TÜRKİYE'DE SİYASAL İSLAM DÜŞMANLIĞI !?

Evet, Sevgili okurlar… 

Malumunuz üzere yılların tahribatıyla, "cehalet bataklığına" sapmış, bir toplum haline getirilmiş durumdayız. 

Hak ile batılı birbirinden ayırt edemeyecek bir duruma geldik.

Hakka ve hakkaniyete dayalı olan herşey rejim vasıtası ile ters yüz edildi…

Aynı zamanda toplumun her kesimine de "enjekte" edildi.

İnkâr ve asimilasyona, mahkûm edildi.

Öyle ki, "kötü olan" ne varsa, albenisi yaratılarak, "makyajlı" hale getirilerek, topluma sunuldu…

Aynı minvalde, güzel olan herşeyde toplumun önünde karartılarak kötü gösterilmeye çalışıldı. 

İşte böylesi bir zaman dilimiyle toplumun "DNA'sıyla" oynandı.

 

***

 

Olup-bitenler karşısında insan sorgulamıyor değil…

Nasıl oluyor da?

Nüfusun yüzde 99,9’ü inanmış Müslüman bir toplum "nasıl bu hale geldi?"

Benliğini.

Değerlerini.

İnancını, dinini, imanını, kutsal tüm değerlerini "içi boş" kavramlar haline getirdi.

Doğrusu.

Halimize gülelim mi, ağlayalım mı?

Bilemiyorum.

 

 

***

 

Ne acı bir durumdur ki; "tüm bu tahribat" resmiyet altında yapılıyor.

Hem resmi dil.

Hem resmi eğitim sistemi…

Rejim ve devlet kurumlarının "işleyişiyle" yaratılan bir tahribat…

Bu nedenledir ki yıllardan beri milletin bütçesine rağmen devlet bir türlü "terör odaklarıyla" başa çıkamıyor…

Mücadelesinde hep yetersiz kalıyor. 

Zira "görünen köy kılavuz istemez" misali.

Görünen budur ki bugün Doğu ve Güneydoğudaki dağa çıkan ve çıkarılan veya aldatılıp dağa götürülen gençliğin neredeyse yüzde 80'i "Lise veya Yüksekokullarda" öğrenim görmüş, gençlerden oluşuyor…

Demek ki, bu olaydan alınan netice ve anlaşılan şudur ki Milli Eğitim Sistemi bu ülke insanına bu millete bir şey verememiştir. 

Ve bundan sonrada verebilme imkânına da sahip değildir…

Çünkü hep Kemalizm, Sosyalizm gibi kavramlar revaçta. 

Resmi dil bugün onu kullanılıyor. 

 

 

***

 

 

Evvelki akşam saat 24.00 sularında televizyon kanallarını gezerken Habertürk televizyonunda bir programı izleyebilme şansına sahip oldum. 

Nevzat Çiçek'in yönetiminde gerçekleşen bu programın konusu 28 Şubattı. 

Konuşmacılardan birisi dedi ki;

"28 Şubat ülkemizin başına bir kâbus gibi çöktü. Çetin Doğan İstanbul'da bize çok zulüm etti, halka çok acı çektirdi."

Konuşmacının bu konuşmasından sonra tabiatı ile Çetin Doğan'a cevap hakkı doğmuş oldu. 

Çetin Doğan telefona çıktı, konuştu ama uzun uzadıya konuştu…

Programın moderatör’ü Çiçek tam 20 dakika ona "cevap hakkı" kullanma süresi verdi. 

Bu arada Çetin Doğan kendini savunurken her tarafı "güllük gülistanlık" olarak gösterdi. 

Gerçek dışı nice konuşmalar yaptı. 

Ancak bu konuşmalar arasında dikkat çeken şu ifadesi oldu: 

"Merhum Erbakan 28 Şubat Postmodern Batı çalışma grubu tarafından istifaya zorlanmadı. 

Kendi kendine, kendi isteği ile istifa etti. Etmeseydi ne olurdu?"

Başka bir konuşmacı dedi ki: 

"Etmeseydi Postmodern darbe yapacaktınız" diye çıkıştı?

Doğan ise yeniden söz aldı ve dedi ki: 

"28 Şubat herhangi bir darbe yapmaya yönelik değildi. Hedef Türkiye'ye siyasal İslam gelmesin. Biz bunun için yaptık."

Erbakan siyasal İslam’ı rejim olarak Türkiye'ye getirmek istiyordu. 

Böylece Sayın Doğan kendi kendini derin uçurumun kenarına düşürdü ve hükmen yuvarlandı. 

Yani "Siyasal İslam demek ne demek? sorusunu cevaplayıp durdu

Bu zat tüm çıplaklığı ile kendini ve Batı Çalışma grubu olan Postmodern darbecilerin de ne kadar "İslam’a düşman" olduklarını da bu beyanlarıyla kendini ele veriyordu. 

Kamuoyu nezdinde şunu açıkça ifade edebilirim ki, Çetin Doğan açıkça kendini suçlu pozisyona düşürdü. 

Zira "Siyasal İslam’ın" ne manaya geldiğini bilmeyecek kadar gaflet ve cehalet içerisinde olduğunu kendi ifadeleriyle, kendini ele verdi.

Siyasal İslam, yüce İslam dininin tüm ana hüküm ve gerçeklerini kapsayan, "dininin ana kural" ve kaideleridir. 

Pek tabi ki, Müslüman olan toplumumuzun tüm günlük hayat akışlarını ilgilendiren Kur'an'a dayalı hükümler manzumesidir. 

Buna bilerek veya bilmeyerek inanmayan, inkâr eden ve toplumu kasıtlı olarak o yollardan saptıran her kim olursa olsun aynı zamanda katıksız bir kâfirdir.

 

 

***

 

 

İnanın sevgili okurlar…

Program sonrası, "gözüme uyku girmedi"…

Sabaha kadar uyanık kaldım.

Çünkü Çetin Doğan'a cevap vermek istiyordum…

Programa bağlanıp, "Siyasal İslam'ın" ne olduğunu ve neleri içerdiğini bir bir ona aktarıp, hakikatin bilinmesini istedim.

Ama velâkin vakit ve program müsait değildi.

Ancak bu sütunlarda ona cevap olsun, "Siyasal İslam'ı" anlatmak istiyorum.

Zira Dünya'nın hiçbir yerinde kendi milletinin bütçesi ile vergileri ile beslenen bir devlet, bir rejim veyahut onda çalışan herhangi bir yetkilinin haddi yoktur ki "dinin ana kural ve kaidelerini" küçük düşürsün, hiçe saysın…

Milletin alın terinden maaşını alıp milletin inancı ile ters düşüp inancını inkâr etsin. 

Ne yazık ki, illa ki Türkiye hariç. 

Cumhuriyetimizin kuruluşundan bugüne dek Türkiye'yi yani ülkemizi birer sorunlar yumağına getiren böylesine katıksız cehalet anlayışı, bu memlekette daha ne zamana kadar söz sahibi olacak? 

Daha ne zaman bu memleketin üzerine vesayetlerini sürdürecekler?

Yetmedi mi?

 

***

 

 

Çetin Doğan çok yakından tanıdığım biridir. 

1998 ile 1999 arasında Diyarbakır'da görev yapıyordu…

Sıkıyönetim, Olağanüstü hal döneminde.

Asayiş Bölge Komutanı idi. 

Neredeyse haftada bir-iki gece ordu evinde eğlence geceleri tertip ediyordu. 

Aşrı derecede içki içiyordu ve alkolikti. 

Hem de 7. Kolordu Komutanı Yaşar Büyükanıt ile beraber. 

Orada masada oturup ayık olmayan kafa ile herkesi PKK terör örgütü mensubu olarak görüyordu ve vatandaşlar hakkında sahte fişleme tanzim ettiriyordu.

Oysaki masum, zerre kadar PKK ile ilişkisi olmayan bilakis devletin yanında yer alıp PKK düşmanlığı ile bilinen nice insanlar vardı?

Ama hepsine kara leke yapıştırıyordu.

Sarhoş kafa ile. 

Bunun canlı şahitlerinden biri benim…

Ki benim gibi Diyarbakırlı birçok işadamları var… 

Yaşar Büyükanıt'ın kızının düğününe bizi de davet ettiler. 

Vur patlasın çal oynasın misali kadınlı erkekli şarap şişeleri devriliyordu ve millet takı takıyordu. 

Sayın Doğan'da kendi alemindeydi tabi. 

Tüm bunlara rağmen şerefli Türk ordusunun üniformasını omuzlarında taşıyan bir general nasıl olurda kızına Türkiye'de bir eş bulamayıp ta İsrail asıllı biri ile kızını evlendiriyordu?

Derinden derine düşündüren bir hal…

 

 

***

 

Sevgili okurlar…

Gerçekten memleketimiz yüzyıldan beri çok büyük badirelerle karşı karşıyadır. 

Kimin eli kimin cebinde olduğu belli değildir. 

At ile itin izi birbirine karışmış durumda. 

Ülke öyle bir hale getirildi ki adeta sorunlar yumağıyla boğuşuyor…

Sorunların başında gelen en önemlisi de yargı sorunudur. 

Devlet veya hükümet ne gibi kararları alıyorsa savcılıklar bazı suç işleyen insanları sorumlu tutuyorsa eğer solcu ise komünist veyahut Marksist anlayışa sahipse her taraf ayaklanıyor…

Anayasa mahkemelerini devreye sokuyor?

Kişisel hak arama adı altında hemen "hak ihlali var" deyip tahliyeler yapılıyor.

İkinci önemli sorun ise, ülke bir türlü askeri vesayetten kendini kurtaramıyor. 

Hiç kuşkusuz ki yılların yaşattıklarıyla, askeri vesayet demek siyasal ve sosyal İslam’ın ana ruhuna düşmanlık demektir. 

Hele hele birde karşımıza çıkan köhne bir Anayasa faktörü var ki evlere şenlik? 

12 Eylül Anayasası. 

Tüm bunlara rağmen yıllardan beri bu batıl ve yanlış uygulamaların doğurduğu terör odakları ülkeyi baştan sona kadar gerçekten sorunlar yumağı haline getirmiş durumda. 

Tüm bunlar yetmiyormuş gibi bir de "izm"lerimiz var…

Kemalizm, Sosyalizm, Kominizm, Leninizm, Siyonizm, Marksizm, Faşizm, Ateizm ve Emperyalizm…

Yani kelimelerinin sonları -izm'lerle biten Batılı ve İnançsızlığa dayalı kavramlar ülkemize ne yazık ki habire enjekte edilmektedir. 

Ne var ki, kimse farkında bile değil.

En derin sevgi ve saygılarımla...