KAHRAMANLIK; MİLLİ DUYGUMUZDUR!…

Hiç tartışmasız ve kuşku götürmezdir… O enkazda, o yıkıntılar arasında, o betonların, o demirlerin yığınları arasında; "kim kimi kurtardı?"..    Ayda Gezgin… 3 yaşında.. Elif Perinçek… 4 yaşında… İdil Şirin… 14 yaşında… Günay Işık.. 15 yaşında.. İnce Okan.. 16 yaşında..

Ve daha niceleri.. Ki, 120'nin üzerinde insanımız depremden saatler sonra "beton blokların" arasından, "gün ışığına" çıkarıldı…

Hayata sımsıkı sarıldılar… Elif, minik eliyle onu kurtaran kahramanın parmağına sarıldı.. Ayda, kurtarıcısının "nefesiyle" hayatı yeniden kazandı!?..

***

Evet, bu hayatları "soğuk, buz kesen beton blokların" arasından çıkarıp, "hayata, yaşama" döndüren kahramanlar kim?!…

Yaşlı kadını, enkazın altından çıkaran Diyarbakır İtfaiye ekibinin, kadının "siz kimsiniz" sözüne verdiği cevap…

"Gel ablam, biz devletiz.." Başka kim olacak ki!?..

Diyarbakır'dan, Tunceli'den, Manisa'dan, İstanbul'dan, Hakkari'den giden afet, itfaiye, jandarma ve Belediye görevlileri!..

81 il.. Ve tabi ki, dualarını bir an olsun esirgemeyen ümmet!…

Battaniyesini; bağışlayan… Evini.. Yiyeceğini, giyeceğini.. Parasını.. Kumbarasındaki harçlığını; tereddüt etmeden bağışlayanlar..

Yani, "millet olarak" canlarımızı kurtardık!…

***

Ekranda izlediğim kadarıyla… AFAD ekibinden görevli personelin ağzından çıkan sözcük…

Milli bir ahlak.. Milli bir ruh… Devletiyle, milletiyle, yerel yönetimleriyle.. Sivili, askeri.. Polisi.. Çalışanı.. Çalışmayanı.. İşçisi, memuru, esnafı..

Büyük bir fedakarlık.. Büyük bir dayanışmayla; "acılarımızı" paylaştık, sevinçlerimizi aynı duyguyla gözyaşına döktürdük!…

Demem o ki… Bu canları, bu ruh "o enkazların içinden gün ışığına çıkarıp, kurtardı?"..

***

SALYANIZDA BOĞULACAKSINIZ!…

Yok öyle artık.. Sosyal medya üzerinden; "racon" kesmeniz… Sahte isimlerle, sahte hesaplarla "klavye terörü" yaratma devriniz kapandı!… El ense yapmak da yok.. Kılıktan kılığa girmeniz bile; sizi kamufle etmez!.. Dil, din, inanç, acı ve sevinç odaklı; "siyasi ve ideolojik" devşirmelerinizi yapamayacaksınız.. Karalama kampanyasına giremeyeceksiniz.. İstediğinize laf atıp, istediğinize salya döktürme; havlamasında bulunamayacaksınız!?..

***

Öyle kadın fotoğrafıyla al beni yapamayacaksınız!.. Kadın libası giyerek; "cinsellik" operasyonu çekemeyeceksiniz!… Başkasının resmiyle, "artistik" pozlarla, buyrun beni alın, beğenin, dürtükleyin de demeyeceksiniz!?.. Anında, enselenirsiniz!… Ne ahali, ne devlet, size bu yönde prim vermeyecek.. Verilmesine de imkan tanımayacak.. Halk deyimiyle; "yapanlar rezil rüsva" olacak… Pek tabi ki, adli cezaya da çarptırılacak.. Yani maddi ve manevi kaçarı yok!?.

***

İşte, İzmir felaketi sonrasında "maskesi düşenlerin" gördük nasıl bir akıbetle  "yüz yüze" geldiklerini!… Bir avuç olmalarına rağmen; "havlamalarına" anında hoşt "it" denildi.. Salya akıtanın hemen "ağzına" ket vuruldu..  Zihni ve fikri kirli olanın, tepesine, tepesine binilerek aforoz edildi!.. Kardeşi kardeşe kırdırmaya çalışandan tavizsiz "hesap" soruldu..  Hırsızın, üçkağıtçının, soyguncunun anında "yakasına" yapışılarak; deşifre edildi!… 52 gözaltı, üç tutuklama!...

***

Hasılı!.. Bu bir avuç olan ve " iletişim ve fikir özgürlüğü" adıyla sözde icra ettikleri kalleşlikleri bitecek artık!!… Her kesimin; "sosyal medya teröristleri" olarak tanımladıkları bu kişi ve örgütler, artık rahat olmayacaklar… Ve her mevzuda "şeytani karakter ile bin bir suratlarıyla" ortaya çıkıp aşağılık faaliyetlerle "kaos ve kriz" yaratamayacaklar..

***

Çünkü, bu noktada vatandaşın bilinçlendiğini gördüm… Özellikle; ifade özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, iletişim ve sosyal medya serbestiyeti noktasında, fikir üreten, yazıp çizen bir çok dostların da, ilk düşünce fikirlerinde olmadıklarını gördüm!..

***

Ve şunu da gördüm!.. O kelli felli, yüzünü gizlemeyen, "enva-i hainliği" anlayışında barındıran siyasetçilerin, nasıl da "ağızlarının" payının verildiğini gördüm.. Kutuplaşmadan, milleti bölmeden medet umarak siyasi salya akıtanlara; hadi oradan "pis adam" dediklerini gördüm…

Yeter artık; "ahlaksızca yaptığınız siyaset" diye, haykıranı da gördüm… "Yok böyle, beş kuruşa köfte" diyerek haykırıldı… Kim ne yazarsa, kim ne konuşursa, kim neyi paylaşırsa paylaşsın, tıpkı yazılı ve görsel matbuat gibi yasal olmalı, hukuka uygun olmalı..

***

Yoksa, "bu kulvarı" bugün bir avuç, yarın çok avuç olarak, karşımıza çıkabilir.. Çünkü, çok çabuk "zehirlenebilir" halleri de gördüm… Teknoloji alanındaki bu değişim ve dönüşüm noktasının giderek tehlike oluşturabileceğini gördüm… İşte bu noktada böylesi bir yazıyı kaleme alarak; "sosyal medya" alanını kinine, garezine, düşmanlığına silah olarak kullanıp, fitne üretenlere de seslenmek istiyorum!?. Diyeceğim şu… İçine düştüğünüz ve düşme eğiliminde bulunduğunuz çukurda milletin attığı "tükürükle" boğulacağınızı bilmeniz gerekir…

Ve şunu unutmamanız lazım.. Er ya da geç, toplumun değerleriyle örtüşmeyen, hak, hukuk, adalet ve eşitlik, özgür yaşam ilkeleriyle bağdaşmayan.. Dil, din ve inanç "kutsallığını" önemsemeyen anlayışlarınızın akıttığı "salyalarınızda" boğulmaya mahkumsunuz!…

***

İŞTE AHLAKİ ÇÜRÜMÜŞLÜK!..

Yukarıda, Sosyal Medya'daki çürümüşlüğü aktardım.. Peki ya, deprem bölgesindeki, "yardımlara" dair, "ahlaksızca" dadananlara ne demeli?!…

Bakar mısınız adama!.. Yardım paketlerinin, kolilerinin dağıtımı yapılırken.. Depremzedeler, kuyrukta "yiyecek, içecek" almaya çalışırken!… Kendisi, bir değil, bir çok kez "depremzede" gibi, kuyruğa giriyor… Poşet poşet, eşyaları alıyor.. Ve bunları; az ötede bulunan büfesinde, parayla satıyor.. İşte aşağılık, ahlaki çürümüşlük..

Adam yakalanıyor.. "Hırsızlıktan" muamele..

Ekrandaki, teyzenin ifadesiyle.. "Ben bu börekleri, çörekleri hırsızlar için mi yaptım"…

Peki o ahlaki çürük adamın pişkince savunması nedir?..

"O eşyaları fakir-fukaraya götürüyordum?"..

O hırsız, o deprem ade hakkında mahkeme karar verdi.. Tutuklama.. Şimdi cezaevinde; bakalım orda nasıl bir adalet görecek?

Sonuç itibariyle!… Bir tarafta "insani ve rahmani" halimiz.. Diğer tarafta, bu halimize "hançer" indiren; böylesi "şeytani" menfaatçılık!… Ne olacak bu halimiz?!…

***

VİCDANİ HÜKMÜM…

Kim ne der bilmem?!… Ki dün, uzun uzadıya "bina yapılarıyla" ilgili, Diyarbakır’ımızı da, irdeleyerek aktardım!.. İnsani ve vicdani hükmüm şudur!…

Her nedenle olursa olsun.. İster deprem.. İster başka bir etkenden dolayı; çöken ve yıkılan binalar..

"Çürük" raporlu ve tespiti hasıl ise!… Binayı yapan.. Denetleyen.. Ruhsatı veren… Bina depreme dayanıklı değil, çürük diye rapor düzenleyip, sonuca gitmeyen.. Hepsi bir bütün…

Öyle "taksirle öldürme suçundan" değil de… Bilerek.. Kasten… Ve planlayarak "çok kişiyi öldürmek" suçundan yargılanmalı!..

Yoksa, bir iki yıl.. Hele ki, kamu personeliyse "memurin muhakeme" kanunuyla, sıyrılıyor..

Tek ceza; binayı yapanla sınırlı kalınıp.. İki üç yıl sonra; serbest..

Böyle adalet mi olur, böyle hukuk mu olur?..

İşte benim vicdanım buna itiraz ediyor.. Çünkü, gidenler geri gelmiyor.. Ve bu, kasıtlı cinayet ve katliamlar da "hep yaşanıyor?"..

Ne diyoruz; cezalar caydırıcı olmalı, teşvik edici olmamalı!… Bizde maalesef, ikinci şık revaçta!…

***

BİZ DE KABAHATLİYİZ!?..

Evet.. Hem de çok, kabahat derecemiz çok yüksek!.. Özellikle, biz medya olarak? Yazıp çizenler olarak… Niye mi..? Biz de, siyasiler gibi; "gün hesabı" içerisindeyiz..

Deprem oluyor.. Sallanıyoruz.. Ölüler, yaralılar.. Kurtarma çabaları.. O gün yazıyoruz, çiziyoruz!.. Ezber, ezber bozuculuk, yani döktürüyoruz, kendi ifademizle!.. Ama sonra!..

İşte o sonrası.. Tıpkı, Devlet-i Aliye gibi.. Tıpkı, sorumlu ve yetkili zevat gibi.. Tıpkı, vatandaş gibi!…

Unutuyoruz… Gözardı ediyoruz.. Ve bir daha, deprem felaketine dair "ne oldu, ne yapıldı, ne yapılması gerekir, olası deprem nasıl bir faciaya neden olabilir" gibisinden; bir arayış içerisinde olmadığımız gibi, yazmıyoruz..

Ta ki, yeni deprem olana kadar!.. Sonra, eski defterler… İşte bizim büyük kabahatimiz bu; "fikri takipte" zafiyetimiz yüksek!?..

***

GÜNÜN SÖZÜ…

İnsani ve rahmani ölçü terazimizde salih olan kalp ve dilimizdir!…