SİYASET DÜNYASI VE MİLLİ ŞUUR!? (II)

Sohbete dahil olmadan önce, bu akşam bin aydan daha hayırla yad edilen “Kadir Gecesini” idrak edeceğiz.. Kur’an-ı Kerim’in, Peygamber Efendimizin vahi yoluyla, kalbinin üzerine indiği gecenin, feyzi, bereketi, hayrı üzerinde olsun duasıyla, geceniz mübarek olsun.. Ülkemize, milletimize, İslam coğrafyasına “istiklal, istikrar ve istikbal” temin etsin, sulhu ve ümmet olma şiarını, daim kılsın..

***

Sohbet başlığımız yerini koruyor.. Ki aynı minval üzerine de, hal-i durumu irdeleyeceğiz.. Ne yazık ki son 1.5 asırlık zaman dilimi içerisinde; “siyaset ve milli şuur” hep, grift bir kulvarda, “varlık ile yokluk” arasında, cebelleşip, durdu.. Ana etken de, sistemin özünde, “milli ve yerli ruhun” var olmamasıdır… Herşey bilaistisna, “batı ve batıla” endeksli olduğu için, “inkar ve asimilasyon” toplumsal değerlerin, kaybına yol açmıştır..

***

Yoksa, gerek Türkiye ve gerekse komşu ülkeler..Bilaistisna Ortadoğu’daki İslam ülkeleri “benlik kaybı” yaşamaz, devlet ile millet sürekli “iç çatışma, iç krizlerle” kendi kendini, yermezdi. Oluşan güç kaybı noktasında, siyonizmin, emperyalizmin, haçlı anlayışın da, “postalları” olduğu kadar, yaşam ve batıla odaklı kültürlerine mahkum yaşamazdı?!.. Resmin büyüklüğüne baktığımızda, “sulhtan, kardeşlikten, birlik ve dirlikten” söz edilemez!…

***

İşte bu tablodur, “siyaset dünyası ile milli şuur” neden, paydaş olamıyor!.. Ya da neden; yol arkadaşlığı yapmıyorlar… Nedeni basit.. Ki hep ifade ediyorum, etmeye de devam edeceğim.. “Milli siyaset” dememdeki temel etken ve ana kasıt, Kur’an gerçeklerinin, topluma enjekte edilmesidir.. Eğer bi dustürla hareket edildiğinde, icra edilen siyasette işte o zaman “milli siyaset” kimliğini kazanmış olur.. Aksi halde, ne siyaset dünyası ne de milli şuur “kendi özüyle” bütünlük sağlamaz.. Paydaşta olamaz..

***

Nitekim, mevcut yaşadığımız hal, bunun bariz ifşasıdır.. 70 yıldan beri oluşa gelen siyaset ve siyasi partilerin, hayat idamelerine bakıldığında, “sürekli çelişkiler” yumağı içerisinde, “toplumsal” hizipleşmeye, meyil vermişlerdir.. İster komünist olsun, ister liberal, ya da demokrat, veyahutta muhafazakar.. Halk deyimiyle, fikir ve düşünce, ideoloji her ne ise!.. Dönemsel olarak revaçta olmuşlar, ama bilahare mevta haline düşüp, Türkiye’nin siyasi tarihinin “çöplüğüne” atıl olmuşlandır..

***

Partilerin siyasi geçmişlerine dair sayfaları çevirdiğimiz de, nice partilerin bugün “esamilerinin” dahi okunmadığını görüyoruz!.. Ve bir tek parti için de, ülke ve milletin al-i menfaati noktasında, “hayırla” yad edilmiyor.. Çünkü, özünde, ruhunda, yaşam ve varlık anlayışında “İslami” kavram, inanç, kültür ve medeniyet olmadığı için; “hayırsız işler galebe çalmıştır…” Onları şuursuz kılan ise; “güç ihtirası” olmuştur..

***

Örnek vermek gerekirse!.. Ki, kast ettiğim şahsiyetlere denir ya siyaset arenasının her köşe başında rastlamak mümkün.. Zat kendini, öylesine muhafazakar, öylesine inançlı, öylesine nur yüzlü(!) gösteriyor ki, peşinde gitmemek mümkün değil.. Ama siyasi güç kazandığında, 180 derece değişim ve dönüşümle; bambaşka bir karaktere dönüşüyor.. Dünün çulsuzu iken, çullusu olup, ülkenin, hatta dünyanın sayılı zenginleri içerisine dahil oluyor.. Ama gel gör ki “ruhunda ve karakteristik” özelliğinde var olan “hayırsızlığından” vaz geçmiyor…

***

Ne yazık ki, bu “kirli karakteristik” özelliğe sahip olanların siyaset arenasında, itibar görme halleri de ayrı bir garabet!..Ne milli şuuru, ne milli inançı, ne milli düşünceyi, ne de örf, adet, gelenek ve göreneklerin semtinden bile geçmeyen, havasını solumakta bile imtina edebilecek karaktere sahip bu; “iman etmemişlerin” yüzündendir ki; siyaset gaflet ve delaletten kendini kurtaramıyor.. İster iktidar olsun, ister muhalafette olunsun, onlar için değişmez kural “kendi menfaatleridir?”…

***

Ama velakin, eğer ki siyaset “hidayet” sahibi olmuş olaydı.. Milli, yerli ve öz benliğiyle; iman ettiği Cenab-ı Allah’ın yol göstericisi olan Kur’an-ı Kerim ile rehber ettiği Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed’in(S.A.V) yolunda, yürüseydi.. İslam’ın özündeki siyaseti ülke yönetiminde, toplumun gelişiminde enjekte edici olsa idi, bu millet ne kavga, ne terör, ne şiddet, ne ekonomik ve sosyal sıkıntı, ne ahlaki çöküntüler ve ne de, afetlerle yüz yüze gelirdi, ne de yaşardı?!..

***

Ama yok!.. Ne var, “Laiklik” denilen kavram var.. Fransa’dan ithal edilmiş, bizdeki “asimilasyonla”, dinsizlik olarak dayatılmıştır.. Laiklik ve Kemalizm.. Kavram ve içerik bazında “yerli” olmadığı gibi aşırı ve radikal şekilde “dış mihrakların” eseri ve üründür.. Dibacesinde, Türkiye'ye başka yöntemlerle tanıtılmış ve Türkiye de onu yazık ki, kabul etmiştir, hatta büyüterek bugünlere gelmiştir.. Hangi parti olursa olsun; gelen onu yemleyip, palazlandırmıştır…

***

Bir önceki sohbette vurguladım.. Mevcut siyasi partilerin tümü.. Ki yasalarımız da, mevzuatlarımız da, hatta Anayasamız da.. “Milli şuur, milli iman, milli inanç” noktasında, tüzüklerinde tek bir ifade, cümle ya da tanım yok!.. Hep ithal ve batıya endeksli.. Laiklikle yapılan siyaset, hiçbir şekilde milli değildir, olması da beklenilemez… Dışarıdan ithal edilmiş güdümlü bir siyaset, olarak Türkiye yönetilmektedir.  Gerek ekonomiksel olsun, gerek toplumsal barış olsun, her ne olursa olsun bu millet hiçbir şekilde; sağlıklı değil…

***

Bir örnek varmak gerekirse, yarım asırdır Türkiye enva-i terör şekliyle boğuşuyor.. Nice üç, ya da dört, beş harfli örgütler peyda oldu.. ve hepsi, bu ülkeye ve insanına “kan kaybettirdi?”   Bakınız, dört seneden beri HDP binası önünde anneler, Kandil’e götürülen, eline silah verilen çocuklarını HDP'den istiyor.. Peki, HDP nerede?…Devletin resmi mührüyle meşruiyet kazanmış şekilde, TBMM'ndedir.  Bundan daha fazlasıyla halkın zihnini bulandıran başka bir örnek verilebilinir mi?..

***

Sorulması gerekmez mi?… Kardeşim madem öyle senin mecliste ne işin var… Seni nasıl resmi siyasi kuruluş olarak kabul edebililirim?.. Bunu demesi gerekmez mi?.. Demek ki her şey mubah… Ama bu mubahlık, daha fazlasıyla haramlıktır, günahtır, fitne ve fesatlıktır… Halk deyimiyle; “bu ne lahana, bu ne turşusu bu ne perhiz?”

***

Bakınız, demokrasi deyip duruluyor.. İyi, güzel demokrasi diyorsun.. Peki demokrasi demek, şişe devirmek, kadeh tokuşturmak, fuhuşa, ahlaksızlığa, kumara, rüşvete, hırsızlığa, yolsuzluğa, cinayeti, şiddete, namuz ve şeref yoksunu pespayelik mi demektir? Ona meşruiyet kazandırmak mı demektir?!.. Hayır..  Demokrasi demek, milletin barışı ve selameti içerisinde yaşaması, kendini idame etmesi demektir..

***

Yasama üyeleri.. Yani Milletvekilleri.. Üstlendikleri görev, icra etmeleri gereken misyon, nettir.. Onlar milletin oyuyla, seçilip meclise gidenlerdir.. Ülke ve milletin “vekili” olma sıfatlarıyla, milli bir şuuru tesis etmek için omuzlarına yüklenmiş bir görev var.. Yani, demokrasiyi onlar milli ve yerli bir şuurun, rotasında inşa etmeleri gerekir..

***

Yoksa, fuhuş sektörünün oluşturulmasıysa, riba, faiz ve tefecilik söz konusuysa, PKK'yla işbirliği yapan partileri meclise taşımaksa, vay ülkenin ve milletin haline demekten başka nasıl bir çığlık atılabilinir ki?… Yok arkadaş yok.. Yeter artık bu kandırmacalar, aldatmacalar, hileli, şantajlı beyanların zikredilmesi..

***

Şu partilerin ittifak yapılarına bakıyorum!.. Der demez insanı dehşete düşürüyor, akıl sır erdirememe noktasında!.. Şu parti geliyor ben muhafazakârım diyor, her şeyi yapıyor. Öbürü geliyor, ben sol partiyim diyor, dediklerini söylüyor.. Diğeri sosyalist, berisi liberal.. Kominsti dahi var… Herkes kendisine özgü bir meşrepten dem vuruyor, ama saflar noktasında herkes bir başka safta..

***

Vaziyet,  gerçekten milletin aklını bulandıran bir hali içermektedir.. "Dost acı söyler" kabilinden biz de bunları söylüyoruz, düşünce özgürlüğü paralelinde yazıyoruz.  Ancak bu milletin alın terinden akan vergiler yerli yerinde harcanmıyorsa vebali çok büyüktür.  Devlet yatırım olarak millete geri gönderirse ne ala, bunu yapmıyorsa, partilere veyahut yanlış kuruluşlara bütçe temin ediyorsa bize göre bu gayrimeşrudur ve yanlıştır, günahtır!…

En derin saygı ve sevgilerimle.