O YÜCE PEYGAMBERE İNTİSAP!? (IV)
Deriz ya; “lafla peynir gemisi yürümez” diye.. Boşuna söylenmiş bir söz değil.. Ki halk deyimidir.. Yani muhtevası, kapsamlıdır!..
***
Biz de diyoruz ki; İslam yüceler yücesi bir dindir! Ona inanmak, ona intisap etmek ve ona bağlı kalmak her Müslümanın ulvi görev ve sorumluluğudur.. Tek gayesi ve amacı olması gerektiği gibi yaşamının da dayanak noktasıdır…
***
Haramı da bilecek, helali de bilecek.. Namazını kılacak, niyazını yapacak, Kur’an’ını okuyacak, “İslam ve İman” akidelerini yerine getirecek.. Kötülüklerden kendini arındıracak, uzak duracak, iyiliklere sarılıp, onu büyütüp, geliştirecek..
***
Yoksa! Haram olanı yiyecek içecek.. Yüzüne abdest suyu değmeyecek. Alnı secdeye gitmeyecek.. Namaz kılmayacak, niyaz etmeyecek.. Kötülükleri kendine yaşam biçimi yapacak.. İyiliklere, güzelliklere karşı olacak.. Saygı, sevgi bilmeyecek.. Eee sonra çıkıp “Ben Müslümanım” diyecek! Yok, öyle bir şey, yok böyle bir Müslümanlık!
***
Günlerdir yazıyorum!.. İslam ilahi bir gerçektir.. Bu gerçeği de her birey, her toplum, her millet ümmet olabilme hakikatiyle içine sindirmelidir.. Yaşamının tüm katmanlarını onunla hemhal etmelidir.. Kalkmasını, oturmasını, yemesini, içmesini, uyumasını dahi; onunla kâmil etmelidir! Ağızdan çıkan iki sözcükle değil; bilfiil yaşamalı ve uygulamalı!
***
Milli irade diyoruz!.. Milli irade kimlerden teşekkül.. Elbette ki, bireyden aileye, aileden topluma, toplumdan da devlete kadar uzanmaktadır.. Bir coğrafyanın, bir devletin himayesinde yaşayanlardan müteşekkil olur; milli irade.. İşte o milli irade, neye intisap etmişse, iman hakikatleri neyi emrediyorsa, yönetimdekiler de onunla bütünlük kazanmalıdır.. Tüm mekanizmalarını, İslam dinine intisap ederek, pekiştirmeli!
***
Şayet bunlar devlet yönetiminde ve idaresinde tavizsiz yer alırsa; işte o zaman milli irade tecelli etmiş olur.. Çünkü hükümetlerin, iktidarların, siyasilerin tek görevi; milletin inancını korumak, milletin inancı paralelinde devlet idaresini sağlamaktır. Yoksa rastgele aldatmacalara sürüklemekle riyakarane gösterişle ne millet yönetilebilinir, ne de milli irade temsil edilebilinir, ne de o millet kendisine “ümmet” diyebilir..
***
İslam’ın temel dayanağı Kur’an’dır, Hadis-i Şerif’tir, sonrasında da İslam müçtehitleri olan büyük ulemaların tespitleridir.. Onların Kur’an’ın ayetlerinden çıkardıkları hükümlerdir… İşte beşeri olarak; bizlerin de “iman şuuruyla” bunları okumamız, öğrenmemiz ve hayatımıza adapte etmemiz gerekir.. Yeri ve zamanı geldiğinde de, onun uğrunda her türlü cihatta bulunmaktır…
***
Tabi bunu sadece bireylerin yapması kâfi gelmez. Bunu toplumsal olarak, devletin himayesi altında milletle devletin imtizacıyla bir arada yürütmek ve yaşatmak gerekir.. Devletin, milletin inancını en üst seviyede tutması ve hiçbir beşeri sistem nedeniyle arka plana atmaması gerekir… Pek tabi ki, fiili bir mücadele sergilemeden “Milli iradeye sahip çıkıyorum” demek de çözüm değil.. Bırakın kâfi gelmesini, kendi kendimizi kandırmış oluruz!…
***
Demem o ki; yönetimler, iktidarlar, kanunlar, yasalar ve anayasa… Tümüyle İslam’ın “ilahi hükümleriyle” yekvücut olarak kendini donatması lazım.. İslam ve Kur’an hükümleri ne ise o paralelde milleti yönetmesi gerekir… Milleti bu şekilde İslam hükümleriyle pekiştirmek ulvi görevdir… Ki bu da hükümetlerin, yönetimlerin yegâne görevidir.
***
Yıllardır ifade diyorum… Bunu yapmayan iktidarlar, siyasiler hiçbir zaman “Milli ve Yerli” olamazlar. Milletin iradesi bu yönde iken, bu yönde gitmeyen partiler, iktidarlar, “siyaset yalandan ibarettir” sözünden de kendilerini kurtaramazlar… Ne diyoruz; siyaset demek milli irade demektir. “Siyaset yalan söylemelidir” diyenler siyasi olamazlar.. Ancak ve ancak gününü gün eden politikacılar olabilirler.
***
Milletin yegâne iradesi milli ruhtur.. İslami gerçeklerle yaşamaktır.. Ümmet olabilmektir; insani, vicdani ve rahmani bir yönetimin bünyesinde, kenetlenmektir… Osmanlının, Selçuklunun günümüze dek yaşayarak geldiği irade budur. Alparslan’ın 1071’deki çalışma stili ne ise, sonrasında Osman Gazilerin, Fatihlerin ve Cumhuriyete kadar aba ecdadımızın doğu ve batı demeden yekvücut olarak, ortaya koyduğu iman şuuru ne ise bizim de ona yönelmemiz lazım…
****
Bu Kürt’tür, bu Laz’dır, bu Arap’tır, bu Türk’tür demekle bir yere varılamaz. “El İslamiyetu cebbetil asabiyete el cahiliye…” İslamiyet, cahiliyet devrinden kalan kupkuru ırkçılık taassubunu kaldırmıştır ve yasaklamıştır.
***
Onun için Kur’an’ın hükümleri ve aynı paralelde Hadis-i Şerifler ve yine o paralelde ulemaların çıkarmış olduğu fıkhi meselelerin ve fetvaların topluma enjekte edilmesi gereken bir zaman dilimi içerisinde yaşıyoruz…Yaşanan ve yaşatılan badireler orta yerde..
***
Onun için İslamiyet’in ana çizgi ve hükümlerine sarılmak gerekir. Yoksa ne yapılırsa siyasi kandırmacalardan ibaret olur ki ondan da kendini kimse kurtaramaz…
***
KURBAN BAYRAMI
Bakınız, mukaddes bir zaman dilimi ve atmosferi içerisindeyiz.. Bugün arife günü.. Yarın da Mübarek Kurban Bayramı.. Bir tarafta milyonlarca Müslüman, Mekke ve Medine’de ellerini semaya açmış, Yüce Yaradan’a dua edip, hacı olmaya çalışıyor..
***
Ve bizler de, Allah-ü Teâlâ’nın bize bahşettiği maddi imkânlar ölçüsünde bayram yardımlaşması içerisinde, kimi kurban kesecek, kimi zekât ve hasenat yardımında bulunacak. Yani maneviyatı üstün ve yüksek günleri yaşıyoruz…
***
Gün gönül köprüleri inşa etme günüdür. Bugün, sevinme ve sevindirme; hatırlama ve hatırlanma günüdür. Geçmişlerimizi hayırla yâd etme, anne babamızı, kardeşlerimizi, akraba ve komşularımızı ziyaret edip gönüllerini hoşnut etme günüdür. Yetimlere ve öksüzlere, yaşlılara ve hastalara bayram sevincini ulaştırma günüdür.
***
Bu günler, affetme ve kucaklaşma günüdür. Kırılan kalpleri, mahzun gönülleri, bayramın bereketi ve güzellikleriyle mamur etme günüdür. Kardeşliğimize gölge düşüren her türlü çekişmeye, dargınlığa ve küskünlüğe son verip barış ve huzur iklimiyle yenilenme günüdür.
***
Öyleyse kırılan kalpleri, darılan gönülleri, bayramın bereketi ve güzelliğiyle imar edelim. Kardeşlerimizle aramızdaki çekişme ve küskünlüklere son verelim. Birliğimize ve kardeşliğimize zarar veren kin ve hasetten, gıybet ve iftiradan uzak duralım.
***
Bilelim ki kurban sadece kan akıtmak değil; takvaya ulaşma ve Allah'a yakın olma arayışıdır. İhlas ve samimiyetle Rahman’a yönelişin sembolüdür. Allah sevgisinin tezahürü, Hak yolunda fedakârlığın nişanesidir.
***
Yüce Rabbimizin, "De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm, âlemlerin Rabbi olan Allah içindir." buyruğuna yürekten bağlılığın ifadesidir. Kurban bayramı ise Cenâb-ı Hakkın muttaki kullarına ihsanıdır. Hz. İbrahim'in imanını, Hz. Hacer'in sadakatini, Hz. İsmail'in sabır ve teslimiyetini kuşananlara ikramıdır.
***
Bayramlar, Allah yolunda infak ve paylaşma günleridir. Bayramlar, hatırlama ve hatırlanma zamanlarıdır. O halde, komşunun, akrabanın, yoksulun, yetimin ve ihtiyaç sahiplerinin de hakkını ve hatırını gözetelim. Maddi imkânlarımızın yanında onlarla sevgi ve muhabbetimizi de paylaşalım.
Ebedi âleme göç eden yakınlarımızın kabirlerini ziyaret edip onlara dua etme günüdür. Cennet kokulu çocuklarımızı hediyelerle sevindirelim. Farz namazlarımızdan sonra “teşrik tekbirleri” getirmeyi unutmayalım.
***
Bu vesileyle kurban bayramını ruhlarımızın sükûnetine, hanelerimizin bereketine, ülkemizin ve İslam âleminin huzuruna vesile kılmasını Cenâb-ı Hak'tan niyaz ediyorum. Bayramımız mübarek olsun..
Pazartesi günü görüşmek üzere..
Sağlıkla ve sevgiyle kalın…