VEFATININ 56. YILDÖNÜMÜ…

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği gibi, çağdaş(!?) dünyamızda neler olmuyor ki?

Gerçekten "akıl ve izan" havsalamızla dünyamıza baktığımızda çok şeyleri görüyoruz.

Yani ibretlik olaylar karşımıza çıkıyor. Hem de akıllara durgunluk veren hadiseler.

İnsan, derinden derine düşünürse, günümüzdeki karşımıza çıkan küresel olaylar, terör, dökülen bunca masum insanların kanı, mezalim acımasızlık, inançsızlık, masum insanların gözyaşları içinde yuvarlanıp giden bir dünya için, acaba nereye gidiyor sorusuna karşı hiç kuşkusuz ki, verilebilinecek çok kolay yanıtlarımız olur..

Çünkü, kendi kendimize soracağız, diyeceğiz ki; zaten çağdaş muasır medeniyet dünyası günümüzde kendi kendini ele veriyor. Artık cevap vermeye lüzum yok ki?

Bilindiği gibi eski zaman dilimine gidilirse yani insanlık tarihine göz atıldığında, o dönemlerde insanların hak ettiği şeyler hep başlarına gelmiştir.

İnsanlık tüm imkânlarıyla, tüm çabalarıyla, ne kadar uğraşmışlarsa bile kendilerini başlarına gelen olaylardan kurtaramamışlardır.

Günümüzdeki meydana gelen küresel olaylar, bizi dört bin yıl önceki çağlara götürüyor.

O günlerdeki kavimlerin, milletlerin ve ülkelerin başına gelen helak ve yok olma nedenleri ne olmuşsa, günümüzde de aynı sebepler zinciri ne yazık ki karşımıza çıkmaktadır.

Sözde muasır medeni dünya, bugün kendisini kötü mukadderatından kurtaramıyor.

— Efendim vay bu medeni dünyaymış,

— Baş döndürücü şekilde teknolojiyi yaratan bir dünyaymış

— Vay efendim burası Amerika imiş, İngiltere imiş, Belçika imiş…

Her neyse ne kadar sayabilirseniz sayın günümüzdeki küresel dünyada hangi güçlü devleti önümüze getirirseniz getirin, bugün karşı karşıya kaldığı acımasız haller bu dünyayı hiçbir zaman yeni bir kurtuluş çağına dönüştüremez...

Zira, ‘’GÖRÜNEN KÖY KILAVUZ İSTEMEZ’’ misali ile yola çıkarsak, 19. Yüz Yılın başlangıcından yani sonlarından itibaren, 20. Yüz Yılın bitişine kadar, hatta günümüze kadar.. Yani 21. Yüz Yılın  ilk yıllarına kadar, bu geçmiş süreçteki insanlığın yaptığı iğrençlik, fıtrat dışı ahlaki çöküntüler, acımasızca kan emicilik, bunca masum insanların akıtılan gözyaşları, kasıtlı ve planlı olarak oluşturulan terör ve terörün arkasında saklanan kirli eller ve bakteriyel güçlerin var olduğu açık ve nettir.

Zira yüce Allahın yaradılış kanunu olarak insanlara göstermiş olduğu üstün seviyedeki istikamet yolundan ‘’Ahsen-i takvim’’ karakterine sahip olması gerekirken ama ne yazık ki tam tersine ‘’esfel-i safilin’’ yani çukurların en derinine kendini yuvarlayan, yuvarlatan küresel insanlık hali zaten kendi kendini ele veriyor.

Demek ki, eski çağlardaki yapılan iğrençlikler nedeniyle başlarına gelen mukadderattan kendini kurtaramayan o dönemdeki milletler bugünde aynı o iğrençliklerle tanışmakta olan bir dünya, elbette ki geçmiş çağlarda olduğu gibi günümüzde de kendini başına gelmesi gerekenlerden kurtaramayacaktır?

Ki hal-i alem ortada..

Zira sünnetullah denilen ilahi bir gerçek var; o gerçek tarih boyu hep insanlığın karşısına çıkmıştır ve çıkmaya devam edecektir.

Zulüm ile mazlumu karşılaştırdığımız zaman karşımıza sözde medeni geçinen batı emperyalist haçlı dünya; İslam dünyası üzerine sürdürdükleri hegemonya, mezalim ve kan emicilik, aşağılama, hor görme gibi insanlık dışı kirli hallerin mevcudiyeti elbette ki tüm insanlığa bugünkü faturayı kestiriyor.

***

Evet, sevgili okurlar.

Başınızı fazla ağırtmayalım.

Baştan aşağıya sizinle paylaşmak istediğimiz bugünkü yazımızın muhtevasını, birkaç başlıkla sizlere sunmak istiyoruz.

Gerçekten günümüzdeki emperyalist batı dünyası daha doğrusu şirk, küfür ve nifak dünyasının yeryüzünde yapmış olduğu mezalimin sonucunda elbette ki hak ettiği cezayı görmelidir.

Ama İslam dünyasına ne olmuş ki?

Tüm mazlumiyetiyle beraber acımasız, zalim bir küfür dünyasının zulmünden kendini kurtaramadığı gibi tam manası ile zillet ve meskenet gibi aşağılaşmakla karşı karşıya olması düşündürücüdür.

İşte çözülmeyen denklem burada.

Bu denklemin formülü de yine İslam dünyasının içindedir..

Başka yerlerde değil, kendi içinde araması gerekir.

Ama ne yazık ki başta Türkiye’miz dahil olmak üzere yüzyıldan beri kendi binyıllık tarihini, geleneğini, göreneğini, dinini, inancını, Kuranını, cami ve cemaatini, medrese ve medeniyetini, kendi arasından kaldırmış;  emperyalist batı küfür dünyasının yasalarını, adetlerini, cehaletini, eğitimini, hamakatini, kendi içine ithal etmiştir…

Ki böylece toplum kendi tarihi kültürel durumlarıyla değil; tarihi düşman olarak bilinen küfür dünyasının adetleriyle(!?) kalkıp oturmaktadır.

 

Örneğin bin yıllık gibi uzun bir tarih boyunca bağlı bulunduğumuz yüce İslam dininin temel unsuru durumunda olan ulema kesimlerinin varlığı, ne yazık ki yaşadığımıs çağ içerisinde, "içimizden" sökülüp atılmıştır..

Onlara imkan verilmemiş..

Ab-ı hayat tanınmamıştır..

Batı küfür dünyasının kirli medeniyeti hatırına peygamberlerin birer varisi durumunda olan Bediüzzaman Said-i Nursi’ler gibi nice derin ilmi kariyerlere sahip olan ilim, irfan, medeniyet sahibi ulemalar, mevcut rejim tarafından cezalandırılmak istenilmiştir..

Ortadan kaldırılmaya çalışmıştır....

Aynı zamanda bu insanlar inandığımız yüce Kuran-ı Kerimin birer temsilcisi olarak bilinen en büyük müfessir durumundaki ulemalar yok edilmiş ve bununla yetinilmeyerek, bunlarla beraber medreseler, Kuran kursları gibi dinimizin temel unsurlarını da ortadan kaldırmaya gayret göstermişlerdir.

Ne yazık ki, ekseriyetiyle bu toplum, bu millet, bu ülkenin insanları da yapılan bu iğrençlik ve mezalime karşı hep boyun eğmiştir.

Suskunluğu tercih etmiştir veya buna zorlanmıştır.

Her ne ise.

Bu nedenlerdendir ki artık iki yakasını bir araya getiremeyen toplum haline geldik.

Her Allahın günü terör belasından kendini kurtaramayan bir ülke durumuna sokulduk.

Bakınız, sevgili dostlar.

‘’VEFATININ 56. YILDÖNÜMÜ’’ başlık olarak kullandığımız ifade Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri hakkındadır.

Düşünün, Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri "sabavet ve çocukluk" hali olarak bilinen 9 yaşında annesini, babasını ailesini terk ederek ilim tahsil etmek üzere medrese hayatına başlıyor.

19. Yüz Yılın sonlarından başlamak üzere 20. Yüz Yılın çeyrek asrına kadar hayatını tamamıyla ilmi hizmetlerde geçiren büyük bir İslam allamesi olan Bediüzzaman Said-i Nursi Hz., topluma ve millete çok büyük hizmetler vermiştir.

O hizmetlerin başında gelen Kuran tedrisatı ile iştigal ederek 1913 yıllarında 1. Dünya savaşında Rusların Doğu Anadolu’yu işgali sırasında gönüllü alay komutanlığını alıyor, kendi talebeleriyle ve aşiretlerle beraber Ruslara karşı savaşırken at sırtında işaratül iğcaz isimli bir kuran tefsirini yazmaya başlıyor.

Bediüzzaman Said-i Nursi, 1. Dünya Savaşı yıllarında doğu cephesinde gönüllü alay komutanı olarak hizmet eder.

Savaş esnasında yaralanıp 2,5 yıl Rusya'da esir kalır.

Kosturma’daki esaret günlerinden bir gün Rus Orduları Başkumandanı Nikola Nikoloviç kampa gelir.

Bediüzzaman ayağa kalmaz.

Bunun üzerine idam cezasına çarptırılır.

Bediüzzaman son arzu olarak namaz kılmak ister.

Rus komutan ve askerlerin şaşkın bakışları arasında namaz kılar.

Nikolay Nikoloviç birinci defa geçerken önünde kalkmayan Bediüzzamanın önünde kalkmayışı dikkatini çekiyor.

İkinci kez geçerken yine kalkmayınca bu sefer sorguya çekilir.

— Ben bir Rus generaliyim sen esirsin neden önümde kalkmıyorsun…

 Diye sorarken Bediüzzaman cevap verir

— Ben bir Müslüman’ım ve İslam dininin âlimlerindenim, dinimiz gereği siz inanmayan bir kavmin mensubusunuz. Sizin gibi insanların önünde kalkmamak bizim dinimizin gereğidir.

Bu kez Nikoloviç hiddetlenerek onun idamına karar verir.

Bediüzzaman idam edilmek üzereyken;

— "Ben iki rekât namaz kılacağım ondan sonra beni idam edebilirsiniz.."der.

Müsaade ister ve Nikoloviç namaz kılma iznini verir.

İşte bu fotoğraf o andaki çekilen fotoğraftır.

Nikolay Nikoloviç, Bediüzzamanın gerçek manada bir İslam âlimi olduğunu ve dininin gereğini yerine getirdiği için kararından vazgeçer.

Evet, sevgili okurlar.

 Bakınız Rusya’nın bir esir kampında bulunan Bediüzzaman bir Rus generali karşısında din ve inancının gereğini yerine getirirken Rus generali Bediüzzamanın ciddiyetine inanarak idamdan vazgeçiyor.

Ama gel gelelim Bediüzzaman Hazretleri, 1925’lerden sonraki Cumhursuz olarak kurulan bir Cumhuriyetin, cumhuriyetçilerinin rejimi altında yani; Cumhuriyet Halk Partisi’nin şeflik ve dipçik döneminde tam 28 yıl boyunca hapis, sürgün, işkence, gözaltı, hatta zehirlenmeye kadar uzanan çok büyük iğrençliklere maruz kaldı..

Hem de kendi özbe, öz vatanında ve Müslüman bir milletin içinde.

Tüm bunlara rağmen zerre kadar mücadelesinden, inancından, ilminden, irfanından, taviz vermeyen bu büyük İslam allamesi, bugün yeryüzünde Risali Nur adlı eserlerinin 40 dile çevrilmiş olup birçok dünya ülkesinde okutulmaktadır.

Ama ne yazık ki; Türkiye’de tam tersine.

50 yıl boyunca bu eserler yasaklandı..

Okuyanlara suç isnat edildi..

Dönemin kirli medyasının kirli kalemlerinin iftiralarına maruz kalmdı ve hep toplumun gözünden düşürülmeye çalışıldı..

İşte böyle bir manzarayla karşılaşan bir Türkiye ne yazık ki neredeyse 50 yıldan beri iki yakasını bir araya getiremeyerek kanlı terörün pençesinden kendini kurtaramıyor.

Gerisini siz değerli okurlarımızın yorumlarına bırakıyorum.

Bugün burada özetleyerek devamını yarına bırakmak üzere en derin saygılarımla.