış canavar?

Kim demiş Avrupa insanı medeni?

Ne edep var ne haya çırılçıplak bedeni!

Eğer medeniyet açıp saçmaksa bedeni;

Desenize hayvanlar bizden daha medeni! 

 

Kul olmak çağdışıyken, soyunmak çağdaşlık,

Din kardeşliğini bıraktık biz, ecnebiyle kaynaştık..

Sünnet sakal yobazlık, top sakalsa medeni..

Unuttun sen ey vefasız ehli sünnet dedeni..”

En derin saygı ve sevgilerimle.