MUTLAK BİR DEJENERASYON SÖZ KONUSU!?
Hem de nasıl? Vahşi, sinsi ve şeytani bir zaman dilimi içerisindeyiz. Denir ya, “kıyamet alametleri...” Ne yazık ki sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel bir çürümüşlük girdabı içerisinde, gark olmak üzereyiz... Belirsizlik o biçim, yaşamı ağına almış, doğru ve sağlıklı bir istikamet söz konusu değil... Manevi bir çöküş var?
***
Yazılı ve görsel medyanın haber bültenleri “korkunç ve ürkütücü” hadiselerle dolu... Toplum tüm değerleriyle, travma geçiriyor… Çarşıda, pazarda, işyerinde, okulda dahi insanlar burunlarından soluyor... En küçük bir tartışma, şiddetle, yaralamayla, cinayetle sonuçlanıyor?
***
İntihar mı, boşanmalar mı, uyuşturucu mu, fuhuş mu, gayriahlaki hadiseler mi, bini bir para! Adaletsizliği, gelir dağılımındaki eşitsizlik mi, yalana, dolana, hileye, aldatmaya meyil edicilik mi; ne derseniz, hepsi var.? Lüks ve israf, bananecilik! İnsani ve vicdani duygu, tamamen yok olmuş…
***
İşte toplumun sosyal bünyesine yerleşen bu “ahlaki çürümüşlük” virüsü, giderek yaşamı esir almaktadır… Hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet, suiistimaller, adam kayırma, hırla… İşte cezaevleri, tıklım tıklım.. .İşte suç ve suç şekilleri.? Genel itibariyle; “maddi bir vesayetin” altında maneviyatımızı tükettik…
***
Ne hazindir ki toplumun geldiği vahim duruma; kafa yorulsa da, çığlıklar atılsa da, çözüme odaklı inisiyatif alan yok? Biliyorum, tuzu kuru olanlar ne bu felaket tellallığı diyecekler... Olsun... Desinler... Ama biz ülkenin ve toplumun hakikatlerine, yaşadığı sosyal çürümüşlüğe “şal çekemeyiz” ve ortamı da tozpembe gösteremeyiz?
***
Çünkü ahlakı simgeleyen dini kültürle donatılan bir toplum iken, bugün enva-i ahlaksızlığın gırtlağa dayandığı bir toplum haline geldik… Yukarıda sıraladığım günlük hayat içerisindeki hadiselerin sıradanlaştığını kim inkâr edebilir? Ya da ülkede yaşanmıyor diyebilir.. Ne mümkün?
***
Peki, geldiğimiz aşama itibariyle sorumluluk kimde? Elbette ki toplumun her ferdindedir? Ancak en büyük sorumluluk kültür emperyalizmini görmeyen yöneticilerimizdedir, devleti idare edenlerdedir. Bunu görmüyorlarsa, ya amadırlar ya da birilerinin nam-ı hesabına göz yumuyorlardır?
***
Bugün Türkiye, büyük bir kültür emperyalizmi ile karşı karşıyadır. Cumhuriyetimizin kuruluşundan beri toplum büyük bir belirsizlikle yönetilmektedir. İlimsiz, irfansız, kültürsüz bir şekilde… Sadece laiklik ve Kemalizm anlayışı aşılanmaktadır… Onun içindir ki milli kültür denilen ulvi değerlerimiz, dejenere olmuştur…
***
Kimse arkasına bakıp da “yahu biz nereye gidiyoruz, bu topluma ne oldu, tarihimiz buydu, kültürümüz buydu, aba ecdadımız büyüdüler, coğrafyaları fethettiler, ama ne oldu da bugün küçücük bir coğrafyaya sığdırılmışız durumdayız” diyen var mı?
***
Maalesef... Sadece laik cumhuriyet denilmekte... Ama sahadaki uygulamanın neticesi; toplumu tüm inanç değerlerinden uzaklaştırıp, adeta dinsizleştirmektir… “Laiklik” denilen kavram ne millidir, ne de yerlidir.. Fransa’dan ithal edilmiştir.. Özünde; “dinden uzaklaşma” var…
***
Peki, bin yıllık bir tarihe, bir kültüre sahip, aba ecdadının Allahû Ekber nidaları varken, fütuhat yapan bir ecdadın evlat ve torunları nasıl oluyor da değişik programlarla donatılıyor… Batıl ve yanlış sloganlarla toplumu özünden saptırıyorlar…
***
Bize göre bunlar İslami olmamakla beraber, milli değildir, yerli değildir, ahlaki de değildir. Toplumun 7’den 70’ini teru taze çağdaş bir kültürle yetiştirmeliyiz. Rehberimiz de, imanla ve İslam’la bütünlük sağlamaktır.. İlim elde eden bir gençlik lazım. Böylesi bir gençlik, olmazsa olmazımız olmalı.
***
Geçmişe yönelik tarihle, kültürle, medrese ilimleriyle, Kur’an okutmakla, tedrisat yapmakla gençlik kendini toparlayabilir, memleketine, ana babasına faydalı bir nesil yetiştirmeliyiz…
***
Bilmeliyiz ki böylesi bir gençlik yetiştirilmediği müddetçe, sosyal çürümüşlükten kurtulmamız mümkün değil.. Her geçen gün daha bir batak hale geliriz… Ne yazık ki herkes gününü gün etmeye çalışıyor.
***
Bakınız, dün TBMM’de yemin töreni vardı.. Hem yeni kabine üyeleri hem de, milletvekili yemini etmemiş eski bakanlar yemin etti. Bu yemin Anayasanın 81. Maddesini içermektedir. İçeriğine ve kapsayıcılığına baktığınızda, ne hükmen, ne şer’en, ne usulen, ne kaide olarak hiçbir cihette yemin sayılacak gibi değil…
***
Denir ya, kim kimi kandırıyor? Bu yemin metni, şekli ve yüzeyseldir… Ağır olacak ama hakikat bu, aldatmacadan ibarettir. Zira yemin, gerçek olarak üç kelimedir. Yani yalan söylerse, o yemin sahibini büyük ağır sorumluluk altına koyar. En değerli ve en geçerli yemin üç kelimeden ibarettir.
Vallahi, billahi, tallahi…
***
Müslüman’ın kültürü bu yeminle oluşmuştur. Evet, bu memleket insanının bin seneden beri inanmış olduğu yüce İslam dinine bağlılığı ancak bu yeminle sorumlu kalabilir. Yoksa başka yeminler uyduruk yeminlerdir, yemin sayılmaz ve aldatmacadan ibarettir. Ne yazık ki ülkemiz bu hale geldi?
***
Yanlış, ithal malı bir siyasetle karşı karşıya kalan bu millet, artık başının çaresine de bakamıyor. Çünkü kimi seçerse seçsin, aynı minval üzere yemin ediyor ve gününü gün ederek iş başına geçiyor.
***
Bu muhafazakârdır, bu dindardır, öbürü dinsizdir, diğeri milliyetçidir. Böyle bir şey yok. Mevcut anayasa ortadadır, hiçbirini kabul etmiyor. Laikçi bir anayasa ile toplum karşı karşıya bırakılmıştır. Toplum da ancak aldatmacalarla, parlak makyajlı cümlelerle kandırılıyor. Millet de onunla kalkıp oturuyor ve yetiniyor.
***
Bu hal muhaldir. Bu toplum, aba ecdadının medeniyetine dönmelidir ki içine düştüğü sosyal, ekonomik, kültürel ve inanç değerlerini tarumar eden çürümüşlükten, travmatik ruh halinden kurtulabilsin… Bu olmadığı takdirde, memleket bir yere varamayacağı gibi, sulhu da, huzuru da, mutluluğu da, ümmet şiarıyla olan kardeşliği de yakalamamız mümkün değil…
En derin saygı ve sevgilerimle.