KUR’AN HÂKİMİYETİ GEREK!?

Selamünaleyküm sevgili okurlar...

Uzun bir aradan sonra yeniden birlikteyiz. Allah kısmet ederse, sohbetlerimize kaldığımız yerden devam edeceğiz...

***

Öncelikle Kurban Bayramınızı tebrik ediyorum... Allah cümlemize tekrarını nasip etsin... Toplumun gençlerine uzun ömürler versin.

Yaşlılarımıza da iman-ı kâmil nasip eylesin. Ve pek tabi ki 7’den 70’imizi İslam ilmiyle nasiplendirsin diyoruz... Tebrik ve duayla sohbetimize giriş yaptık...

***

Ne acıdır ki Diyarbakır ve Mardin illerimizde vuku bulan yangın haberi yüreklerimizi dağladı. 11 can kaybı var. 9’u ağır, 78 yaralı... Telef olan binlerce hayvan. Küle dönen, on binlerce dönüm ekili arazi... Ölenlere Allah’tan rahmet, yaralılarımıza da acil şifalar diliyorum!

***

Hadise, sıcak olduğu için, çok teferruata girmek istemiyorum... Ancak bana ulaşan bilgilere göre 100 kilometrelik alanı kapsayan yangında, “ihmaller zinciri” söz konusu... Devlet kurumlarının acziyeti kadar, yerel yönetimlerin koordinasyonsuzluğu, böylesi bir acı tabloyla bizleri yüz yüze getirdi!

***

Farklı iddialar var... Kimine göre anız yangını, kimine göre DEDAŞ’ın harap olmuş enerji hatlarındaki dalgalanmadan çıkan kıvılcımlar. Kimine göre de işin içerisinde sabotaj var... Yargı mevzuyla alakalı, soruşturma başlatmış... Sonuç ne çıkar bekleyip göreceğiz... Ama şunu net ifade etmek istiyorum ki “büyük bir keyfiyet ve sorumsuzluk tartışılmazdır?” Bu mevzuyu detaylı bir şekilde önümüzdeki günlerde kaleme alacağım! Şimdilik bu kadar diyorum...

***

Gelirsek, bugünkü yazı başlığımızdaki sohbet konumuza! Ne yazık ki insan denilen varlık bugün yeryüzünün “en cani, vahşi, acımasız” varlığına dönüşmüş durumda! Hele ki Avrupa denilen ve kendini medeni dünya olarak(!) lanse eden kültür, büyük bir ahlaki çöküntü içerisinde bulunuyor... İnsanlık cibilliyetine yakışır hiçbir yaşam tarzı yok… Adeta kuyruğu olmayan bir hayvan misali?!

***

Sorumsuz! Nasıl ki mesuliyetsiz hayvanlar kendine göre bir serbestiyetle hür olarak yiyor, içiyor, geziyorsa... Ne yazık ki insanoğlu da bugün o hali yaşamakla karşı karşıyadır. Nerdeyse Avrupa, Afrika, birçok ülkeler ve hatta Türkiye ve İslam dünyası da dahil olmak üzere, İslam dışı, Kur’an’ın hükümleri dışında, bir yaşamı idame ediyor…

***

Nerdeyse yüz, yüz elli seneden beridir ki İslam dünyasında Kur’an hâkimiyeti yok denilecek düzeyde! Arka plana atılmış… Hele ki Osmanlı’nın dağılışı, bölük-pörçük edilmesi, küçük devletçiklerin oluşturulmasından sonra, bu coğrafyada İslam gerçeklerinin esamisi okunmaz hale getirildi?

***

Şekli olarak “evet Müslüman’ız, evet beş vakit namaz kılarız, evet oruç tutarız” deyip dururuz!

Amma velâkin; iş fiili uygulamaya gelince, “ne gezer” mahiyetinde?  İslam’ın ana çizgisinden sistemler olarak, devletler ve milletler olarak fersah fersah uzaklaştırılmaktayız. Sırt dönmüş vaziyetteyiz!

***

Nitekim, Kur’an hâkimiyeti olmadığı için de bugün beşeriyet deyim yerindeyse pusulasını şaşırmış durumda... Hangi yönü kendine kıble olarak belirleyeceğini bilemez, kestiremez hale gelmiştir… Maalesef; insanlığın haysiyet ve şeref karakterine yakışır bir yön yok! Deyim yerindeyse “kim kime, dum duma?” misali...

***

Hak, hukuk, adalet derseniz zerresi yok... Zulüm derseniz, o biçim.  Haram yeme derseniz, o biçim... Fuhuş yuvalarının serbestiyeti o biçim… Hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet, suiistimal, gasp, cinayet o biçim... Siyasi tefrikalar ne derseniz var...

***

Batı dünyasının enva-i ahlaksızlığı, ne yazık ki İslam dünyasında ve Türkiye’de “tek dişi kalmış canavar" misali, medeniyet olarak kabul edilip, yaşanmaktadır… İnanan aileler, inanan toplumlar da büyük azınlıklar içerisinde, yaşanan bir fecaat durum karşısında, inim inim inlemektedirler…

***

Çünkü onların inancı, beklentileri, yaşam ümitleri gerçekleşmiyor. İslam dininin hakikatleri yürürlükte olmadığı için... Kur’an, sadece renkli, çok pahalı bez çantalara konulup duvarlara süs eşyası olarak konuluyor... Ya da mezarlıklarda okunuyor veya ölülerin üzerine okunuyor... Onun ötesinde Kur’an’ın hâkimiyeti yok!

***

Olmadığı içindir ki Kur’an’ı yalnızca lafız itibariyle okuyoruz…. Peki, mevcut 30 cüz, 114 sure, 6 bin 236 ayetten oluşan, Kur’anı sadece lafız olarak okumak bize kâfi midir? İslam dünyası bu yönde, kendini rahatlığın içerisinde görebiliyor mu? Ya da kabul ediyor mu? Bize göre hal-i durum tufandan beter…

***

Bugün, Batı dünyasının vahşetiyle iç içe kalan bir İslam dünyası var! Mevcut hal karşısında kendi kendimize sormamız gerekmez mi, İslam dünyası olarak nerde kaldı, kelime-i şehadetin her iki cümlesine inanmak?

Nerde; şahit oluyorum ki Allah’tan başka ilah yoktur… Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V) de onun elçisi ve resulüdür, hakikati? Peki ya, amentünün altı rüknü nerede? Toplumda vaki mi? Maalesef değil... Bugün yaşanmıyor... Gençliğe ezberletilmiyor, öğretilmiyor…

***

İmanın altı şartı herkese bir gaye midir? İslam dünyası, İslam aileleri bunu kendine kabul ediyor mu? Kabul ediyorsa kaçta kaçı biliyor, iman ediyor, yaşıyor ve yaşatıyor? Ne yazık ki sadra şifa verici bir yanıt almak zor? Demem o ki; “Ben Müslüman’ım” demekle her şey bitmiyor, kâfi değil… Kur’an’ın ruhunu yaşamak lazım.  Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in sözlerine inanmamız ve fiilen yaşamamız gerekir ki o zaman Müslüman topluluğu olarak kendimize bir yer bulabilme şansını elde edebiliriz.

****

Ancak, o olmayınca da her şey havada kalıyor… Bakınız, Nisa suresinin 65. ayeti mealen aynen şöyle sesleniyor bize... “Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.”

***

İman, kuru bir sözden ibaret değildir... Gönülden bağlanmak, inanmak ve kabullenmek gerekir. Hem «Allah ve Resûlü’ne inandım» deyip, hem de hükümlerine razı olmamak tipik bir münafıklık alâmetidir.

«Şeriatın kestiği parmak acımaz» denilmiştir; acımaz! Çünkü müminin kalbinde o acıyı unutturacak büyük bir iman kuvveti vardır…

***

İşte bu itibarla diyorum ki, bu ayetin yüce manasına sımsıkı sarılmamız gerekir... Eğer ki sarılırsak, eğer ki özüyle bir bütünlük içerisinde yaşarsak, işte o zaman gerçek manada biz Müslüman’ız diyebiliriz… Yoksa kendi kendimizi teselli etmek, başkasına karşı birilerini avutmak için “ben Müslüman’ım bak namaz kılıyorum” demek, hile ve desiseyi üretir…

İslam dünyası da Yahudi’nin zulmünden kendini koruyamaz.

En derin saygı ve sevgilerimle.