MİLLETİN BEKLENTİLERİ!? (III)

Dünden devamla, sohbet faslımızın bugün üçüncüsünü icra ediyoruz.. Öyle görünüyor ki “Milletin Beklentileri” başlığı altındaki sohbetlerimiz, bir süre devam edecektir.. Zira ülkenin ve milletin milli iradeye dayalı siyasetten ve siyasilerden beklentileri çoktur… Tabi ki yapmacık siyaset ve siyasilerden değil!?

***

Beklentisi, “milli ve yerli ruha sahip siyaset ve siyasilerdendir.” Bunun membaı ve kıblesi de ecdadın, yani Selçuklu ve Osmanlı medeniyetiyle, kültürüyle, ahlakıyla bütünlük sağlamış siyasettir!..  Ki bu siyaset zincirleme olarak direkt olarak da devrisaadete Hulefa-i Raşidin’in yönetimine dayalıdır…

***

Şayet yüz yıldan bu yana mevcut siyasetimiz bu şiarla yürümüş olsaydı, Türkiye bugün yer küresinin tek lideri olmuştu... İlerlemiş, kalkınmış, dünya devletlerinin başında yer almıştı... Gıpta ile bakılan, örnek gösterilen ülkelerden olurdu? Sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel bazda, zenginliğin mabedi diye ülkeler ve insanlar akın ederdi!

***

Ama ne yazık ki “batıya ve batıla” endeksli bir anlayışın peşinden gidildi… Ve o gidişatta sürekli geri teptiren oldu… Dost görünen düşman ellerle, ülke ve millet yönetilmeye çalışıldı... Ne yasama ne yürütme ve ne de yargı mekanizması hiçbir şekilde; tarihiyle, medeniyetiyle, kültürüyle örtüşen olmadı?

***

Cumhuriyet’in kuruluş tarihinden itibaren, devletin kılcal damarlarına kadar nüfuz eden CHP anlayışı ne dün ne bugün hiçbir zaman, milli olmadı, yerli olmadı, olmaya da meyil etmedi? Tümüyle batıya ve batıla endeksli “kukla misali” ithal ellerin oyuncağı oldu... Onlar emretti, kendileri uyguladı!

***

İşte yüz yıldan bu yana, bu zihniyetin hegemonyası altında ülke yönetile gelinmektedir... Peki, yüz yıldan beri bu anlayışla yönetilen Türkiye’nin bugün yer yüzünde dünya devletleri arasındaki yeri nedir, diye sorarsak, alabileceğimiz cevap ne olur? Yanıt açık ve net olduğu gibi, denir ya “Görünen köy kılavuz istemez?” Hal-i alem orta yerde…

***

Hep ifade ediyorum... Türkiye’nin asaleti Selçukluya ve Osmanlıya dayanmaktadır... Ki bu asalet, yasalarıyla, kanunlarıyla, hükümetleriyle, tümüyle Selahaddin-i Eyyubilere, devrisaadetten sonra Hulefa-i Raşidin’lere dayanmaktadır... Peki neden böylesi şan ve şerefle dolu medeniyete endeksli olunmadı?.. Hiç paralellik de arz edilmedi?

***

Oysa ki bu Millet inançlıdır… Ki milli irade de bu yönde olmalıdır. İşte bu alınmadığı içindir ki Türkiye de bir arpa boyu kadar ilerleme kaydedememiştir… Teknolojiye bakarsanız, dünyada teknolojiyle yükselen hiçbir devletle Türkiye paralellik arz etmiyor. İllaki zihniyet kalkınmak değildir.  Millette temel dayanak noktası halinde bir gelişme yok.

***

Ancak devlet, içimize ithal edilmiş mevcut anayasa çerçevesinde yönetile gelmiştir. TBMM’nin kuruluşu ve her seçim sonrası açılan meclisin yemin merasimi de aynı anayasanın 81. Maddesi okunarak “yemin” edilmektedir.  Buna da “yemin” diyorlar(!)

***

Allah aşkına gelin bunun tartışmasını yapalım. 1950’lerden bugüne kadar hep muhafazakâr geçinen partiler millet tarafından iktidara getirilmiştir. Ama heyhat! Kıl payı kadar o anlayıştan taviz verilmemiştir. Milletin bin senelik tarihinden, kültüründen zerre kadar bir pay alınmamıştır. Hep CHP’nin anlayışı paralelinde Kemalizm’e ve Laisizme dayalı, Türkiye’nin yönetilmekte olduğunu görüyoruz.

***

Kamuoyundan sormalıyız.  Gerçekten cumhuriyetimizin yüz yıldan beri kurulmuş olmasına rağmen, teknolojide neyimiz var, sanayide neyimiz var, askeri alanda diğer devletlere karşı ne gibi sanayileşmiş bir teknolojiye sahibiz? Verilebilecek somut bir yanıt var mı; yok?! Hep ithaldir ve taklitçiliktir. Bu ithale dayalı taklitçilik de topluma bir şey verememiştir, vereceğe de benzemiyor…

***

En iyisi yepyeni bir Türkiye’dir.  Hem de geçmiş bin senelik kültürüne, tarihine sahip çıkan bir Türkiye’nin oluşturulması gerekir? Yeni bir dünya, yeni bir sistem, mevcut teknolojik sisteme bağlamak düşünülüyorsa, maalesef batı dünyasından bu anlayışla hiçbir şey alınamamıştır bugüne kadar… Bundan sonra da alabileceği pek görünmüyor.

***

Milletimizin kendi orijinal görüşleriyle, çalışmalarıyla sağlıklı bir gelişme ve kalkınma halini elde etmek lazım... Bunu da milli birlik ve beraberlikle elde edebiliriz… Bin senelik kültürüne sahip çıkmakla sağlanabilir? Yoksa içimize ithal edilmiş laikçilik anlayışıyla bir yere varamayız... Türkiye’deki yaşam şekli, gelişme şekli, teknolojiye dayalı kalkınma hali maalesef umut verici görünmüyor…

***

Peki, bir devletin ömrü yüz yılda bile hadd-i büluğa ermemişse, bundan daha kaç sene sonra hadd-i büluğa erecektir? Bundan sonra beklemek, abesle iştigal olur… Hiç inandırıcı da olmaz…

***

O zaman, aba ecdadımızın kültürüyle, inancıyla, terbiyesiyle yetiştirilen bir gençliğe ikmal etmemiz gerekir. Şu an en büyük ihtiyacımız, gençlerimizdir. Ekmek, su gibi, gençlerimizin medeniyet ve kültür anlayışları da hayati öneme sahiptir… Bu gençliğimiz bu terbiyeyle yetiştirilirse, bütün dünyaya rahatlıkla baş kaldırabiliriz ve göğsümüzü gere gere başı dik alnı açık bir millet olarak rotamızı çizebiliriz.  Gelişmiş dünya devletleri arasında da rahatlıkla yerimizi alabiliriz.

***

Amma velâkin, hala da mevcut anayasamız takoz gibi Çin Seddi gibi büyük bir engel teşkil edici olarak, kendini idame ediyor... İllaki laikçilik, illaki Kemalizm anlayışı, illaki CHP zihniyeti… Türkiye’nin kurtuluşu için bu bir çare değildir.

***

Kurtuluş reçetemiz bellidir… Çünkü, orta yerde yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim vardır… Bunun bize tebligatı paralelinde kendimize yön çizmeliyiz. Kur’an’ın büyük ve geniş yolunu takip etmemiz lazım… Engebeli ve engelli yollar bizi bir yere götüremez.

En doğru yol aba ecdadımızın yoludur ki “İ’la-yı Kelimetullah” uğruna kendimize bir çekidüzen vermemiz lazım.

Yoksa dinimizi, inancımızı tozlu raflara kaldırıp, Kur’an’ımızı sadece Cuma akşamları “Yasin” okumakla bir yere varamayız. “Kur’an lafzı okunsun, manası tatbik edilmesin” diye bir kayıt da yoktur. Kur’an’a bağlılık, Kur’an’ın içindeki ilahi hükümler ne ise o hükümleri tatbik etmekle sorumluyuz…

***

Ancak bu şekilde Kur’an’a inanç gerçekleşebilir.  Yoksa Kur’an’ın ayetlerini bazı hafızların İbrahim Tatlıses gibi şarkı söylercesine okumasını Kur’an kabul etmiyor, lanetliyor. Zira Hadis-i Şerif var;

“Rubbetalin yel anuhul Kur’anû”

“Birçok Kur’an okuyan vardır ki Kur’an onlara lanet eder.”

Kur’an şarkı söyler gibi okunmaz, müzik dinler gibi kulak verilmez… Bir cemaati o sesle etkileme manasında da değildir. Kur’an’ın ayetleri ve hükümleri ne ise ona inanarak, bel bağlayarak yola çıkmak gerekir.

***

Yoksa güzel sesli okuyan İbrahim Tatlıses gibi bazı hafızlar da bir müddet okuyor reklamını da yapıyor. Ama iş fiili duruma gelince, Kur’an-ı Kerimin semtinden bile geçmiyor. Onun için, Kur’an ilahi kelamdır, okunan her kelimesinin her harfinden bir mana çıkarılması gerekir…

***

Toplumun kendini ona bağlaması ve sımsıkı sarılmasıyla Kur’an da bize sahip çıkabilir. Aksi takdirde bir şarkı kitabı gibi okumak yanlıştır.

Bu itibarla biz de diyoruz ki;

Her zaman için toplum olarak kendimize çekidüzen vermemiz lazım, aba ecdadımızın kültürüyle gençliğimizi yetiştirmemiz lazım… Aksi takdirde hep geride kalmış olacağız.

En derin saygı ve sevgilerimle.