TÜRKİYE’DE HEP JAKOBEN ELİTLER Mİ SÖZ SAHİBİ OLACAK?

Evet ya! Nasıl da, “azınlık” çoğunluğa tahakküm ediyor.. Ve nasıl da, toplumu temel değerlerinden “uzaklaştırarak”, benlik kaybı yaşatıyor.. Akla ziyan bir halin seyrinde “küfür çemberi” büyüyor.. Lafı eveleyip, gevelemeye gerek yok.. Manzara dehşetli, çok kötü ve hiçbir şekilde iç açıcı da değil… Ahali, aradığını bulamadığı gibi, buhran geçiriyor..

***

İster ahlaki alana gir, ister ekonomik alana gir, ister adalet ve hukuk alanına gir, isterseniz de devletin işleyen mekanizmasına girin; “o biçim yıkım ve erozyon” söz konusu!.. Çünkü siyasal ve sosyal alandaki tüm müştemilatın hepsi olmazsa da ekseriyeti milli ve yerli anlayıştan uzaktır.. Fersah fersah ırak olduğu gibi, tarihsel bir intikamı da bünyesinde barındırmaktadır…

***

Yakın tarihimizin zaman dilimi içerisinde yaşanan ve yaşatılan hadiselerin özüne baktığımızda, ülke ve millet için “sırta indirilen hain hançerlerin” çok olduğunu görüyoruz.. Yaratılan kaotik atmosferle kim dost, kim düşman bilinmiyor.. Onun için de toplum sosyal alanda arayıp bulamadığını, ne hazindir ki ülke idaresinde yer alan siyasal alanda da bulabilmiş değildir…

***

Var olan bir azınlık zümrenin tahakkümü!.. Jakoben siyaset anlayışının yine jakobence dayatmalarıyla, “dediğim dedik” misali, dikte edici olmuştur.. Ballı zehri, algı odaklı yaldızlı cümlelerle halkı kandırarak, zehirlemiştir.. Beklentilerine cevap vermemiş, yeri zamanı geldiğinde “Demokles’in kılıcını” başından eksiltmemiştir..

***

Nitekim bugün mevcut müesses nizamın mekanizması, işlev görmüyor.. Çark dönmüyor, var olan dişliler ise zigzag yapıyor.. Bozuk bir işleyiş var.. Ki bu işleyin ürettiği terör odakları da, herkesin malumu!.. DHKP-C’den tutun da PKK’ya kadar.. DEAŞ’ından tutun da, FETÖ’süne kadar.. Ve daha nice, üçlü dörtlü harflerin kodlarını taşıyan terör örgütleri… Halk deyimiyle tüm bunların baş müsebbibi hiç unutulmasın ki, müesses nizamdır.

***

Çünkü, müesses nizamın bünyesinden fışkıran jakoben ve aldatan siyaset, kirli bir politika üreticidir.. Keyfiyete dayalı vurgunu ve rantı, düşünendir.. Batıla ve batıya biat edici olduğu gibi, yüz yıllık anlayışıyla Siyonizm’e ve emperyalizme mandacıdır.. Ve hep masum insanların kanı gölgesinde ister iktidar olsun, ister ana muhalefet olsun siyasi oluşumlar, kendilerine hayat biçimlendirmiş ve uzun ömür yaşayabilme adına, ülkeye ve millete ağır faturalar ödettirilmiştir.. Yani olan hep millete olmuştur…

***

Hep ifade ediyorum.. Bir kez daha aktarırsam.. Son bir asırlık zaman diliminde vücut bulan siyaset, aldatmacadan, kandırmacadan ibaret olduğu için, bu alana giren her kim olmuşsa, millet nezdinde “dürüstlüğün zerresine” sahip görülmemektedir… Onun için de diyorum ki, “yalan söyleyen tarihe ve yalan söyleyen siyasete lanet olsun..”

***

Dünkü sohbetimize nitekim bu başlığı almıştık..“Yalan söyleyen tarih utansın..”

Devamında da şöyle demiştik.. “Yalan söyleyen siyaset kahrolsun.

Milletini “yerli ve milli” olma yolundan saptırıp, inanç değerlerinden yoksun bırakıp kendi siyasi geleceğini temin etme adına, “hakikatlere” göz yummaya çalışan “kirli siyaset” her devrin lanetini üstünde taşır ve taşımaktadır…”

Bundan dolayıdır ki aldatan şeytani siyasetler, politikalar, batı dünyasından içimize ithal edilmiş birer kirli mirastır.  Aslında mirasların temizi aba ecdattan kalan miraslardır.

Helaldir, dürüsttür, milletin namus kültürüdür.

* * *

Ülkenin ve milletin hal-i pür melalini bu minvalde analiz ederken, özellikle siyasi tablo noktasında, “Hûd” suresinin 112. Ayetini hatırladım..

“Festakim kemâ umirte”

“Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol.”

Keza bu ayetin manasını deşifre eden, açıklayan, ayete fiili bir tefsir olarak şu Hadis-i Şerifi de, aktarmak istiyorum…

“Şeyyebetni Hûd”

“Hûd suresi beni ihtiyarlattı.”

Efendimiz (S.A.V)’den soruyorlar;

“Hûd suresi nasıl sizi ihtiyarlatıyor.”

“Evet, Hûd suresinden kastım ‘Festakim kemâ umirte’ ayetidir.” “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.”

* * *

Sevgili dostlar.

İşte bu “dosdoğru ol” hükmü, son yüz yıla baktığımızda ne yazık ki vücut bulmuş değil…

Özellikle, devletin mekanizması içerisinde!

Hep siyasi ve sosyal yönde yanıltmalar, kandırmacalar, hileli desiseler olmuştur. En vahimi de, “asimilasyonla” fiilen ve hükmen milleti milliyetçilik anlayışından, dininden, imanından, kitabından, ecdat kültüründen uzaklaştırma politikaları organize edilmiştir..

Ve bu sinsi, kirli politikalarıyla, “milleti devlete, devleti de millete” düşman, bellemişlerdir…

***

Kısa bir örnek vermek istiyorum!..Şöyle ki.. Malum, Gazi Mustafa Kemal Atatürk 1938’de vefat etti. Ki bugün, vefatının 84. Yıl dönümü.. Ülke sathında, saygı içerikli anma etkinlikleri yapılacak..

***

Peki, Atatürk’ün ölümünden ta 1950 yılına kadar, ülke idaresi kimin elindeydi? Elbette ki, İsmet İnönü’nün elindeydi.. CHP’nin başına geçip, Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu.. Ülkeyi o yönetti.. Ülke idaresini eline aldıktan sonra, ne oldu da millet ve devlet “kavgalı” hale geldi.. Kanlar döküldü, kıtlıklar yaşandı, açlık, perişanlık, sefalet diz boyu oldu..

***

Milletin kültürü, dini değerleri, iman noktasında “zafiyete” düşürme adına politikalar üretilmeye başlandı.. Camiler, medreseler, alimler, kuran kursları, yani İslam’a dair ne vardıysa, düşman bellendi.. Gerçek dışı yaftalarla, kirli makyajlar üretilerek, saldırıldı…

***

En vahimi de, “”yalanları gerçek” ve “gerçekleri de yalan” gösterme anlayışıyla, her şey deformasyona uğratıldı.. Bugün dahi, içerisi tamamıyla kirlilik, kokuşmuşluk, kurtlaşma ve irin bağlayan sorunlar yumağıyla boğuşuyor olmamız, o günün ektiği tohumun ürünüdür… İşte yaşanan ve yaşatılan bu manzaralar karşısında, tarih ve günümüzü okuduğumuzda,  üzülmemek elde değil..Öyle inanıyorum ki benim düşündüğüm gibi gerçekten tüm insanlar olup-bitenlerin karşısında üzülüyor ve hayal kırıklığı yaşıyorlar…Neden hala bu hali yaşıyoruz diye…

* * *

Bakınız, Yeni Şafak Gazetesinin Yazarı Yusuf Kaplan son yazısında şöyle bir değerlendirmede bulunmuş…

“SAHİBİNİ ARAYAN ÜLKE..”

“Her şeyden önce, hiçbir toplumun kendi temel medeniyet dinamiklerini, anlam haritalarını, ruh köklerini ve tarihî tecrübesini yok sayarak, karşılaşılan yeni sorunları kalıcı, köklü ve rasyonel bir şekilde çözümleyebileceği ham hayalini artık terk etmemiz gerekiyor.

Ancak Türkiye’nin, yüzyılların mücadelesi ile oluşan kendi zengin medeniyet dinamiklerini, muhkem tarihî deneyimlerini hiçe sayarak köklü ve toplumda karşılığı olan ve dolayısıyla her bakımdan işlevsel ve meşru olabilecek bir yenileşme projesi geliştirebilmesi tam anlamıyla kuru bir hayaldir; sonu hüsranla sonuçlanacak bir maceradır.

Ülkede müesses nizama yön veren belli bir azınlığın öncelikleri toplumun öncelikleriyle çelişegeldiği için, çok partili siyasî hayata geçtiğimiz tarihten bu yana toplumun oluşturduğu “çevre” deki güçler’in siyasî, ekonomik ve kültürel talepleri, elitler tarafından hep tepkiyle ve kuşkuyla karşılandı.”

* * *

Sevgili okurlar..

Demem o ki; hakikatlerin gün ışığına çıkmasında zaman en büyük müfessirdir…

Hiçbir şey, kendiliğinden vücut bulmaz..

İlla ki bir ses vardır..

Bakınız ifade ettik, yüz yıllık maceralı bir siyaset geçiren bu millet, tabir-i caizse tersyüz edilmiş, yüzünü kıbleden çevirmiş, inanç yolundan kendini ıraklaştırmış bir haldedir..

Ve bu milleti emperyalist kirliliğe köle olarak kullanmaya çalışan ve bu yönde kirli politika üreten siyasi akım da hep CHP olmuştur…

1960’lı, 1970’li yılları bir hatırlayalım…

Demokrat Partinin çöküşünden sonra İnönü yine devletin başına geçmişti..

Koalisyonlu hükümet kurmuştu…

Kendi liderliğinde danışman olarak da yanına, “Bülent Ecevit”i almıştı…

Ecevit, geçenlerde de belirttiğim gibi Robert Kolejinden mezun olmuş biri..

Ki hayatı boyunca Siyonizm’e hizmet etmiş bir masondur kendileri!.

Karısı Rahşan Ecevit, ihtida etmemiş bir Yahudi’ydi.

Nitekim, İnönü’den sonra devletin başına o geçti..

1970’li yıllar..

O dönemde, Erbakan’la işbirliği yaparak iktidar oldu..

O tarihte, Kuzey Kıbrıs ile Rum kesimi arasında çıkan anlaşmazlık karşısında kendini bir anda yapay bir kahraman olarak ilan etti..

Kıbrıs harekatı başlatıldı..

Sonrasında, “Karaoğlan” lakabını alıp kullandı…

“Kıbrıs Fatihi” olarak kendini gösterdi…

Allah billah aşkına; nerde bir kahramanlığı var?!

Allahû Ekber diyen bu ülkenin askeriydi..

Ve yine iktidarda, Erbakan vardı..

Erbakan “Kıbrıs’ın Fatihi” olmuyor ama Ecevit oluyor…

İşte hep ifade ediyorum..

Bu yalan söyleyen bir tarihin “kahraman” ilan ettikleri de sahte “kahramanlardır?”

Tümüyle aldatmaca bir siyaset..

Hatırlarsak Ecevit kendi kabinesine İsmail Cem’i almıştı..

Eee, İsmail Cem’in de isim değiştiren ihtida etmemiş bir Yahudi olduğunu, bütün dünya biliyor..

Yalan söylemeyen tarih kitapları bunu açıkça yazıyor ve ispatlıyor!

Tek kelimeyle, doğruya doğru denilmediği müddetçe, eğriyi de eğri olarak görmedikçe, toplum olarak iflah olunamaz…

Nitekim olmuş da değiliz…

Ve kendimizi dün olduğu gibi bugün de o emperyalistlerin hegemonyasından kurtaramayışımızın nedeni budur!..

* * *

Bakınız, Ziya Paşa’dan bir kaç mısra size aktarmak istiyorum…

Mevzuumuzla alakalı…

Der ki;

“Taklit ile aslını unutma, milliyetini hakîr tutma”

Ziya Paşa devamla şöyle diyor;

“Ahlak-ı milliye fasit oldu

Ve bugün devletimizin her şubesinde ye’is (ümitsizlik) ve üzüntüyle görünen fenalıkların tamamı işte bu kaynaktan doğdu

Rical-i Devlet (Devlet adamları) beyninde dinsizlik modası muteber olup bu avama, kadınlara ve hatta çocuklara kadar sirayet etti.

Hatta namaz kılmak, oruç tutmak gibi İslami farzları yerine getirmek bunlar için ahmaklık ve fısk u fucır işlemek de akıllık sayıldı.

Bir kere bu kaide düstur’ül amel olunca sair uygunsuzlukların hepsi birbirini doğurmakla şu 20 -30 sene zarfında ahlak-ı milliye o dereceye geldi ki babalarımız mezarından kalkıp bizi görseler, elbette kendi evladı olduğumuzu tanımazlar.

Belki fikirlerimize hayran hayran bakıp mesele ve gazetelerimizi ıslahat ve terakkiyat gürültüleri ile dolu olduğu halde bizim devamlı geri gittiğimizi ve din-i İslam üzerine olduğumuzu iddia ile beraber onun emir ve yasaklarını tanımayışımızı, Avrupa’yı taklitle ileri gitmek iddiasında bulunduğumuz halde Avrupa’da görülen kanunlara riayet, sanayi terakkisini ticaretin genişlemesi ve hukukun temini gibi terakkinin sebeplerinden hiçbirini taklit etmeyip…

Fakat tiyatro yapmak, baloya gitmek, zevcesini kıskanmamak, taharetsiz gezmek gibi şeylere yöneldiğimizi unutmayalım.”

Bugünkü mevcut hal ne yazık ki bize bunları gösteriyor.

En derin saygı ve sevgilerimle.