TOPLUMSAL BUHRAN, NEREYE KADAR?! (II)

Dünden devamla sohbetimizi sürdürüyoruz! Ve diyoruz ki; toplumsal buhran bu ülkenin ve milletin kaderi olmamalıdır... Bizi bizden eden, temel değerlerimizi alabora eden, siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel ve ahlaki yönde toplumun kimyasını bozan bu gidişat nereye kadar sürecek? Daha ne zamana kadar, milli iradeyi temsil eden siyasi mekanizma çözümsüzlükle kendini ikmal etmeye devam edecek?

***

Ne yazık ki toplumdan yükselen sese kulak veren, samimiyet gösteren yok!? Gelen-giden iktidarlar ki muhalefet de dâhil olmak üzere bu işin sorumluları ve vebal sahipleridir… Seçim meydanlarında nara atarlar? Mevcut, toplumsal buhranla alakalı okkalı laf ederler.. Kendilerine siyasi malzeme yaparak; “Biz gelirsek, memlekete sahip çıkarız, sorunları çözeriz, bize mührü verin, görün sorunları nasıl çözüyoruz” deyip dururlar... Ama başa geldiklerinde; “aynı tas aynı hamam” misali beterin beteri yaşanıyor ve yaşatılıyor?

***

Dünkü sohbette, Esenyurt’taki iki kişinin öldürülmesi, Batman’daki gencin sokak ortasında kurşunlanması ve daha nice olayları irdeleyerek “toplumsal buhranın” üretimi olan şiddet kol geziyor demiştim… Bakınız bugünkü Diyarbakır Söz Gazetesinin manşet haberine… “Kendimizle savaşıyoruz” başlığı altında bir haber… Dile kolay, sadece son 7 ayda Türkiye genelinde 1200 kişi. Ki o da basına yansıyan haberlerin toparlaması; şiddet olaylarında öldürülmüş... 1960 kişi de yaralanmış!

***

Bir taraftan toplumsal buhran, diğer taraftan bireysel silahlanma! Yani ateş ile barut yan yana gelince, elbette ki “şiddet, kan, gözyaşı” kaçınılmaz hale geliyor… Üstüne üstlük bir de “cezasızlık” eklenince, körükleyen körükleyene… Yani adalet mekanizmasının “adil olmayan” işleyişiyle “yapanın yaptığı yanında kâr kalıyor” düşüncesi, kısasa kısas olmayınca; “Teksas’tan” beter hale geldik? Toplum bugün kendiyle savaşır hale gelmiştir?

***

Peki çare! Günlerdir ifade ediyorum, çare toplumsal bir bütünlük içerisinde, devletin tüm içtimai işleyişiyle birlikte; “özümüze, benliğimize, milli ve yerliliğimize” dönmemiz gerekir! Bunun yolu da Selçuklunun, Osmanlı İmparatorluğunun kendine “rehber edip” yola çıktığı iman şuurudur… Kur’an-ı Kerimdir, Peygamber Efendimizin hadisleridir, İslam’ın temel kaide ve kurallarıdır.. İlimle, irfanla yoğrulmadır!

***

Ama nerde! Aslında siyasal yönetimler bunun çözüm reçetesi olduğunu çok iyi biliyorlar?! Lakin “batı ve batıl anlayışın” hegemonyası altında “el mahkûm” zincirlerinden kendilerini kurtaramıyorlar… Onun içindir ki gelen giden iktidarlar tabiri caizse birbirlerinin değirmenine su taşımaktan öteye gidebilmiş değiller… Gelen gideni devamı çarkıyla, kendini idame ediyor…

***

Bakınız, desek ki... Ahlaki ilmi değerlere sahip çıkmak, bilimsel açıdan teknolojiye sahip çıkmak, yeraltı zengin kaynaklarını yeryüzüne çıkarmak, eğitim ve müfredatı yerlileştirmek, adaleti adil bir noktada tesis etmek, huzuru, güveni, barışı, toplumsal birliği ve dirliği sağlamak, kime düşer! Ya da kimin; yapması gerekir... Verilecek yanıt elbette ki; gelen giden iktidarlara düşer. Ki onlar sorumludur vebal de kendilerine aittir…

***

Peki, siyasi iktidarlar bu minvalde sorumluluk alıp, çözüm üretici olabilmişler mi?! Nerede? Olsa idi; bugün ülke ve millet olarak toplumsal buhran geçirir olur muyduk? Demek ki, herkes gününü gün ediyor... Halk deyimiyle “salla başını al maaşını” kabilinde...

***

İnanın, toplum bunu soruyor ve sorguluyor.  Allah encamımızı hayreyleye.

İktidara gelenler öncelikle şahsi çıkarlarını bir tarafa bırakmaları gerekir... Halkın çıkarına yönelik çaba göstermeleri lazım. İşte o zaman her şey meydana çıkar. Halk adına çaba gösteren iktidarlar, hiçbir zaman zeval bulmaz.  Ama kendilerine veyahut yakınlarına veyahut partizanlıklarına yönelik çalışmalar olursa da ki mevcut hal orta yerde kimse “huzur bulamaz?”

***

Memleketin beklentileri, halkımızın iktidardan beklentileri elbette ki büyük bir çaba göstermeleri gerektiğidir. Halk bu beklentiler içerisinde bekleyip dururken sonuç da bir türlü gelmiyor.  Ekonomiksel sıkıntı, kültürel sıkıntı, tarihi gerçekler, toplumsal anlaşmazlık ve ahlaki çürümüşlük, durup dururken orta yerde katliamların yaşanması. Ölen ölüyor zaten de katil de hapse girip besleniyor.

***

Yüce kitabımız Kur’an diyor ki; “Kısasta hayat vardır.”

“Her kim bir insanı öldürürse, devlet eliyle o insan kısasla cezalandırılmalı... Ki bir daha; o suç tekrarlanmasın. Cinayetler olmasın…” Ama bunun tersi hareket hiç de doğru bir hareket değildir?

***

Yukarıda da aktardım… Zira suçu kökten kurutup atacak caydırıcı bir kanun yok, bir çaba da yok. Ancak olup bitenler rüşvete dair çok büyük potansiyelde para var. Bunu avukatı da kazanıyor, hâkimi savcısı da kazanıyor, ne diyeyim yani adliyenin kapısından başla en tepeye kadar her tarafta, adil olmayan bir işleyiş var… Kimin parası varsa kurtulup gidiyor, parası olmayan da tabiri caizse “altta kalanın canı çıksın” misali…

***

Bu misalle yola çıkarsak bu hal böyle devam edemez.  Eski hal muhal, ya yeni bir hal ya da izmihlal.  Bu izmihlale doğru Türkiye gidiyor! Allah korusun.  İzmihlale doğru giden toplum, ne zamana kadar ahlaki bakımdan, ekonomiksel bakımdan kendini toparlayabilir? Toparlamak için bir çaba da yok. İktidarlarda da bir çaba yok… Kimin umurunda?

***

Oysaki halk “ben muhafazakârım, bana oyunu ver ben her şeyi düzeltirim” diyen partiye oyunu veriyor.  Ki kimse CHP, HDP’ye kısacası sol kesime oy vermiyor, iktidara getirmiyor. İktidara gelenler hep muhafazakâr partiler olmuştur… E peki, onlar da çürük çıkıyorsa halk ne yapsın bu durumda, kurtuluş çaresini nerede arayıp bulacak?

***

Bir dizi soru insanın aklına geliyor.. Şöyle ki... Netice itibariyle yüzde 99’u inanan bir toplum olan Türkiye veyahut öbür İslam dünyası ülkeleri… Hepsi el ele vererek yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in hükümlerini uygulamaya soksalar; toplumsal buhranın üstesinden gelemezler mi? Elbette gelirler... İşte o zaman da her şey değişecek.  Avrupa’ya dahi meydan okuyabilecek hale gelir. Ekonomiksel olarak, kültürel olarak, ahlaki olarak her şeyde üstünlük sağlayacak. Ne yazık ki, o çaba da görünmüyor.

***

Sonuç ne peki? Allah korusun, böylesine başıboş bir toplum böyle yönetilemeyeceğine göre sonuç izmihlaldir. İzmihlal de yok olmadır. Hükmen de olsa millet hükümranlığını kaybetmiş olur... Çünkü aba ecdadının kültürüyle yaşamıyor, yaşamadığı için de; huzuru bulamıyor…

***

Bu itibarla biz de diyoruz ki; memleket insanına yazıktır. Aba ecdadın kültürüyle, ahlakıyla kendine çekidüzen vererek kendini toparlaması gerekiyor. Bu iş hem topluma düşer, hem de toplumu yönetenlere düşer.  Özetle, millete yeni bir şekillendirme, yeni bir ahlaki düzen, yeni bilimsel yaşama düzeyine ihtiyaç vardır…

***

Eğer ki bunlar olmazsa hiçbir şey değişmeyeceği gibi mevcut hal, beterin beterinin ötesinde buhranlı yaşama mahkûm olur… Onun için iktidarlara düşen vazife; yeni bir milli ruhu icat etmeleri gerekiyor.  Bu da ilim ve aba ecdadın kültürüyle gerçekleştirilebilir.

En derin saygı ve sevgilerimle.