MİSYONERLER KOL GEZİYOR!?

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü Söz Gazetesinden iki haber…

Sürmanşetinde “MİSYONERLER CİRİT ATIYOR” başlıklı haber…

Sayfanın göbeğinde ise; resimle beraber “SUR VİRANE” haberi...

Bu her iki haber çok ibret verici…

Şayan-i dikkat olarak irdelendiğinde, Türkiye’nin hatta tüm İslam dünyasının nereden nereye geldiğini ve ne hallere düştüğünü gözler önüne seriyor…

Pek tabi ki, derinden derine insanı da düşündürüyor?

1400 yıllık tarihi geçmişimize ve İslam coğrafyasına bakıldığında, o günlerdeki parlayan İslam yıldızlarıyla bugünkü sönen ve hatta kökünden sönmüş olan o İslam yıldızları arasındaki fark, kendi kendini gösteriyor.

Söylemeye, açıklamaya, yorum yapmaya gerek görmemekle beraber….

Az da olsa yine bazı gerçekleri kapalı kalmasın diye tüm çıplaklığıyla deşifre ederek siz değerli okurlarımızla, dertleşmek suretiyle hasbıhal edip paylaşmak istiyorum.

***

Evet.

Gerçekten İslam dünyası, İslam’ın zuhurundan çok kısa bir süreç içerisinde yeryüzünün tümü olmasa dahi büyük çapta en ücra köşelerine kadar yayıldı.

Yani 50 yıl gibi kısa bir zaman süreci içerisinde; Yer yüzünün dört bir tarafına İslam yayıldı..

Nice nice milletler, toplumlar, kılıç ve kan yoluyla değil, irşat ve hidayet çabalarıyla İslam’a inanarak, İslam’ı güçlendirme bakımından kafile kafile İslamiyet’e dehalet ettiler.

Zaten Bediüzzaman Hazretleri de diyor ki;

“Eğer biz hal ve etvarımızla İslamiyet’i yaşarsak, sair dinlerin mensupları kafile kafile İslamiyet’e dehalet edeceklerdir”

Tekraren şöyle diyoruz;

“Eğer biz hal ve etvarımızla İslamiyet’i yaşarsak, sair dinlerin mensupları kafile kafile İslamiyet’e dehalet edeceklerdir”

İşte bu ifadelerin mefhumu muhalifi ve bugünkü İslam dünyasının ters görüntüsünden de anlaşılan budur ki artık sair dinlerin İslamiyet’e fevc fevc (kafile kafile) girmeleri yerine, tam tersine fevc fevc İslamiyet’ten köpüşler söz konusudur.

Gerçekten, dilimiz varmıyor bunları söylemeye…

Ama gerçekleri de inkâr edemeyiz.

Zira İslam dini radikalizm istiyor.

Yani samimiyeti, ihlâsı, ciddiyeti ve şecaati (yürekliliği) istiyor.

İslam’ın parolası, yegâne Allah’a inanç, Hz. Muhammed (s.a.v)’e intisap ve İslam yaşantısıyla yaşamak.

Bunlar olunca, toplumda ne kadar güzel şeyler varsa onlar uygulanır, kendi kendine gelir ki buna emr-i maruf denir.

Ne kadar kötü, iğrenç, menfur olan kötülükler varsa da onlar ortadan kalkar buna da nehyi münker denir.

Zaten İslam’ın ana hedef ve parolası da budur.

Bu olmadığı takdirde ucuz faturayla hiç kimse bir yere varamaz.

Mesela bir atasözümüz var; “Ucuz Etin Yahnisi Yavan Olur” misali.

Ve gerçekten tarihimize baktığımızda, önümüze bazı tarihi tespitler çıkmıyor değil.

 

 

***

 

 

Doktor Ali Muhammed Es-Sallabi’nin kaleme aldığı; “Devlet-i Osmaniye’nin yüceliş ve inişinin sebepleri” isimli kitap…

Dün kütüphanemi kurçalarken, elime geçti.

Arapça olma hasebiyle, tercümeye layık bir kitap.

Ancak bölüm bölüm zaman içerisinde sohbetlerimize konu başlıklarıyla tercüme ederek, sizlerle paylaşacağım…

Kitap 536’ıncı sayfasında bize şunları söylüyor;

“Yeryüzünde en erken yücelen ve ilerleyerek büyüyen devletler arasında Osmanlı olmuştur.

Ve en erken de düşüşe ve inişe geçen de yine bu devlettir.

Peki, bu yücelişin sebebi neydi ki o kadar yüceldi, telakki etti, yükseklere tırmandı, hatta 624 sene hükümran oldu, sonradan baş aşağı inişe geçti?”

İşte tek kelimeyle kitap bunu yazıyor;

“Huvel iptiadu en şer-i alahi”

Bu iniş ve mağlubiyetin sebebi; Allah’ın yüce şeriatından ve Kur’anından uzak kalmasıdır.

Bireylerinden tutun da toplumun her kesimine çelişkili, sıkıntılı ve ekonomiksel olarak da dar bir vaziyete girişinin yegâne sebebi; toplumun her kesimini yüce İslam dininden uzaklaştırılmasıdır.

Benliğini, dinini, İslamiyet’in ana hüküm ve kaidelerini toplumun her kesiminden alıp uzaklaştırmakla beraber, toplumsal olsun, siyasal olsun, ekonomiksel olsun, İslam’ın hiçbir eserini içine bırakmamanın sebebidir ki sadece kişisel ibadet özgürlüğünün kandırmacasıyla yetinmiş durumdadır.

Toplumun içinde yaşaya gelen ve gittikçe de büyüyen ve üst üste gelen hayat sıkıntıları…

Dünya çapındaki hatta tüm İslam dünyası arasındaki fitnelerin ardı arkasının kesilmemesi tamamen, İlah-i hükümlerden uzaklaşmadır.

Toplumsal, siyasal, ekonomiksel sıkıntıların baş göstermesi, nerdeyse terörün meşruiyet kazanma noktasına gelme şekli.

Tüm bunların ana nedenleri ve temel dayanak noktası, Allah’ın hükümran olan kanun-i ilahiden (ilahi hüküm ve meşruiyetinden) uzaklaştırılmış bir ülke ve insan profilinin yaratılmasıdır.

Son Osmanlı döneminin padişahlarının yanlış politikaları..

Özelliklen de, yıldız sarayına gizliden gizliye sızdırılmış nice dönme ve Selanik devşirmelerinin varlık gösterip, hakimiyet elde etmesidir.

Bugünkü Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki terör fitnesinin varlığı, tümüyle toplumsal İslamiyet’ten yüz çevirilmesi ile ekonomiksel sıkıntılardır...

 

* * *

 

Bakınız, sevgili okurlar.

Dünkü Söz Gazetesinde bölgede ve Diyarbakır’da “Misyonerler cirit atıyor” haberi.

Evet, çok ibret verici ve tehlike saçan bir haber…

Hem de uyarıcı temel bir gerçek.

Bu son iki ay içerisinde gelen turistlerin haddi hesabı yok.

Halbuki barınacak bir yer de yok Diyarbakır’da.

Ancak mahalleler arasına, toplum arasına dağılarak, hatta okullara ve üniversitelere kadar yayılarak, “Biz Yehova Şahitleriyiz” diyorlar…

İncil ve Tevrat’ı insanlara öneriyorlar ve öğretmeye çalışıyorlar.

Gerçi “biz Hıristiyan değiliz, Yehova Şahitleriyiz” diyorlar ki Yehova Şahitleri tüm batıl ve hurafelerle dopdolu anlayışların bir simgesidir ve köktür.

Bu itibarla kamuoyu olarak bize lanse edilen gerçekler şudur ki her Allah’ın günü Diyarbakır’dan, Cizre’den, Silopi’den, Şırnak’tan ardı arkası kesilmeyen şehit haberleri geliyor.

İster polis olsun, ister asker olsun…

Masum ve suçsuz insanların kanı dökülüyor.

Bu insanlar hepsi Anadolu çocukları.

“Bu masum şehitlerin kanı yerde kalmayacak” sloganlarının devri geçmiştir ve geçmelidir de.

Yıllardır abartılı ve teselli verici kavramlar resmi ağızlardan çıkıyorsa da halkın beklentisi ne yazık ki soyutlaşıyor.

Kocaman bir “hiç” kavramı orada kullanılmak zorunda kalınıyor.

Evet.

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in Ta-Ha suresinin 124. ayeti bize aynen şunları söylüyor;

“Her kim de benim zikrimden (Kur’an’dan) yüz çevirirse, mutlaka ona dar bir geçim vardır. Bir de onu kıyamet gününde kör olarak haşrederiz.”

Kavram olarak kullanılan Zikir, Kur’an demektir.

Yani, Kur’anın hükümlerinden yüz çeviren bir toplum, bir millet her ne olursa olsun, kesinlikle dar, sıkıntılı ve toplumun bir kesimini terörize eden bir yaşam biçimiyle karşı karşıya kalır.

Kendini hiçbir zaman maddi ve manevi sıkıntılardan kurtaramaz.

“Görünen köy kılavuz istemez” misali..

Gerçekten bugün Diyarbakır’da ve Güneydoğu Anadolu’da baş gösteren kirli manzara, Türkiye’nin ve hatta tüm İslam dünyasının geleceğine ışık tutabilecek bir hal değildir.

Çok kötü bir görünüme sahip…

Sayın İçişleri Bakanımız Efkan Ala’dan veya Başbakanımızdan herhangi bir teselli verici duyum alınamıyor.

Eğer Diyarbakır’a misyonerlik faaliyeti gösteren ve açıkça kol gezen, cirit atan, ta Sırbistan’dan Uzak Doğu’ya kadar gelip PKK terör örgütüyle yan yana çalışıp propagandasını yapıyorsa ve benim hükümetimden herhangi ümit verici bir çalışma hareketi gelmiyorsa, gerçekten bu toplum artık gün gelir ki kendi kendine çare arayacak.

Kendi başına terörle mücadele çaresine başvurmak zorunda kalacak.

Devlet, tamamıyla halkın kendi güvenini sağlamaya dahi devletin insiyatifine bırakmalarına rağmen heyhat!

Ne yazık ki manzara tam tersine.

Devlet, silah vermiyor.

Silahı olandan da silahını alıyor.

Sur’da büyük bir sır gibi kendini gösteren hain unsurlar ve muamma bir çalışma stili.

Evet, sevgili okurlar.

Her zaman burada ifade ettiğimiz gibi Cumhurbaşkanımız çok saygıdeğer ve âlicenap bir devlet adamı olduğundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın..

Keza Ahmet Davutoğlu da öyle.

Ama tüm bunlara rağmen, ne yazık ki yanlış yönlendirmeler ve eski yıldız sarayı ajanları gibi bugünkü iktidarın da bünyesine sızdırılan, özellikle Güneydoğu Anadolu’daki bazı insanlar, yıllardan beri “Barış Süreci” aldatmacasıyla devlet büyüklerini yanıltabiliyorlar mı acaba? Diye aklımıza soru işaretleri gelmiyor da değil?

Hele hele, Bülent Arınç'ın Taha Akyol'la yaptığı mulakat..

Arınç'ın sorulara verdiği cevap..

Genel itibariyle baktığımızda; Arınç nerden nereye "geldi" diye sorgulama yapılması gerekir.

Dün neydi, bugün ne oldu?

Doğrusu, Arınç'ın bu "eksen" değişikliğine anlam veremediğimiz gibi; kimse de ona yakıştıramadı?

En derin saygı ve sevgilerimle.