OSMANLIYI SUKUTA DÜŞÜREN FAKTÖR NEDİR? (VIII)

 

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği gibi, geçen haftanın son günü olan Cuma günündeki yazımızın son bölümünde; Bediüzaman Saidi Nursi Hazretlerinin Ankara’ya çağırılıp, Büyük Millet Meclisinde ve Mustafa Kemal Atatürk’le yapmış olduğu mülakatları sizlere aktarmıştık...

Ki, o büyük Üstadın 4 ay boyunca Ankara’da kalıp Büyük Millet Meclisi milletvekilleri ile yapmış olduğu fikir teatisi paralelinde, tekrar Van’a dönmek isterken ilk olarak 1923 yılında Ankara’da zehirlendiğinden bahsetmiştik.

Çünkü, bir ara Meclis’te tifo salgını bahanesiyle, Bediüzzaman’ın da meclisle sıkı münasebetinden dolayı herkesi aşıladıkları gibi, onu da aşıladılar.

Fakat onun aşısı başka bir aşı…

Bir kaç adamı bir anda öldürebilecek dozda olan bir zehirle onu aşıladılar.

Bediüzzaman bir mektubunda bu ilk zehirlenişini “başka bir mana var!” vurgusunun örtülü üslubuyla şöyle dile getirir:

Yeni geldiğimiz zaman çiçek aşısı doktoru beni aşıladı. O kolum çıban çıktı ve şişti; o şiş aşağıya iniyor, beni yatırmıyor, abdestte sıkıntı veriyor. Acaba benim vücudum aşıya gelmez veyahut başka bir mana var! Yirmi sene evvel beni Ankara’da aşıladılar, şimdiye kadar o aşı yeri ara sıra işliyor, rahatsızlık veriyor. Bu da öyle olmasın, diye hatırıma geldi. Sizde nasıl? (Şualar, s. 272)

Üstadın Barla hayatı (1927-1935) ve Eskişehir hapsinde (1935-1936) zehirlendiğine dair Risale-i Nur metinlerinde herhangi bir kayıt yoktur. Fakat bu durum herhangi bir zehirlenme olmadığına dair kesin bir kanaat de vermez.

Üstad, 1936 yılından 1943 yılına kadar Kastamonu’da mecburi ikamet etmiştir. Kastamonu hayatının 1941, 1942 ve 1943 yıllarında 3 kez zehirlenir. Bu zehirlenmeler Ramazan ayına denk getirilmiştir. Üstad, Kastamonu Lahikasının bir kısım mektuplarında zehirlenmekten kaynaklanan hastalıklarından bahsetmiştir.

Bir Ramazan ayında zehirlendiğini Kastamonu Lahikasındaki bir mektubunda şöyle bildirir:

Bu Ramazan-ı Şerifin başında doktorun ihbarıyla ve kuvvetli emarelerin delâletiyle ve birden hararet kırk dereceden geçmesiyle tebeyyün eden, zehirlemekten gelen şiddetli hastalık hengâmında… (Kastamonu Lahikası, s. 207)”

Tabiatıyla, insanlık tarihinin gerçek yüzüne bakıp incelediğimizde, nice Peygamber, Ulema, Hükümdar, Devlet adamı, Komutan, Bilgin, suikasta maruz kalmış oldukları görülmektedir.

Suikastların kökeni tarihin en eski devirlerine kadar uzanır.

Suikast maksatlı ve planlı bir şekilde stratejik açıdan önemli ve etkili bir kişinin öldürülerek saf dışı edilmesidir. En sinsi suikast ise zehirlemelerdir.

Peygamber Efendimiz (S.A.V) birçok kez suikasta maruz kalmıştır.

Hayber Savaşının Fethinden sonra ise bir Yahudi kadın tarafından zehirlenmek istenmiştir.

4 halifeden üçü suikast neticesinde şehit edilmiş olma vakası aşikârdır.

Kuşku götürmez tarihi gerçekler arasındadır.

Evet, sevgili olurlar.

Her ne kadar sohbetimizin 8. gününe devam etmek üzere aynı başlık kullandık ise de, ama onlar geçen haftaya yönelik güncelliğini koruyan olaylardı onun için o başlığı böylece kullandık.

Yazımızın sonuna doğru Bediüzzaman Hazretlerinin zehirlenmeleri hakkındaki olup bitenlerin açıklamasını bugüne bırakmış olduğumuzdan dolayı başlık olarak kullandığımız ‘’OSMANLIYI SUKUTA DÜŞÜREN FAKTÖR NEDİR?’’ başlığını devam ettirdik.

Aslında, içinde bulunduğumuz haftanın ilk gününde yazılması gereken ve güncelliğini koruyan Türkiye’de yeni gündemlerin vuku bulduğu gerçektir.

Elbette ki geçen haftadan kalan çok önemli başlıkları taşıyan hadiseler de vardır..

Biraz da, onlara değinmek istiyoruz.

Birincisi İslam İşbirliği Teşkilatı zirvesinin sonucunda alınan bazı kararlar ve özellikle Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan ile Başbakan Sayın Davutoğlu’nun, İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile özel olarak yapmış olduğu sohbet ve orada alınan terörle ilgili kararlar çok önemlidir...

Tarihidir..

Gerek bölgemizde olsun, gerek tüm Ortadoğu siyasetinde olsun..

Türkiye ile İran arasındaki ilişkilerin yeniden düzeltilmesi elbette ki çok sevindirici bir olaydır.

İki İslam ülkesi, artık İslam’ın emirleri doğrultusunda, İslam kardeşliğini ön plana alarak mezhepçilik taassubundan vazgeçme gerçeği söz konusu ise gerçekten çok sevindiricidir ve her iki ülke için geleceğe yönelik hayırlara vesile olacağına ümit ederiz.

İkinci önemli konu ise; Türkiye’de son 1 hafta içerisinde Kutlu Doğum haftasının kutlanması...

Diyanet İşleri Başkanı Sayın Mehmet Görmez’in Türkiye çapında göstermiş olduğu çalışma performansı...
Çok büyük önem taşımakla beraber, dün Diyarbakır’ımızda bölgenin bir çok il ve ilçelerinden, köylerden ve daha uzaklardan gelen insan akının; “Kutlu Doğum” etkinliğinde buluşması dosta ve düşmana parmak ısırtmıştır.

Bu insan akını; Türkiye için, diğer dünya ülkeleri için, çok büyük mesaj içermektedir.

Dosta ve düşmana karşı gösterilen çok büyük bir “kucaklaşmadır, buluşmadır”..

Neredeyse 150 bin kişiden hatta bazı iddialara göre 200 bin insanın Nevruz Meydanında toplanmış olma görüntüleri; bir çok hakikatti da ilan etmektedir.

Bu platformu düzenleyen çok genç yaştaki gençlerin olması takdire şayandır...

Konuşmaları da gerçekten ilmi ve tarihi konuşmalar olmakla beraber, Kuran ve Hadislerden örnek alarak miting meydanında sesleniyor olmaları, hatta tüm dünyaya seslenmiş olmaları, Türkiye’nin geleceğinin parlak bir noktada olacağının müjdeleyicisi durumundaydı.

Böyle tarihi bir kalabalık ve mitinge önceki akşamdan beri orada oturup sabahlayan katılımcıların varlığı Türkiye’nin yıllardan beri İslam’dan uzaklaştırma çabalarının artık beyhude olduğunu, havada kaldığını, bugüne kadar ümmete karşı yapılan ihanet ve hıyanetler zincirinin sonu olduğuna dair müjdeleyici bir haber niteliğindeydi.

Anılan miting; yıllardan beri, bir asır boyunca, hatta daha da ileri gidersek bir buçuk asır boyunca, bu halk kasıtlı olarak İslam’dan uzaklaşmış olmasının farkında olduğunun bir sonucudur.

Demek anlaşılan budur ki; Bu rejim ve rejimi uygulayanlar hiçbir zaman bağımsız bir politikaya, siyasete bağımlı kalmadılar.

Ancak yüzyıl önceden beri İngiliz politikasının hegemonyası altında yürütülmüş kasıtlı ve batıl bir inanç, siyaset ve politika söz konusudur.

İşte halk artık bunu fark etmiş, Tevhit inancı paralelinde vahdetini pekiştirmek için harekete geçmiş durumda.

Bu bir diriliştir ve iman sözleşmesidir.

PKK terör örgütü olsun veya herhangi terör odakları olsun veya devletin bünyesinde yıllardan beri uygulanmakta olan Laikçi, Kemalist, zorba uygulamalar olsun, siyaset ve gelen giden iktidarlar gereken mücadeleyi verememiştir bunlara karşı.

Yani halktan yana tavır almamışlar, illa güdümlü bir siyaset uygulamış olması inkâr edilmez tarihi vakalardandır.

Yüzyıl önce bu memleketin inanmış bir halkına ve ümmetine reva görülen küfür, mezalim karşısında ve İngiliz politikasının güdümünde yapılan siyaset ne kadar batıl ve yanlış olduğunu Bediüzaman Hazretleri, 14. Şua’nın bir bölümünde şöyle ifade ediyor;

‘’Bir tek gayem vardır.

O da mezara yaklaştığım şu zamanda İslam memleketi olan bu vatanda Bolşevik baykuşlarının seslerini işitiyorum. Bu ses Âlem-i İslam’ın iman esaslarını zedeliyor.’’

‘’Halkı, bil hassa gençleri, imansız yaparak kendine bağlıyor.

Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücadele ederek, gençleri ve Müslümanları imana davet ediyorum. ‘’

‘’Bu imansız kitleye karşı mücadele ediyorum.

Bu mücadelem ile inşallah Allah huzuruna gitmek istiyorum.’’

‘’Bütün faaliyetim budur.

Beni bu mücadeleden alıkoyanlar korkarım ki, aynı bu Bolşevikler güruhu olsun.’’

‘’Bu iman düşmanlarına karşı mücahede açan dindar kuvvetlerle el ele vermek, benim için mukaddes bir gayedir.’’

‘’Beni serbest bırakınız, el birliği ile Komünistlikle zehirlenen gençlerin ıslahına hizmet edeyim.’’

Evet, sevgili dostlar.

Bakınız Bediüzzaman hazretleri bunu Eskişehir veya Denizli hapishanelerinde yazmıştır ve o günden bugüne kadar nerdeyse 100 yıl geçmiş durumda..
İşte bu sayede artık İttihadı Muhammed-i doğrultusunda tevhit ve vahdet inancı paralelinde yola çıkmış bir gençlik var.

Artık bu gençlik Kemalist, Laik, zorba bir sistemin hegemonyasından kurtulmak istiyor.

Onun için Bediüzzaman Hazretleri şöyle diyor;

İttihadı İslam hakikatinde olan ittihadı Muhammedi (a.s.m) cihetül vahdeti, yani birlikteliği tevhidi ilahidir.

Allahın tevhit inancıdır.

Peyman ve yemini de imandır.

Yani sözleşmesi yeminle yapılan bir iman sözleşmesidir.

Bu sözleşmeye mensup olan umum müminlerdir.

Uygulaması sünneti Ahmedi’yedir.

Hazreti Muhammed’in (S.A.V) sünneti seniyesi’dir.

Bu ittihat yani bu birliktelik adet olsun diye değil ibadet ve ubudiyetin ta kendisidir.

Bu zamanın, tüm ümmetin boynunda yegâne farz kılınmış olan gerçek İttihad-ı İslam’ın bayrağı altında birleşmektir.

İşte dünkü Diyarbakır Nevruz Meydanındaki Peygamber Sevdalıları Platformu bunun kanıtlayıcı delilidir ve yapılan tarihi kaynaşma sözleşmesidir.

En derin saygı ve sevgilerimle…