GÜNLERİN BULUŞMASI TESADÜF MÜ

...Ve,
İdrak ettik Ramazan Bayramını!
Dini Bayramlara özgü kendimize imtiyaz geçtiğimiz "tatil" de sona erdi.
Bitti bize tanınan üç günlük tatil izni.
Dün itibariyle; full mesai başladı.
Yani,
Kesintisiz "işe" devam. Bir daha ki; "dini" bayrama kadar.
Evet,
Üç günlük ayrılıktan sonra yeniden merhaba diyelim.
Aynı zamanda,
Geçmiş bayramınızı da, tekrar "tebrik ederek.

* * *

İlahi Kudretin tecellisi olsa gerek!
Baksanıza,
Ramazan Bayramı içerisinde "üç farklı" gün ve anma yaşandı.
Birincisi,
Kendisine has feyzi olan "Dini" Bayram oluşu.
İkincisi,
30 Ağustos Zafer Bayramı.
Üçüncüsü de;
1 Eylül Dünya Barış Günü.
Öyle ya!
Her biri kendisine has hikmeti büyük "mevzular" içermektedir.

* * *

SİYASİLERİN ARZ-I ENDAMI?

Tabi,
Size burada Bayram nasıl geçti?
Kim ne yaptı "hasb-i haline" girmeyeceğim.
Aynı zamanda,
Diyarbakır'a arz-ı endam eden siyasilerin "aktif(!)" halleri.
Yeni yapılanmalar için,
İcra edilen "kulis" yoğunlukları, kim gidecek, kim kalacak, hangi daire müdürlüğü kime haiz olacak.
Boşalan,
Parti İlçe teşkilatlarına "hangi siyasinin" işaret ettiği kişi gelecek.
Bu arada,
Satışı yasak olmasına rağmen, Diyarbakır'ı adeta "savaş merkezi" haline getiren, maytapların yarattığı işkence hal.
Ve ona karşı yetkili etkili zevatın zaafiyet göstermesi.
Velhasıl,
Kent "temizliğinin" yeterince yapılmayışından doğan kirli görüntüler.
Hastanelerin,
Acil servislerinde "keyfiyet" içeren, muameleler.
Evet,
Bunlarla bugün için "beyninizi" meşgul etmek istemiyorum.
Bilahare konuşuruz.

* * *

Ben;
Günlerin, önemine ilişkin biraz hasb-i hal niyetindeyim.
30 Ağustos'taki,
Kutlama ve Başkomutan resmi, "demokrasi ve sivilleşme" anlamında, tarih içerdi.
Olması gerektiği gibi.
Yıllardır,
Bir geleneğin "vesayeti" altında, sivilleşememenin prangası.
O pranga artık yok!
Cumhur'un başıdır, artık bu ülkenin başkomutanı.
Değişiyor.
Değişmeli Türkiye.

* * *

1 EYLÜL ve ÜLKEMİZ

Dünya barış günü.
Yani 1 Eylül.
Hiç kuşkusuz ki; 1 Eylül Nazilerin Polonya'yı işgali ve ikinci Dünya Savaşının yıldönümü.
Dikkat edin,
Bir tarafta "barış" diğer yanda savaş.
O korkunç,
Yıllar ve savaşlar her ne kadar "geride" kalmış diyor isek de.
Şu an,
Yerkürede "o günlerin" daha dehşetengiz "savaşları" yaşanmakta.
Hele ülkelerdeki "iç çatışmalar" devletlerarası savaşların da ötesinde.
Çünkü;
Yaşanan ve yaşatılan savaşlar "öyle" işgal ve toprak, hesabı değil.
Demokrasi,
Özgürlük ve Devrimler "kılıfı"  giydirilen savaşlar bugün revaçta.
Ama ne gezer?

* * *

İşte,
Irak'ın hal-i durumu!
Afganistan. Pakistan.
Libya, Suriye ve Mısır.
Diğer yanda, Tunus.
Kan akıtan,
Siyasal iktidarlar ve despot yönetimler.
Ve tabi ki; piyonu oldukları Amerika ve NATO'nun keyfiyeti.
Peki,
Ülkemizde "iç barış ve toplumsal" huzur var mı?
Maalesef.
Kirli bir savaş sürüp gidiyor.
Ne ateşe su döken var.
Ne de, ateşin "körükleyicisi" kim, gerçeğinde idrak edilmeyiş var.
Bir muamma.

* * *

GAZETECİLERE ÇİRKİN SALDIRI

Aslında,
Toplumları derin badire sürükleyen en büyük etken "kendileriyle" barışık olmayışlarıdır.
İster,
Birey düzeyinde ister toplum düzeyinde olsun "kendileriyle barışık" olmadıkları müddetçe, hep "iç huzursuzluk" yaşarlar.
Tıpkı,
Ülkemizde ve coğrafyamızda olup-biten hadiseler zinciri gibi.
Evet,
Kendimizle barışık değiliz.
Bakın;
Dün, ülke genelinde olduğu gibi Diyarbakır'da da "Dünya Barış Günü" etkinliği vardı.
BDP'nin,
Organizasyonuyla, İstasyon meydanında miting yapıldı.
Ancak,
Günün "önemi" barış ve kardeşlik sloganlarıyla, kendini idame etmesi gerekirken, "o barışsız" hal-i ruhiyet gölge düşürdü.
Ne yazık ki;
Basın emekçilerine yönelik "geliştirilen" şiddet içerikli tavır öne çıktı.
Her ne kadar;
Bir kaç kişiden gelişen bir "şiddet" eğilimi idiyse de, "etkisi" göz ardı edilemez.
Nitekim;
İstasyon meydanında ülkeye ve dünyaya verilmesi gereken mesaj "kesinti" aldı.
Yerine,
Basına yönelik "tepki" konuşulup-tartışıldı.
Yani,
Haber bültenlerine "barış mesajları" yerine, gazetecilere saldırı görüntüleri yansıdı.

* * *

Anlayacağınız,
Demokrasiye yakışmayan "provakatif" bir girişim yaşandı dün.
Buradan;
Kınadığım gibi.
Sur Belediye Başkanı Demirbaş'ın ifade ettiği gibi "provakatif" eylem, toplumsal barış çağrısına "pranga" oldu.
Ne diyelim;
Güne ve günün anlamına "yakışmayan" bir hal, icra edildi.
Yazık!
Bilemiyorum.
Düşünmeleri gerekir, o pet şişe ve taş atanlar?
Orada bulunuşlarındaki gaye; "Barış ve kardeşliğin sağlanması. Kirli savaşın da son bulması" için miydi?
Yoksa
Bu seslerin dünyaya duyurulmasına "engel" olabilmek için miydi?
Elbette ki öyleydi.

* * *

Hadi.
Hep birlikte kulak verelim, Cahit Sıtkı'ya.
Mısralarından,
Dökülen Eylül ayının, "yürekte" bıraktığı izi.
Şöyle diyor:
Ayva sarı, nar kırmızı sonbahar;
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze, ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar.

* * *

SON BAHAR'DA YAPRAK DÖKÜMÜ?

Öyle ya!
Evet,
Eylül ayının bir de "toplumsal" hareketliliği var.
Çünkü;
Bu ayın gelişi hem öğrenciler, hem aileler hem de öğretmenlere hareket.
Bir taraftan;
Üniversiteyi kazanan öğrencilerin "kayıt ve yurt" telaşı.
Diğer yandan,
Okula yeni başlayan çocukların "araç-gereç ve giyimlerinin" temini.
Yani,
Sonbahar "kendisine" özgü dizelediği binlerce şiirin "deryasında", yaprak dökümü.
Rüzgârın,
Yüzdeki esintisi, ağaçlardan dökülen sarı yaprakların, "fısıltısı"
Ve tabi ki,
Yaz tatilinin "sona erdiğini" bildiren, tabiatın görüntüsü.
Hayırlı Cumalar.