TOPLUM 7’DEN 70’E KADAR ANORMAL HAL YAŞAMAKTADIR!?
Ne hazin ki öyle... Ve ne hazindir ki çözüme odaklı sonuç getirici adımlar atılmıyor.. Her geçen gün, “beterin beteri” bir hal yaşanıyor… İnanç, kültür ve medeniyet yönünden büyük bir “erozyon” girdabında sürekli, dejenere olunuyor… Tüm kutsallar, tüm ulvi değerler, batıla ve batıl anlayışın vesayeti altında, asimile ediliyor…
***
Bir süredir kapsayıcı şekilde, toplumun DNA’sını bozan unsurlara dikkat çekiyorum!.. Ahlaki çürümüşlük ve gençliğin yaşadığı vahim derecedeki benlik kaybına vurgu yapıyorum… Aman ha aman; “mevcut hal, iyi bir hal değil” diye? Ne var ki, duyması gerekenler, “üç maymunu” oynayarak duymuyor? Ki bu duymazlık, bugüne özgü değil 1 asırdır böyle…
***
Yoksa gelinen aşama insana “çığlık” attırır mıydı? Ülke ve millet, uygulamalar çok değişik pozisyonları, kapsamaktadır.. İslam inancı, kültürü ve medeniyetini yaşayan ya da yaşamaya heves edici nesil artık “samanlıkta iğne arar” hale gelirken, onları yetiştirenler de, maddiyatın peşine heves edici hale gelmişler.. Her şey; maneviyatsız bir yaşam ve maddiyat!..
***
Eskiden, toplumun ekseriyeti iş ve aştan zaman buldukça odaklandığı mekanlar, medreselerdi, sohbet evleriydi, camilerin mukabele bölümleriydi.. Buralarda büyük İslam önderleri olan ilim adamlarının sohbetlerine katılır, din, ahlak, kültür anlatılırdı? Yani İslami istişarelerde bulunulurdu? Hatta daha ötesi, cemaatle kılınan ikindi namazlarından sonra Buhari-i Şerif ve Müslim okunuyordu.
***
Saygının da, sevginin de, hürmetin de, aile müessesesinin kutsallığı da, ülkenin ve milletin birlik ve dirliği de, gözetilirdi... Şiddete, teröre, kine, nefrete husumete yer verilmezdi.. Küsler barıştırılır, darda olana yardım eli uzatılırdı.. Yani büyük bir dayanışma, büyük bir ümmet şiarı hâkimdi… Nitekim semeresini de; İslam yer küresinde sürekli büyüyen ve coğrafyaya sahip olurdu..
***
Ama bugün! Son 1 asırlık zaman dilimi içerisinde, tahribatlar zinciri içerisinde İslami tüm kapılar kapatıldı, açık olanlar da kapatılmak üzeredir.. Ne camilerde mukabeleler, ne medreselerde ve ne de sohbet odalarında ne gelen var ne de konuşan, dinleyen var?
***
Şimdi, insanlar farklı mekânları dolduruyor. Kahvehanelerde, kafelerde, kumarhanelerde, içkili restoranlarda, barlarda-pavyonlarda; “inanç ve kültür” erozyonu yaşıyorlar.. Okey mi, kâğıt oyunları mı, enva-i kumar şekli mi? Loto-toto, at yarışları, bahis... Uyuşturucu, fuhuş, sıradan günlük yaşam haline gelmiş…
***
İşte bu hal, iyi bir hal değil.. Mutlu veya müreffeh bir hayat tarzı hiç değil… Hem maddi hem de manevi yıkımlar yaşanıyor.. Kumar mı, uyuşturucu mu, fuhuş mu; nice ailelerin evlatları bu bataklıkta, debelenip duruyor.. Kimi battıkça batıyor, kimi de hayatıyla, aile bireylerinin kurban verilişiyle ödüyor…
***
Toplum, ecdadının bin sene yaşadığı ve geçirdiği ahlaki zincirinden, koparılmıştır. Batıl ve seküler bir ahlaki erozyonun dibini yaşayarak, kendi özünü, milli ruhunu kaybetmiştir.. Kimse de, merak edip ecdadının kültürüne, medeniyetine, ahlaki değerlerine bakmıyor.. Onu öğrenebilme adına da, efor serf etmiyor..
***
Hâsılı, toplumsal yönde büyük bir tahribatın ve çürümüşlüğün uçurumundayız. Hal-i durumumuz ne olur bilmem? Ama, “Allah sonumuzu hayretsin” diye dua ve temennide bulunuyoruz..
***
Gerçek şudur ki batıl işlerle insanları meşgul eden bugünkü ürkütücü sistem, dünyanın nasıl bir dünya olduğunu ve nasıl bir dünyada yaşamak istendiğini insana unutturuyor. Sadece yüzeysel bir yaşam tarzı ve taklitçilik var..
***
Bakınız günlük yaşamdan bir örnek vermek istiyorum! Adamın hal-i vakti yerinde, zengin... Gidip lüks bir araç almış; biniyor.. Ve bunu bir caka olarak, gösteriyor! Peki, “ahlaki mi, insanı mi” bana göre değil... Zira her ne kadar parası varsa da parası olmayan kısım da olmakla beraber, “aradaki uçurum” tehlike arz ediyor..
***
Olmayan, olana karşı kin bağlıyor.. Nefret duygusu körükleniyor.. Burada da karşımıza çıkan ana etken; “lükse ve israfa” gidilmemesi gerektiği gerçeğidir.. Lükse, israfa, büyük harcamalara giren nice insanlar çok kısa bir süre sonra bakıyorsun ki; iflas etmiştir… Kahvelerde, ufak sandalyelerde oturup gününü geçiriyor, elinde bir şey kalmamış.
***
Bu defa namus dairesinde çalışanlara karşı da komplo teorileri kuruyor. Acaba bu nereden getirmiş, nasıl yapmış gibi düşünceler…
Böyle olunca da toplum der demez kendine bir kurtuluş arayışı içine giriyor… Bilenler tecrübeye dayanarak kendine bir yol çizebiliyorsa ne mutlu. Bilmeyenler, bilmediği gibi “altta kalanın boynu kopsun” misali “banane” diyebilecek bir boşluk oluşuyor..
Oysaki inanan bir toplum, kardeş bir toplumdur. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim de “Müminler, ancak kardeştirler” diyerek buyruğu veriyor. Bu itibarla o mefhum, o anlam, o mana, o yüce değer, ne yazık ki bugün toplumun içerisinde yaşanmıyor.
Keşke yaşanmış olsaydı. Ama heyhat! Yaşanmıyor.
***
Nitekim “ben nasıl yapayım da sahtecilikle birilerinden para koparayım, birilerinin varlığını takip edeyim, komplo teorileriyle nasıl onun malını elime geçirebilirim” gibi bir zihniyet maalesef toplumda galip geliyor. Ki toplumsal çürümüşlük de, buradan çıkıyor..
***
Yönetimlere düşen görev; bu yanlış ve batıl anlayışı ortadan kaldırmak için, milleti doğru yola götürmek için bunlara bazı kırmızı çizgilerin çekilmesi lazım… Hem milli eğitim vasıtasıyla, hem de toplumsal barışı temsil eden, simgeleyen, aşiretler arasındaki komiteler gibi, tahribatın üstesinden gelinmesi lazım…
***
Ama nerde? Bugünkü sistemin resmi çizgileri kesinlikle milletin bünyesine uygun değildir. Millete millilik ve yerlilik mefhumunu aşılamıyor, bilakis oldukça uzak duruyor ve tutuyor. “Görünen köy kılavuz istemez” misaliyle yola çıkarsak, çok şeyler görüyoruz.
***
Gençliğin kaçta kaçı acaba kırmızı çizgileri görüyor? Bakıyoruz ki kimse kırmızı çizgileri takmıyor, hiç önüne de bakmıyor ve basıp geçiyor. Üstüne üstlük yaptıkları da yanlarına kâr kalıyor. Peki, nerde kaldı millilik, nerde kaldı kurtarıcılık?
Milletin yeniden kendine gelebilmesi için, aba ecdadının yaşam tarzına bakması lazım, tarihine bakması lazım, ahlakını kendine örnek alması lazım…
***
Ertuğrul Gaziden tutun da Osman Gaziye kadar, Fatihlere kadar, bunların hepsi bu milletin varlığına yönelik çok büyük aşamalar kaydetmişlerdir. Ömürlerini bu yollara vermişlerdir. Kurtarıcı bir yol aranıyorsa, toplumun gençliğine onların ahlakını, medeniyet anlayışını enjekte etmesi gerekir. Allah, Peygamber, Kur’an mefhumunu gençlere öğretmek lazım…
***
Nitekim bugün Avrupa’ya gittiğinizde, Almanya veya Fransa veya başka bir Avrupa ülkesine gittiğinizde görürsünüz… Dini inançlara nasıl da bağlılar? İlkokuldan başlıyorlar, Hz. İsa’yı ve Hz. Meryem’i öğrenmeye..
***
İslam’a büyük hizmet vermek arzusunda olan bir toplum, öncelikle adam yetiştirmesi gerekiyor. Olayın olmazsa olmazı da budur. Eğer adamı yetiştirmiyorsa, adam batı zihniyetini millete aşılamaya çalışıyorsa, işte bu millete ihanettir ve hıyanettir.
Millet sadece batının teknolojisine yönlendirilebilir, yoksa teknoloji öğrenmeden körü körüne gidip o batının ahlaksız toplumlarının içinde yaşamak maalesef çok zor olur. Bizim milli terbiyemiz bunu kaldıramaz.
***
Bu itibarla diyoruz ki milli terbiyeyi muhafaza etmek için, illaki Kur’an’a sarılmak gerekiyor. Aksi takdirde büyük bir gaflettir, hıyanettir ve milleti aldatmaktır. Bunun sonucu da hayır getirmez.
En derin saygı ve sevgilerimle.