HA CESARET

Boşuna dememişler;
"Kurt dumanlı havayı sever" diye!
Derin bir ifade.
Doğrusu;
Şuan özellikle Güneydoğu üzerinde ciddi bir şekilde; "hava" dumanlı!
Hem de; tozlu-dumanlı.
Her şey "birbirine" karışmış vaziyette!
Evet!
Hakkari'de "since" girişilen hain saldırı.
Ve "kaosa" kurban giden 9 insan.
Önceki gün itibariyle;
Bu eksende gelişen "dumanlı" bir hava sürekli geriyor.
Öyle ki;
Sinirleri de etkileyen "şiddet" içeren dumanlı hava, beyni de zorluyor olup-bitenlere karşı!
Neden diye?
Dün de;
"Ne güzel" diye başlayan yazımda, bir gün öncesine kadar havanın ne kadar 'hoş ve umut' içerdiğinden söz etmiştim.

 

***

 

Ama bugün;
Tam zıt kutupta "karamsarlıktan ve korku, endişeden" bahsetmekteyiz!
Düşünün;
Kürt sorunu çözüm yolunda.
Barış ve kardeşlik duyguyu filizleniyor.
Halklar ve haklar kabul uzlaşmasında.
Çoğulcu, özgürlükçü ve liberal bir demokrasi işliyor.
Milli irade "söz sahibi" olma bloğunu güçlendirdiği bir zaman da;
"Ortalık toz-duman" oluyor!
Ve "Kurtlar" ortaya çıkıyor!
Yıllarca;
Güneydoğu'da "oluk" gibi akıtılan kandan, dökülen göz yaşından.
Sıkılan kurşundan, atılan el bombasından, baruttan beslenenler.

 

***

 

Önceki gün ve dün;
Hakkâri’de "yaşanan" katliamla yeniden kendilerine "gün" doğdu.
İştahlı bir şekilde; saldırıyorlar.
Bir taraftan Kurtlar.
Bir taraftan Şahinler.
Bir taraftan Akbabalar.
Bir taraftan Kan emiciler.
Orta yere dökülen ve döktükleri "kana" yumulmuşlar.
Alanlarında; uzman avcılar.
En hassas ve öldürücü "noktayı" bildikleri için; vuruyorlar.
İğrenç bir durum.
Akıl kilitlenmesi insan yaşıyor;
Kurt, Şahin, Akbaba, Kan emiciler "ittifak" içerisinde zehir akıtıyorlar.

 

***

 

Aslında;
Bu yaşanan ve yaşatılan tablo ilk kez olmuyor.
Ve pek tabi ki de; ilk kez yaşamadığımız gibi ilk kez de fikir icra etmiyoruz, hadisenin üzerine.
Ama
Bizi "gerileten" özellikle "akıl tutulmasına" götüren hadiselerden ders-i ibret almayışımızdır.
Bakınız;
Hakkâri saldırısı'nın "detayına".
Kullanılan "mayın" türü belli.
Seçilen ve stratejik planı olan; "yol ve güzergâh".
Köy ahalisinin "siyasi" düşünceleri.
Referandumda "sergiledikleri" tavır.
Ve hepsiyle birlikte "hadisenin" zamanlaması.
Orta yerde iken;
Siyasilerin saldırı sonrası getirdikleri yorumlara bi bakın!
Herkes bir tarafta "suçlama" peşinde!
"Sazan balık"tan da öteye; atılıyorlar.
Hadisedeki kendi basiretsizliklerinin "gözlenmesi" için.

 

***

 

Dikkat;
Hükümet "PKK" deyip, işin içerisinde çıkmanın gayesiyle "topu" taca attı.
CHP ve MHP'de ise, bildik siyaset.
"Hem hükümet, hem PKK, hem de dış" güçler diyerek; kendine has kavram oluşturdu.
BDP'de;
"PKK değil" deyip, "Derin Devlet ve İyi Çocuklarla" mevzu ya Ergenekon vari elbise giydirdi.
Tüm bu;
"Karşı" suç oluşturma siyaseti icra edilirken, her zaman ki gibi "vahim" bir sorumsuzluk daha icra ediliyor.
Soruna "çözüm" yerine yeni "çözümsüzlükler" bindiriliyor.
Bence burada;
"Akil adamlılık" önemli.
Hakkâri’de işlenen "katliam"ın ardından kim çıkarsa çıksın.
Bilinen şudur;
Şiddetten nemalananların tezgâhıdır. Her halükarda bunlar; "karanlık yüze ve karanlık ele sahipler"
Silahları konuşturup, "sözlerin" hükmünü zayıflatmaktır.

 

***

 

Onun için;
Bu ilk olmayan ve son olmayacağı da aşikâr olan "vahşetin" iç dünyasını bırakalım; "zaman" gün ışığına çıkaracak.
Bizim burada;
İlk ve aciliyet içerisinde yapmamız gereken "ne güzel" deyip, gelişen "barış ortamını" heba etmeden daha sımsıkı sarılmamız lazım.
Çünkü
Hiçbir zaman bu kadar "çözüme ve uzlaşıya" yakın bir zaman ve ortam gelişmedi.
Velhasıl;
Nasıl ki "dumanlı havadan" nemalanan Kurtlar, leş akbabalarıyla "ittifak" içerisine girip; kanlı sürece iştah kabartıyorlarsa.
Bence;
Kürtler,
Türkler,
Ve Türkiye coğrafyasında yaşayan diğer tüm kesimler.
Siyasiler.
Akil adamları.
Gören, duyan ve yazabilen.
Farklı düşüncelere dahi sahip olsalar bile.
Yekvücut vaziyette bu "fitne ve hain" şebekelere, kan emicilere ve dumanlı havadan nemalananlara karşı ittifak kurmalıyız.

 

***

 

Barışı. Huzuru. Güveni. İstikrarı. Demokrasiyi.
Ve pek tabi ki "insanları" yaşatabilmenin atmosferini sağlamak için; "eller taşın" altına koymamız lazım.
Çünkü biz ne zaman; "uzlaşı" kaynaşmasına yöneldiğimizde; "onları korku ve endişe" sarıyor.
Tek silahları olan "şiddette" hemen başvuruyorlar.
Onlar için;
Hain ve sinsice icra edilen saldırıda yaralı kurtulan Küçük Zeynep "suçsuz" değil.
Suçu;
Halktan ve halklardan biri olmasıdır.
Evet!
Biz biraz daha cesaretli ve akil olmalıyız.
Ki "elleri tetikte" olanları, inşa edeceğimiz barış ve kardeşlik duvarıyla "tecrit" edebiliriz.
Süreci "karanlık güçlere" heba etmeyelim.
Ne diyelim; "cesareti elden bırakmayalım"

***

ŞU HALK OTOBÜSÜ!

İki gün önceki yazımda;
Diyarbakır'ın "trafik rezaletini" dillendirmiştim.
Ve hadisenin kentin trafiğinden sorumlu kurumların "masada" buluşup sorunları çözmesini önermiştim.
Tabi tüm bunları; "okurlardan" gelen şikâyetler ve zaman zaman şahit olduğum hadiselerden yola çıkarak, ifade etmiştim.
Umutlanmıştım da; "Kurumların" bu işle ilgileneceklerine.
Ama sukutu hayale uğradım; dün yaşadıklarımda desem yerinde olur.
Şöyle ki;
Cuma namazı dönüşü direksiyonda ben varım.
Hastaneler caddesinde seyir halindeyiz.
Birden Devlet Hastanesi kavşağından Dağkapı'ya Halk Otobüsü dalış yapıyor.
Hani derler ya "balıklama".
İşte öyle bir dalış gerçekleştirdi.
Zorunlu olarak; kendini kenara çektim.
Yanımda Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Şenay Çanoruç.
Ve oğlum Eşref.

***

Mustafa hoca;
Verilmiş sadakamız var" deyip; duruma "olabilirlilik" yaklaşımı göstererek, bunlar böyle dedi.
İkinci kavşağa gelirken;
Benzer bir "balıklama" gelen halk otobüsü daha dayandı.
Yine sağa çekilip; "yol" verdim cüsseli otobüsüne.
Tabi pür dikkat kesilerek;
Plakası bende mevcut; (isteyen olursa veririm) kırmızı halk otobüsü.
Saç-sakal karışmış, harap vaziyette direksiyonda bir şoför.
Bir eli kulağında, cep telefonuyla konuşuyor.
Diğer eli; direksiyon da mı?
Yoksa telefondaki şahsa "el-koluyla" sohbetini vücut diliyle mi anlatıyor belli değil.
Ama belli olan; "ayağının" gazda olduğu.
Ve tabi ki; "suratı" ve sağlı-sollu değmesin seyri ayrı.
Hale Dağkapı durağına girişteki "acil" freni ise; otobüstekilere "ne oldu" bilemiyorum.

***

Alışık olmadığım bir tepkiyle; korna çaldım.
"Ne yapıyorsun" gibisinden.
Sen misin; uyaran;
El-kol, baş, kaş, göz "sokak kabadayılığı" hikmetiyle.
Neyse!
Mustafa Hoca; "geç" dedi!
Konuşmaya gelmez ve değmez; deyip ilerledik.
Zaten belli;
Baksana Otobüse.
Şoförün hikmetiyle otobüs hayli bu keyfiyetle "hasar" görmüş.
Ön cam darmadağın.
Yandan çok sayıda çarpma var.
Tampon mu, yerle-bir.