CEYLAN 'SUSKUUUN!

Hem de nasıl?
Küçük Ceylan Önkol 'çok' derin bir suskunluk içerisinde!
Onun suskunluğu 'toprağın' altında oluşudur.
Eğer bugün yaşasaydı 'okulunda' olacaktı. Gülecekti, oynayacaktı, konuşacaktı!
Boş zamanlarında 'koyunlarını da' otlatacaktı.
Mutlu bir 'hayat' umuduyla; çevresine  'kirlenmemiş' sevgisiyle gülümseyecekti!
Hayallerine, beklentilerine ve istemlerine doğru 'hedef' seçecekti.
'Büyürsem ve yaşarsam' bu olacağım diye? Belki öğretmen, belki de bir doktor!. Ya da 'hukukçu"!
Kendisi; gibi 'sorgusuz-sualsiz' masumca toprağa gömülenlerin 'hakkını-hukukunu' ve hesabını sormak için.
Ama nerde? Yoook!

***

Çünkü 'o' artık yaşamıyor. Paramparça vücudu 'toprağın' altında!
'Melekler' misali; cennet bahçesinde bizleri seyrediyor.
'Kendisine' bu hayatı 'çok görenleri', havan mermisini 'kendisine' ölüm diye yollayanları!
Mazeretleri ne olacak diye; bekliyor. Aslında 'o' biliyor!
Karanlık 'yüzün', kör kurşunun ve hayatını 'hiçe sayan' zihniyetin; 'ne yaptığını?'!
Ama ne var ki; 'doğanın' ve tabiatın gereği 'suskun'.. 
Ancak; 'ahirette' konuşacak ve hesabını o zaman soracak?
Onun 'intikal' ettiği ebedi dünyadan; 'meselenin' seyri böyle!
Peki ya 'yeryüzünde' olanlar. Bu fani dünyada yaşayanlar.
Ne var ki; 'onlar' vahim olduğu kadar ürkütücü bir sessizlik içerisinde.

***

Bakın! Bugün acı hadisenin üzerinden nerdeyse iki hafta geçti.
Ve hala Küçük Ceylan'ın 'vücudunu' paramparça eden; cisim!
Ve onun 'arkasındaki' müsebbipler; kim ve kimler bilinmiyor!
Faili meçhul, akıbeti ise malum! Bu süre içerisinde üç yazı oldu.
Bununla dördüncü yazı olacak; ilk gün 'çığlık çığlığa' ifade ettiğim gibi bugün 'yeniden' avazım çıktığı kadar bağırıyorum!
'Küçük Ceylan'a ne oldu?' diye!
Öyle görünüyor ki; bir süre daha 'sormaya' devam edeceğiz, ta ki 'üzerimize' bıkkınlık gelene kadar.
Zaten; 'hadisesinin' müsebiplerinin de, 'sindirme' anlayışları bu!
'Kulaklar' tıkalı, 'deve kuşu' misali; gerçekleri 'görmekten' kaçınıyorlar.
Yoksa!
Şuana kadar 'kamu vicdanını' rahatlatan, birileri çıkıp 'olayı ve müsebbipleriyle' alakalı konuşurdu.

***

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin 'Demokratik Sosyal' bir devlet olduğunu! İnsan Haklarına saygılı.
Hukukun 'üstünlüğüne' bağlı.
Eşit ve bağımsız Adaletin 'icra' ettiği bir ülke nizamına sahip olduğunu; söylerdi.
Ama nerdeee? Ne gelen, ne giden, ne de soran var?
Ahmet Altan 'son yazısında' ifade etmişti.
"Yarın bir gün çocuğunuz çıkıp gelse de, ’bir küçük çocuğu vurmuşlar, sen neden yazmadın’ dese, ne diyeceksiniz?"
Evet! Belki duayenin yazısı bu meseleyle alakalı 'bir-iki'dir. Benim bu 'dördüncü' yazım!
Ve her gece; oğlum Eşref de, eşim de soruyor; 'Küçük Ceylan'ın olayı ne oldu, bi haber var mı?' diye!

***

Mahcup ve biraz da 'suçlu' psikolojisiyle; 'hiçbir şey yok?' diyor ve başka mevzuya geçiyorum.
Onlar da 'inşallah' failleri belli olur diyor. Çünkü irkilmişler Küçük Ceylan'ın 'ilk ve tek' resminden.
Annesinin 'çığlık çığlığa' bağrı yanık bir şekilde; 'parçalanmış' cesedini ellerimde topladım demesinden.
Tıpkı 'yazdıklarımız' üzerine umut kurgusu geliştirdiğimiz gibi; 'birileri' duyar da, 'vicdana' gelir diye!
Ama galiba yazdıklarımızla kalıyoruz! Tabi 'kısır' bir kimlikte hasıl!
O da; 'Küçük Ceylan'ın' magazinsel bir kimliğinin olmayışı!
Düşünüyorum; 'böyle' bir durum vaki olsaydı.
İki gün önce Muş'ta, Önceki gün Batman'da, dün de Diyarbakır'da olan, 'ulusal' medyanın 'amiral' gemisi; 'Hürriyet'!
Ertuğrul Özkök'ün himmetiyle yola çıkan "Hürriyet Hakkımız Treni"yle; vuku bulan 'magazin' turunda; 'Küçük Ceylan'ın yeri nerde?
Onlar için; 'Ajda’nın nefis 'estetikli' bacakları ve göbek şovları önemli.
Birinci sayfanın, 'sağ köşesine' iyi gider!

***

Nitekim '6 sütuna' sürmanşet idi; Hürriyet Ajda Forever, Hasankeyf'e sadakat'!
Ya Hülya'nın açılımı! Öyle ya; 'Münevver Karabulut'a gösterilen himmet!
193 gün bilfiil; 'birinci sayfa' haberi idi! Kanal D'nin 'ballandıra ballandıra', 'son dakika' gelişmelerini anlatması.
Peki, Güneydoğu 'gerçeği'! Ya da Küçük Ceylan'ın 'paramparça' edilen hadisesi! 'Tek sütuna iç sayfada'!
Değeri 'O kadar'! Öyle olsun! "Anne bana makarna pişirsene" dedikten sonra bir kız paramparça oldu.
O toprağın altında olsa bile! 'Suskunluk' içerisinde; görüyor isek de!
Biliyorum ki; 'Küçük Ceylan'ın suskun 'sessizliği' en büyük çığlıktır.

***

Birileri 'onun' kanı üzerinde istediği kadar 'suskun' kalırsa kalsın!
Sindirme ve 'boş verme' düşüncesi üretirse üretsin.
Medyanın 'dev' güçleri; 'deve kuşu misali' kafalarını kuma gömüp; olayı görmezden istedikleri kadar gelsinler.
O konuşacak, o çığlığını atacak, o 'utanın', kanım üzerinde 'rant' temin eden faşist ve Bolşevik düşünce sahipleri.
Mutlaka bir gün sizleri 'gerçekler' karşısında 'bağırtacağım'!
Çünkü bu coğrafyada 'hiç uğruna, masumane' bir şekilde ilk öldüren ben değilim.
İlk vücudu 'paramparça' olan, göğsüne 33 kurşun sıkılan, 'çıkar-menfaat' uğruna, insanları 'ötekileştiren'!
Sahte, uyduruk, yalan-dolan, 'suç isnatlarıyla', hayat karartan, faili meçhule kurban giden 17 bin insan!

***

Küçük Ceylan'ın 'hadisesi' için sanmıyorum ki artık bir çocuk ya da Eşref çıkıp desin ki;  ’Bir küçük çocuğu vurmuşlar, sen neden yazmadın’
Evet! Bu dördüncü yazım, 'ta ki' suskun birileri bağırana kadar devam edecek.
Tabi düşünüyorum! Hadisenin vuku bulmasından sonra; 'acılı' aileye devlet ekranından birileri 'başınız sağ olsun' taziyesine gitti mi?
Lice Kaymakamı, Askeri Komutan ya da İl'in Valisi! Sanmıyorum gittiklerine.
Gitseydiler mutlaka haberdar olurduk.
Demek ki; atalarımız boşuna dememişler "Sükût ikrardan gelir' diye!
Hazreti Mevlana ne güzel ifade etmiş;
"Kuzgun, bağda kuzgunca bağırır. Ama bülbül, kuzgun bağırıyor diye güzelim sesini keser mi hiç?"
Öyle ya!