VEFATININ 56. YILDÖNÜMÜNDE BEDİÜZZAMAN…
Evet, sevgili okurlar.
Yine bu köşede yaptığımız dünkü sohbetimizin son bölümünü
şöyle bir paragrafla sonlandırmıştık.
"İşte böyle bir manzarayla karşılaşan bir Türkiye ne
yazık ki neredeyse 50 yıldan beri iki yakasını bir araya getiremeyerek kanlı
terörün pençesinden kendini kurtaramıyor."
Evet, sevgili okurlar.
Düşünün; bir ülke, tarih boyunca İslamiyet’i ters yüz
ederek, bazı kirli kalemlerin, kirli ideolojilerin, batıl düzenlerin,
Laisizmin, Kemalizmin, Bolşevik anlayışların hatırına binaen, Bediüzzaman
Said-i Nursi; hep öcü ve suçlu olarak gösterilerek gününü gün eden böylesine
siyasi manevraların neticesinde elbette ki; o ülke kendi eliyle kendi
geleceğini terör odaklarına mahkum etmiştir demektir.
Zira, tarih boyunca ‘’Adetullah’’ denilen Allahın
değişmeyen kanunlarının olmasa olmazıdır bu.
Dünkü sohbetimizde de yine burada ifade ettiğim gibi eski
çağlardaki peygamberleri bile katleden ve peygamberlerin davetlerine yüz
çeviren, peygamberlere tabii olan insanları suçlayarak karalayan, düzenler ve o
düzenlerin düzenbazları Allah tarafından hak ettiklerini bulmuşlar, yaşamışlar
ve sonuç itibari ile yok olup gitmişlerdir.
Bu ‘’İKİ KERE İKİ DÖRT EDER’’ gibi değişmeyen bir adli
ilahinin gereğidir. Ve insanlık
tarihinin de gerçekleridir.
Bundan değil midir ki bugün dünya; yani batı dünyasının
tek dişi kalmış bir medeniyet canavarı, bugün horlaya horlaya ölmeye doğru yani
yok olmaya doğru gidiyor.
Bakınız; Avrupa’nın kalbi durumunda olan Belçika ve beyni
durumunda olan Brüksel’de meydana gelen patlamalar sonucunda, gerek batı
dünyası olsun, gerek ABD olsun, gerek diğer Avrupa ülkeleri olsun yani haçlı
emperyalist dünya, titriyor, korkuyor endişe ediyor pusulasını şaşırmış ne
yaptığını bilmez hale gelmiştir.
Demek ki bu korku da inançsızlığın ve imansızlığın
neticesidir.
Ülkemiz olan Türkiye ise son 14 yıldır Ak Parti iktidarı
sayesinde ayaktadır.
Yani 13 senelik Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın
liderliğinde Türkiye kendini ayakta tutabilmiş, bütün dünyaya medeniyet ve
cesaret dersi vermekle beraber yine de kendini terörün pençesinden kurtaramamış
durumdadır.
Demek budur ki; her şey inançla, imanla, Allaha
bağlılıkla sonuca varılır.
Ve o ülke için o insanlar için uğur ve bereket getirir.
Ama sen kalk, 90 yıl boyunca çok kirli bahanelerle, haçlı
küfür dünyasının direktif ve kumandasıyla, inanmış bir milletin bin yıllık
tarihini ona unuttur…
Kültürünü değiştir…
Kuran dilinden Osmanlıcaya kültür olarak geçen kavramları
Arap dilidir diye değiştir..
Kuran tedrisatını ortadan kaldır, ezanı muhammediyi
orjinalinden Türkçeye çevirmeye çalış…
Ülke çapında nice nice camileri kapat yerle bir et..
Ayasofya’yı Bizans emperyalizminin hatırına binaen
ibadete kapat ve son olarak ta küfrün kirli dişini Bediüzzaman Hazretlerine
karşı göster..?
Ve onu toplumdan dışlamaya çalış, suçlu göster, iftira et
ve tüm yaptıkları iyilikleri bir çırpıda ortadan kaldır ve ben demokratım,
ülkeyi adaletle yönetiyorum, çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırmak için
bunları yapıyorum de..
Sonra da 90 yıl boyunca ülkeyi tümüyle kan revan haline
getiren teröre, şiddete mahkum et..
Hayır!
Hayır!
Hayır!
Artık bu ülke insanı, bu millet, bu ümmet böyle kirli
palavralara kanmaz, yanılmaz ve sizin bu düzeninize, bu rejiminize hiçte inanmıyor.
Mutlaka bu bayat dayatmacı, vesayetçi, anayasayı ve onun
paralelindeki yasaları ve yönetmeliği süratli bir biçimde değiştirmeniz
gerekir.
Yoksa korkarım ki bir gün gelir yapmak isteseniz de bunu
da yapamayacaksınız. Ve Allah korusun ülkede, millette elden gider.
Düşünün sevgili okurlar.
Bediüzzaman Saidi Nursi Hazretleri 1960 yılının 22 Mart
akşamı, Isparta’dan Urfa’ya kaçak olarak gelirken hasta ve yaşlı, yürüyemez
durumda idi..
Ölüm döşeğindeydi.
Onun tek arzuladığı yegane gerçek vardı, o da Hz.
İbrahim’in şehri olan Urfa’da vefat etmek idi..
Ömrünün son saatlerini yaşıyordu.
Ama dönemin iktidarı, siyaseti "ona karşı"
hasımlık içerisindeydi.
Çünkü, dönemin İçişleri Bakanı yani Demokrat Partisinin
İçişleri Bakanı olan Namık Gedik küfür inadına dayalı olarak ısrarla Urfa
Valiliğine talimat veriyordu..
Urfa emniyetini ayaklandırıyordu, Ustad'ı Urfa'dan
çıkarmak için…
Talimatında şöyle diyordu.
'Onu derhal Urfa’dan çıkarın.. Ölse dahi cenazesini
gerekirse çöp arabasına koyun" diyordu..
İşte böylesi bir soytarı ve sosyalist bolşevizm anlayışına
sahip dönemin bir bakanı, edepsizce bir İslam alimine karşı saygısızlık
gösteriyordu..
O bakanın bu halet-i ruhiyesi zaten oldukça Türkiye’nin
İslama karşı tarih boyunca ne kadar düşmanlık göstermiş olduğunun kanıtlayıcı
bir delilidir.
Ölüm döşeğinde olan Bediüzzaman Hazretlerine İçişleri
Bakanlığının bu sözü iletilirken o büyük üstad Hazretleri ilimden ve imandan
gelen ilhama dayanarak şöyle diyordu.
- Bekleyin; görelim kimin cesedi çöp arabasına konulacak.
- Evlatlarım
- Hiç merak etmeyin çok kısa bir zaman içerisinde
Allahtan ümit ederim ki o bakanın cesedi çöp arabasına konulacak.
Böylece üstadın vefatından sonra yani 23 Mart ile 27 Mayıs tarihleri arasında geçen 65 gün
içinde yani 27 Mayısta yapılan darbe sonucunda o bakanı yakalamak üzere gece
yarısı darbeci görevliler evine
giderlerken kendisi korkudan intihar etmek suretiyle kendini pencereden aşağıya atıyor ve cansız
bedeni yere seriliyor.
Gelişen, iddia edilen duyumlara göre; o bakanın cesedi
belediyenin çöp arabasıyla kaldırılıyor.
İşte, sevgili okurlar.
Bugün yeryüzü ister batı dünyası olsun, ister doğu
dünyası olsun, ister Amerika ister Rusya gibi dev devletler, çok büyük panik ve
korku içerisindedirler.
Bu söylediklerimizi onlar da biliyorlar ama ne yazık ki
pek inanmak istemiyorlar.
Tarih boyunca değişmeyen ilahi kanun; nice nice Firavunları, Nemrutları, Karunları,
Leninleri, Markları, Hitleri, Musolinileri, kapsamına alıp götürmüş olduğu gibi günümüzde de adli
ilahi olan Tevhid inancına inanmayan ve toplumları doğru yoldan saptıranların
akıbeti de öyle olacaktır.
Bakınız, Bediüüzaman ‘’SUNUHAT’’ isimli eserinde eski
Said diliyle şöyle diyor;
Ey Müslüman;
Bu gerçeği yaşa ve inan.
Yoksa mahvolursun şu zamanın medeni engizisyonu müthiş
bir vesile ile bazı zihinleri tehlike ile bir kısım na meşru, gayrı meşru
evladını vücuda getirip, İslamiyet’e karşı kinini ve hissi intikamını icra
eder.
Diyanetsizliğe veya laubaliliğe, yani vurdumduymazlığa
veya Hristiyanlığa temayülle veya İslamiyet’ten şüpheyle soğutmaya bir kapı
açmak ister.
Yani bu medeni engizisyon.
Evet, Avrupa küre-i zeminin hums-u öşrü iken, (yani
beşten bir veya ondan biri iken) nev-i
beşerin (yani insanoğlunun) bir rub’unu (yani dörte birini) letâfet-i
fıtriyesiyle (yani insanlık yaradılış gereği doğrultusunda) tüm insanlığı kendine çekmek istiyor ve köleleştirmeye
çalışıyor.
Hem de kendini makyajlayarak güzel göstermek suretiyle.
Oysa ki hikmeten ve ilmen sabittir ki, efrad-ı kesirenin (yani toplumlarda bir çok
bireylerin çokluğu gereği) ile içtimâı, ihtiyacatı (yani toplumsal
ihtiyaçlarını) intaç eder. (yani herkes bir şeylere muhtaçtır)
Başta toplumsal tesanüt ve dayanışma olmak üzere tüm
toplumsal ihtiyaçlara muhtaç olan insanlığın, yani her gün daha fazla çoğalan
insanlığın ihtiyaçları da o nispette çoğalmaktadır.
Böylece yeryüzündeki beşeriyete, yeryüzündeki tüm
insanlığa nispeten azınlıkta olan Avrupa kendi makyajlı politikası ile tüm
insanlığı kandırmaya çalışıyor ve insanlığı kendine köle yapmak istiyor.
Üstadın en çarpıcı ve dikkat çekici ifadelerinden
birisinde de şudur.
“Azâmetli bahtsız bir kıt’anın, şanlı talih’siz bir devletin,
değerli sâhipsiz bir kavmin reçetesi; ittihad-ı İslâmdır.”
İslam birliğidir.
“Zulüm, başına adalet külahını geçirmiş; hıyanet, hamiyet
libasını giymiş; cihada, bağy (isyan, anarşi) ismi takılmış; esarete, hürriyet
namı verilmiş! Ezdad (zıtlar) , suretlerini mübadele etmişler.”
Evet, sevgili okurlar .
Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin bunun gibi daha nice
çarpıcı ve uyarıcı vecizeleri vardır ki;
ama hepsini buraya sığdıramamakla beraber, zaman zaman önemine binaen bu
sütunlarımıza peyder pey ders etmeye çalışacağız.
En derin saygı ve
sevgilerimizle
Hayırlı cumalar