ÜLKELERİ BATIRAN BATIL REJİMLER!? (III)
Evet, sevgili okurlar.
Ülkeleri batıran batıl rejimler başlıklı yazı serimizin
bugün üçüncü günündeyiz.
Bilindiği üzere, geçmiş iki gün boyunca yazımızın ana
çizgileri ülkemizdeki, özellikle siyaset alanında "yaşanan
kirlinmelere" dairdi… Yani politikanın "ranta" dair işlediği..
Ki ister iktidar, ister muhalefet olsun hiç fark etmez.
Hep ifade ederim…
Mühim olan demokratik, hukukun üstünlüğü çerçevesinde bu
memlekete hizmet edilsin.
Bu hizmet gözle görülür elle tutulur bir hizmet olduğu
takdirde halk zaten destekler ve bütün imkanlarını seferber eder, o hizmeti
veren siyasi partileri de iktidara getirir.
Böylece ülkemiz ‘’ülkeleri batıran rejimler'den"
olmayıp ülkelerini batırmayan adil rejimlerin sırasına geçmiş olur.
Ama birileri iktidara geldikten sonra halkı tanımazlıktan
gelerek, dünkü yazımızda da ifade ettiğimiz gibi TBMM’ye giren bazı
parlamenterler gibi.
Ne oldum delisi pozisyonuna girip, başı göklere değer
vaziyeti alırsa..
Sadece rant, çıkar, kişisel menfaat, ihale peşine
düşerse…
Bakanlara karşı güzel dil dökme ve bakanlıklardan yer
edinme pozisyona girerek, amacı sadece devlet ihalelerini koparmak ve elde etme
çabası taşıyorsa böylesine rantiyeciler partilere kar yerine zarar verir diye
önceki yazımızda belirtmiştik.
Hiç kuşkusuz ki, kendilerine ve yandaşlarına ihaleleri
bakanlıklardan koparıp gününü gün etme sevdasında olan o parlamenterlerden de
bu millete hayır gelmez.
O siyasi partiye de hayırları olmaz.
Hani dünde demiştik ya ‘’ ŞÜYU U VUKUUNDAN BETERDİR’’
misali..
Eğer hem kendisini, hem de partisini rant şayialarından
kurtaramıyorsa o kişi o partiye zarar vermekten başka bir şey yapmıyor
demektir.
Partinin üst düzeyindeki etkili ve yetkili insanlar eğer
o insanları oy bahanesiyle partinin bünyesinde barındırıp tüm ayıp ve
kusurlarını görmezlikten gelirlerse, o zaman meşhur bir söz devreye girer ‘’ya
göründüğün gibi ol, ya da olduğun gibi görün..’’
Bu sözün muhtevası dışına çıkmış olurlar ki kendilerini
artık millete inandıramazlar.
Hal böyle olunca da o siyasi parti halk nezdinde hızla
itibar kaybeder..
Güvenilmez olurlar.. Ki halkı bir daha inandıracak duruma
gelemezler…
Hulasa bahse konu olan gerçek siyasetin temel görevi
halka hizmet ise hakkı da unutmamak gerekir.
Eğer hem hakkı, hem de halkı unutarak arka plana atan bir
siyaset hiçbir zaman halka da yarar getirmez, hakkı da tanımaz duruma düşer ki
en tehlikeli bir yörüngeye sapmış olur.
Sözü ile özü birbirini tutmaz.
Sözün kısası başlık olarak kullandığımız "ülkeleri
batıran batıl rejimler" pozisyonuna düşerler ki o oluşumların yoklukları
varlıklarından daha yarar getirir?
Evet, sevgili okurlar.
Devletin dizginini eline alan siyaset, milleti yöneten
siyasetçiler, her şeyden önce milli irade duyguları paralelinde adım atmaları
gerekir.
Milli irade duyguları ise milletin kültürü, yaşamak
istediği tarihi kültürtür, inançtır, din, ahlak ve dürüstlüktür.
Bunları oluşturmayan bir siyaset hiçbir zaman haktan,
hukuktan, adaletten, demokrasiden dem vuramaz.
İşte, yıllardan
beri aynı pozisyonunda aynı stil üzerine siyaset yapmak isteyen Cumhuriyet Halk
Partisinin hali pür melali ortada.
1950’lerden günümüze dek bir türlü iktidara gelemiyor.
Neden?
Zira hep halkla ters düşmüştür.
Yani halkın inancıyla ters düşmüş bir siyasi kuruluştur.
Halka zulüm etmiştir.
Ülkede anti demokratik, hukuk dışı, mezalim uygulamaları
gerçekleştirmiştir. Hem de 1950’lerden önceki dipçik ve şeflik döneminde olduğ
gibi.
Yani tek kelimeyle ifade etmek gerekirse bu halk
demokrasi istiyor.
Siyasetin ve siyasetçilerin, halkın karşısına ilkeli bir
şekilde çıkmalarını istiyor.
Özellikle halk, yek vücut olarak müreffeh, ahlakı düzgün,
huzuru yerinde, ekonomisi sağlam, mutlak bir barış ve kardeşlik havası
içerisinde yaşamak istiyor.
Hani derler ya;
Kazasız, belasız, kavgasız, kan dökülmeden, kimin ne
yaptığı yanına kar kalmadan, millet adına hak ettikleri cezai müeyyideleri
gerçekleştirilmesini bu halk istiyor.
Bu olmadığı takdirde parlak nutuklarla halkın karşına
çıkıp edebiyat yapmak çözüm getirmez..
Parlamenterlerin mecliste birbirlerine bağırıp kavga
etmelerinden bu millet artık bıkmıştır.
Ülke insanı müreffeh bir ülkede olmak istiyor.
Bunun yolu da mevcut anayasadan değil, ter-ü taze
mükemmel milli bir anayasadan geçiyor.
Milli bir anayasa olabilmesi için hazını Kuran-ı
Kerim’den almalıdır.
Kaynak olarakta ilahi adalet ve o yüce İslam Peygamberi
Hz. Muhhammed’in(S.A.V) sünneti seniyesi olmalıdır.
O olmadığı takdirde her şey laftan ibaret olur.
Kandırmacadan ibaret olur.
Kimin ne yaptığı yanına kar almış olup böylece bu ülke
kendini sağlıklı bir yere taşıyamaz durumuna düşer.
Öyle değimlidir ki?
Sevgili okurlar.
Dün ve önceki günkü yazımızda da kaynak göstererek ifade
etmek istediğimiz konuların başını çeken 4 yıl içinde ülkemizde özellikle kamu
kurum ve kuruluşlarında yüksek bir dolandırıcılık ve yolsuzluk potansiyeli
yaşandığını, biz buradan aktarmıştık.
Hak, hukuk kavramı ne yazık ki solda sıfır gibi.
Kim ne yapıyorsa yanına kar kalıyor.
Bakınız haftalık 50 liraya çalışan Suriyeli bir çocuğun
50 lirasını elinden alıp başını kesebilecek bir rezaletle bir vahşetle Türkiye
sarsıldı.
Bir diğeri devletin en sağlam kurum ve kuruluşlarının
başında gelen SGK kurumunun elle tutulup
gözle görülebilen bir şekilde dolandırıcılıkla halktan haram para kazanma
çabası..
Devlet Su İşleri ve Karayolları gibi devletten
müteahhitlere fazla para kazandırmak üzere sağ edip, sol edip projelerin
muhtevalarını değiştirmek gibi yolsuzluk ve usulsüzlüklerin yaşanması..
Ayrıca masum günahsız 10 yaşındaki Beratcan’ın katilinin
kan donduran ifadeleri.
Ve bu katilin annesiyle gayrı meşru bir hayat yaşaması..
Beratcan "bunların iğrençliklerini gördüğü için
babasına söylemesin" diye onu ortadan kaldırmak için öldürülmesi gerekiyor
düşüncesiyle bu masum çocuk, bir cani tarafından katediliyor.
Ki katilin itirafına göre annesinin direktifi altında bu
cinayeti işlemiş..
Ve bunun gibi daha sayısızca örnek verebilecek medyaya
yansıyan günlük haber akışları..
Terör her gün biraz daha kabararak can alıyor.
Ülkede 90 yıldan beri haksız yere dökülen kanlar…
Buradan sayamadığımız nice nice anti demokratik
zorbalıklar, yolsuzluklar, usulsüzlükler, haram yemeler ve şeytanların
yakınlarına verdikleri tavsiye mesajları gibi rejimin bünyesindeki hukuk adına devlet
adına, rejim adına yapılan kötülükler, münkerat’lar (gayrı meşru kirlenme) ve
milletimizin kültürüne, tarihine, inancına örf ve adetlerine uymayan ve hiçte
yakışmayan olumsuzlukların resmiyet adına olumlulaştırma gibi rezillikler.
Oysa ki;
Bir toplumun, bir ülkenin, bir devletin, kendi toplumu
ile el ele vererek ilkeli bir biçimde yola çıkarak ülkeyi müreffeh ve mutlu bir
ülke haline getirebilmek için o ülkenin, o milletin tarihine, kültürüne,
inancına, ahlakına uygun yasaların var olması lazım.
Edepsizlerin yaptıkları edepsizlikler yanlarına kar
kalmamaları şartıyla devletin harekete geçip yasaları uygulamasıyla o millet
rahat nefes alır.
Ama hey hat ne yazık ki tam tersine.
Suçlar oldukça çoğalıyor.
Suçluların potansiyeli her gün biraz daha kabarıyor.
Hırsızlık, fuhuş, zina uyuşturucu, gibi kirlenmeler?
Ve daha neler neler?
Ne yazık ki dolaylı yollarla, değişik pozisyonlarla
resmiyet bunlara zaman zaman da göz yumuyor.
Adeta meşrulaştırılıyor.
Yani Beratcan’ın annesi ile dostu gibi.
Alan memnun veren memnun olunca şikayetçi olmayınca o
zina yasalar çerçevesinde meşruiyet kazanıyor.
Mahkemeye gidilirse müşteki olmayınca serbest
bırakılıyor.
Eğer Beratcan onların yaptıkları o ahlaksızlığı piyasaya deşifre
etmemesini kanıtlamış olsaydılar bu masum çocuğun katline girmezlerdi.
Yani kamuoyu nezdinde rezalet skandalı deşifre edilmesin
diye bu işi yaptılar, yoksa yasaların korkusundan değil.
Zaten yasalarımız zinaya bir şey demez ki!
Tabiri caizse alan memnun veren memnun olunca hukuk orada
durar ve susar.
Maşallah nazar değmesin demekten başka bir şey
diyemiyoruz
Hele bir de Sirkat yani hırsızlığa, rüşvete, yolsuzluğa,
gelelim.
Bunun da neredeyse yüzde 70/80 gibi bir oranı, eski
tabirle deavi-i devriye denilen (devlet dairelerinde) gerçekleşiyor. Ve yapılan
yapanın yanına kar kalıyor.
Ondan sonra büyük bir potansiyelle halkın oyunu alıp
iktidara gelen Siyasi partiler, Başbakanlar, Cumhurbaşkanları, iktidar,
muhalefet hepsi el birliğiyle bu kirlenmelerin üzerine gitmesi gerekirken,
maalesef…
El ele vermiyorlar, ittifak etmiyorlar, köhne bir
anayasayı dahi değiştirmekten aciz bir
haldedirler..
Hal böyle olunca, millet ne yapsın?
En saygı ve sevgilerimizle