MEVCUT DÜZENİN KAYNAĞI NEREDEN GELİYOR VE NEDİR?! (III)
Sevgili okurlar…
Ülke ve millet olarak, yeni bir yüz yıla yelken açmış durumdayız! Geleceğe dair planlar, stratejiler, yapılması gerekenler konuşulup, tartışılıyor... Ki ter-ü taze sivil bir Anayasa’nın hazırlığından söz ediliyor… Elbette ki tüm bu gelişmeler “sevindirici ve umut vaat edici.” Amma velakin, geçen yüz yılın sorgulaması yapılmadan, yaşanan ve yaşatılanlardan dersler çıkarılmadan, yeni bir yol seyrine girmek, pek de sağlıklı olacağını düşünmüyorum! Çünkü özü itibariyle “mevcut düzen ve rejim” bu milletin ne milli iradesine ne medeniyetine ne kültürüne ve ne de tarihine hitap etmiyor… Bilakis, “vesayet üretici” şekilde, zıttı istikamette, kendini konumlandırmaktadır?
***
İşte, “Laiklik” denilen kavram! Günlerdir, aylardır, hatta bu köşede sizinle sohbet icra ettiğimiz 30 yılı aşkın zaman dilimi içerisinde, vurgulaya gelmişimdir... “Mevcut düzenin kaynağı” ne hazindir ki “dinsizliktir?” Çünkü “laiklik” özü ve uygulanış biçiminde eşittir dinsizlik… Ve bu laiklik denilen kavram, yerli ve milli değil... Fransa’dan içimize, dönemin jakoben anlayışına sahip zevat tarafından ithal edilerek, Anayasa’nın ruhuna enjekte edilmiştir...
***
Ve bu operasyonel enjeksiyon, insanların beyninde, zihninde ve hatta devlet büyüklerinin kafasında öylesine bir yer edinmiş ki; “laiklik” kelimesi zikredildiğinde sanırsınız ki, “kırmızı çizgiye” basmış gibi, karşı refleksler geliştiriyorlar... Nitekim kimi dönemlerde meydanlara çıkanların “Türkiye laiktir, laik kalacaktır?” sloganları attığını gördük... En vahimi de “Laikliği”, milli iradeden teşekkül olan “Cumhuriyetten” bile üstün görme gaflet ve dalaletinde olanlar var…
***
Demem o ki, Türkiye bir İslam ülkesidir... Ve bugün mevcut haline rağmen, İslam dünyasının “umut olarak gördüğü, göz bebeğimiz diye üstüne titrediği” ülke olması münasebetiyle, yeni yüz yıl için, tarihine odaklanması gerekir... Aba ecdadın kendisine miras bıraktığı kültürle, medeniyetle, bin yıllık inanç kudretiyle kendini, Selçuklular, Osmanlılar gibi yeniden yeşertmesi lazım... Bunu da Kur’an-ı Kerim’in ışığı altında ve hükümleriyle, gerçekleştirmesi gerekir…
***
Peki bu mümkün mü? Elbette ki… Yeter ki ihlaslı ve samimi olmamız lazım… Bakınız, Kur’an-ı Kerim orta yerde, tüm mevcudiyetiyle nazır... Okuyoruz, ama onunla amel etmiyoruz... Hükümlerini tozlu raflara kaldırmışız… Emir ve yasaklarına uymuyoruz... Yüz yıldır milletin bağrına bastığı Kur’an, sadece lafızda kalmaktadır… Emir ve yasakları, kimsenin umurunda değil…
***
Bakınız, geçmişte köylerde, kasabalarda, mahallelerde, ilçelerde ve şehirlerde, herkes kendi imkânlarıyla hocalar tutup, çocuklarına Kur’an-ı Kerim’i öğretiyordu… Hocalar da büyük bir ihlasla onlara hem Kur’an-ı Kerimi öğretiyordu, hem de onları eğitiyorlardı... Hafızlar yetiştiriyordu. Bazıları da medreseye giderek âlim olarak yetişiyordu…
***
Ne zaman ki milletin gözünü bağlamak için İmam Hatipler ortaya çıktı, Kur’an Kursları oluştu... İslam tüm müştemilatıyla bir anda “sistemin vesayetine” girdi… Bağımsız ve hür irade elinden alındı… Ortaya çıkan tablo bugüne özgü değil “bunlardan ne köy olur, ne kasaba…”
***
Buradan yetişenlerin hepsini söylemiyorum ama çoğunlukla sadece şekli olarak Kur’an okuyorlar… Amel deseniz zerresi yok... Namaz kılmıyor, oruç tutmuyor. Amma velâkin Kur’an okumuştur (!) deniliyor… Maalesef ihlas yok.
***
Bu itibarla biz de diyoruz ki toplumumuzun yüzde 99’u Müslüman’dır. Bu Müslümanlığımız Kur’an’ın bayraktarlığıyla kâmil olabilir. Kur’an’ın bayraktarlığını yücelerde tutmamız gerekir. Milletin bu ihlasını, bu isteğini kimsenin boşa çıkarmaya hakkı olmadığı gibi haddi de yoktur.
***
Kur’an bu milletin imanıdır, inancıdır, rengidir ve manevi libasıdır. Kur’an, milletin dünya ve ahiret kitabıdır. Ülke ve toplum bir bütünlük içerisinde ona sarılmalıyız. Sarılmadığımız takdirde bilelim ki Kur’an bizi bırakır... Ki Kur’an bizi bıraktığı zaman, Allah da bizi bırakır ve o zaman halimiz perişan olur… Allah korusun diyorum!
***
Kur’an, Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V)’in ahlakıdır. Annemiz Hz. Ayşe’den soruyorlar diyorlar ki “Resulullah’ın ahlakı neydi?” Diyor ki; “Onun ahlakı, Kur’an ahlakıdır.”
Onun için Kur’an, Peygamberimizin ahlakıdır ve bizim de olmazsa olmazımızdır. Onun için Kur’an’a sımsıkı sarılmamız gerekir. Emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından da uzak durmak lazım, çekilmek lazım…
***
Her ailede kaç kişi varsa en azından iki üç kişinin Kur’an-ı Kerimi hatmetmesi gerekir, hatmettikten sonra da Medreseye giderse büyük bir âlim olarak çıkar. Ne mutlu o insanlara! Tabi bunu ifade ederken, diyorum ki hâkimi de savcısı da polisi de askeri de işçisi de memuru da doktoru da mühendisi de aynı iman şuuruyla Kur’an ilmiyle donanmalıdır...
***
Millet, toplum, devletten bunu bekliyor. Devletin himayesiyle yardımıyla olsun.
Yalnızca İmam Hatipler bize göre kâfi gelmez, İlahiyat Fakülteleri de kâfi gelmez.
Bu itibarla Kur’an’ın yerini doldurabilmek için, lafız ve manasını okuyabilmek için Medreseler önemlidir. Mevcut medreselere herkes gençlerini, çocuklarını kaydetmeleri gerekir. Ki medreseden çıkan her talebe en azından ulum-i Arabiyeye hâkim olur. Fıkıh ve tefsire hâkim olur.
***
Yalnız aldatmacalarla “Kur’an Kursuna gittim hafız oldum” demek de yetmez. Veyahut İmam Hatipte okudum Kur’an’ı okudum demek de yetmez. Kur’an’ı okumak, öğrenmek, onunla amel etmek ve Kur’an’la yaşamak önemlidir… Kur’an’la yaşamayan, onunla amel etmeyen ne hoca olur ne âlim olur ne olursa olsun beyhudedir…
***
Özü itibariyle demem o ki aklımızı başımıza alalım, millet olarak Kur’an’a sımsıkı sarılalım. Ve yeni yüz yılı, Kur’an-ı Kerim’in ve İslam’ın Bayrağının en güçlü sedası İslam’ın sedasıdır, şiarıyla donatmamız gerekir…
***
Kur’an okuyalım, okutalım, ezberleyelim, Kur’an’ın tefsirini okuyalım öğrenelim. Kur’an bizim her şeyden evvel önderimizdir, mürşidimizdir ve Kur’an’ın sahibi Hz. Muhammed (S.A.V) de önderimizdir.
Bu olmazsa kandırmacalar bizi bir yere götüremez ve amacımıza da ulaştıramaz.
Onun için acizane tavsiyemiz bundan ibarettir.
En derin saygı ve sevgilerimle.