ZALİMİN ZULMÜ HEP YANINA KAR MI KALACAK?! (III)

Sevgili okurlar!

Yazı serimize devam diyoruz... Ki bugünkü sohbetimizin muhtevası, dünden devamsa da kapsam alanını genişletiyoruz...

Çünkü “Zalimin Zulmü Hep Yanına Kar mı Kalacak?” ifadesi, salt bir mevzuuyla alakalı değil, ya da bir tarihle!

Tarihi de, dünü de, bugünü ve yarını da; “sorguladığı” gibi, mazlumun da “çığlığını” ifade ediyor..

Ne diyoruz, hak, hukuk, adalet, eşitlik?

Ama ne yazık ki “hiç de sadra şifa veren, sağlıklı, huzurlu ve mutlu”  bir sistem ikmale getirilmediği gibi, mevcut müesses nizamın “zulümkâr” dişlileri hep, “ihanet ve hıyanet” üretmiştir...

***

Dün siz değerli okurlarımızla ve tüm kamuoyuyla geçmişte yaşadığımız ve bize yaşatılan tarihsel bir “zulümden” söz etmiştik..

Özellikle 1997 ile 2000 yılı arasında olup biten siyasi atmosferde, sergilenen karanlık oyunların cüzi bir parçası da olsa, belge ve dokümanlarıyla sizlerin takdirine sundum!...

Zira elimize geçen “Parmaksız Zeki” kod adlı Şemdin Sakık’ın kendi el yazısıyla yazmış olduğu “itiraf mahiyetindeki” bir mektup...

Tüm muhtevasıyla, köşemize taşıdık.

Buradaki temel amacımız milletin uyanışıdır...

Batılın hıyanetlerine, batılılaşma adı altında yürüyen ve toplumumuzu aldatmaca oyunlarla kandırmaya çalışan “plan projelerin” nasıl tertiplendiği...

Hıyanet erbaplarının kendilerini nasıl da kurtarıcı olarak göstermeye çalıştıklarını..

Devletin himayesinde, işgal ettiği makam ve mevkinin nüfuzunu, çıkar ve menfaat uğruna, kimlerin kimlerin nam-ı hesabına “fahişe” bir kimlikle, sahtekarlıklar yaptığını..

En önemlisi de devlet ile milleti karşı karşıya getirip hasım etme; “terörünü” körükleyenlerin kimlerle nasıl bir işbirliği içerisinde olduklarını, deşifre etmektir.

Daha da ötesi...

Kürtlerle Türkleri birbirine düşürmek isteyenler..

Ta Osmanlı döneminden kalan Turancılık adı altında Jön Türklerin Ermeni ve Yahudi komitelerle işbirliği yaparak Fransa ve İngiltere orjinli masonik çalışmaların dün olduğu gibi bugün de, aynı mekanizmanın işlediğini sizlere hatırlatmak istiyorum...

Ve her zaman bu köşede anlattığım gibi; “bu oyunlar henüz bitmiş değil.”

Özellikle ittihatçıların Osmanlıyı yıktıktan sonra devlet yönetimini ele geçirenlerin makyajlı görüntülerinin sahte olduğunu, bu itibarla bunların da Osmanlıyı yıkıp virane eden zihniyetin bir devamı olduğunu anlatmaya çalıştık... Ki çalışmaya da devam ediyoruz...

Her ne kadar isim, şekil, sima ve insanlar değişmişse de yani tek kelimeyle o süreç geçmişte yaşanmışsa da, o paralelde yeni süreç devam ede gelmektedir...

Şimdi aynı oyunlarla Türkiye’de bölgecilik adına, Türkçülük ve Kürtçülük adına devleti alttan sömürerek yıllardan beri nice nice ailelerin evlatları yok olup gittiler...

Karlı çıkan ne Kürtler olmuştur, ne Türkler olmuştur?.

Olsa olsa gizli locaların plan ve projelerinin gerçekleştirmiş olduğu gizli hıyanet avaneleri olmuştur..

Bu itibarla son yirmi yıl içinde yani yirmi yıl önce mağdur edilen, bedel ödeyen Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki birçok aile içerisinden biri de biz olmuşuzdur...

Biz bunları dile getiriyoruz, yazıyoruz, çiziyoruz…

Ama ne çare ki devleti yönetenler, kilit noktalardaki zevat bir türlü ilgilenmiyor, duymuyor, bilmiyor.

Tabiri caizse üç maymunu oynuyor.

“Görmedim, duymadım, bilmiyorum,,,”

Bu nedenledir ki bu oyunlar milletin hem ekonomisini hem ahlakını, hem geri kalmışlığında temel unsur olmuştur...

Ne hazindir ki yasalar onlar için bir türlü uygulamaya sokulmadığı gibi, sokulacağı da pek beklenmiyor...

Bizim görevimiz; Laiklik, Kemalizm, Sekülarizm, kurtarıcılık adına bu toplumu morfinleştirmiş, uyuşturmuş,  zihnen,  aklen ve ruhen tefessuh etmiş, yani çürümüş bir halin yaşanmasına, karşı durmaktır...

Bu yaşamı ve anlayışı dikte edenlere “dur” demektir..

Vatandaşı da; uyanık olmaya davet etmektir...

Bunun için bir medya grubu olarak biz bunları zaman zaman dile getirmeye çalışıyoruz, kamuoyuyla paylaşma görevini yerine getirmiş oluyoruz..

Evet, sevgili okurlar!

Yakın tarihimiz boyunca olup bitenlerin rejimin ve sistemin gölgesinde yaşanan yarar ile zararlar bir araya getirildiğinde zararlar ve zarar görenler, yarar sağlayanlardan daha fazla ağır basmaktadır.

Oysaki devletlerin temel felsefesi, ana stratejisi, kuruluşunun dayanak noktası; toplumlara refah ve mutluluk getirmek olmalıdır.

Huzur ve barışı getirmektir.

Hukukun üstünlüğünü sağlamaktır.

Zalimin zulmüne “paydos” demektir...

“Hop hop buraya kadar yaptın bundan sonra dur” denmesi gerekir.

Ama heyhat!

Eski tas eski hamam!

Her şey olduğu gibi duruyor..

Sanki bu memlekette mağdur insan yoktur, zarar gören insan yoktur, siyaset keyfiyet içerisinde, büyük bir fütur ve rahatlık içerisinde yürüyor…

İktidar ayrı bir havada yürüyor, muhalefet apayrı bir havada yürüyor.

Ama ülkenin ekonomiksel sıkıntısı orta yerde…

Ahlaki yozlaşma apayrı bir hal taşıyor.

Aileler arasındaki çürümüşlük diz boyu…

Cehalet başını almış gidiyor.

Fakr-u zaruret o biçim..

Tembellikle çalışmadan rızkını başkasının cebinde aramak veyahut devletin kesesinden sağlamak bambaşka bir hal..

Peki, bu memleketin hali ne olur?

Nereye gidiyor bu memleket?

Evet!

Dünya bugün Rus ve Ukrayna savaşına endekslenmiş durumda.

Her ne kadar Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın girişimiyle, gayretli çalışmalarıyla bu ateşe bir su döküp söndürmeye çalışılıyorsa da, fakat bize göre o da bir meçhul…

Ama yine de Allah razı olsun..

Cumhurbaşkanı’nın çabaları, ABD’nin, AB’nin ve diğer sözde kurtarıcı görünen ülkelerin balonlarını söndürmüştür..

Bu dünyaya karşı Türkiye’nin dik duruşunu göstermiştir, barış için gerekeni yapmıştır ama ABD nerde?

Diğer dünya ülkeleri nerede?

İşte bu soruya cevap aranıyor ama kimse cevap veremiyor.

Dâhildeki siyasi meselelerimize gelince de; bilindiği gibi önceki gece vakti CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun aniden Diyarbakır’a inmesi partisi için bir şans arayışı içerisinde olduğunu düşünüyoruz.

HDP’nin kapatılması ile ilgili davanın Anayasa Mahkemesi’nde görülmesinden dolayı seçimlere kadar “ne olur ne olmaz HDP kapanır” gibi bir siyasi düşüncesi olabilir ki en azından “CHP Lideri olarak bu mirasa ben konabilir miyim?” diye Diyarbakır’a teşrifleri (!) doğrusu insanın aklına çok şeyleri getirmiyor değil.

Korkarım ki bir zamanlar yani 70’li yıllarda Ecevit de Kıbrıs’a ansızın bir müdahale yaptı ve kendi kendini Kıbrıs’ın fatihi olarak ilan etti.

Ve siyasi dönemlerinde kendini “Karaoğlan” olarak dağlara taşlara, köprülere yazdırdı.

Ama heyhat!

Aradan elli yıl geçti.

Bugün Ecevit’in esamisi de yok, bir eseri de yok…

Meğerki hep balondan ibaret ve siyasetin yalan dolan aldatma kavramlarıyla kendini millete inandırmaya çalışıyordu.

Oysaki Ecevit kişisel olarak Robert Koleji’nde okumuş, büyümüş, siyaset stajını büyük kurtarıcı (!) İsmet İnönü’nün yanında yapmıştı ve Robert Koleji’nin masonlarındandı.

İslam’a hiç inanmıyordu…

Karısı zaten Rahşan Hanım mühtediye olmadan Yahudilik dini üzerinde yaşıyordu.

Onun Başbakanlığı döneminde de Dışişleri Bakanı Milliyet Gazetesi’nde yazar olarak bilinen İsmail Cem’di.

O da Yahudi asıllıydı.

Her ne kadar isim değişikliğini becerebilmişse de aslında ismi İsmail değil, Yahudi bir isimdi.

Peki, sormazlar mı?

Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!?

Eyy Kemal Kılıçdaroğlu, Allah billah aşkına elini vicdanına koy, yakın tarihimiz boyunca sizin kurulan partinizin temel amacı neydi ve şimdi nedir, yeni siyasi iktidar yolunu mu seçtiniz yoksa (!)

Bize göre hayır, hiç de öyle değil.

Ancak eskisi gibi bu milleti siyasi aldatmaca kavramlarla “belki iktidara gelirim” diye düşünüyorsanız da bize göre beyhudedir.

En derin saygı ve sevgilerimle…

Hayırlı Cumalar…