KİMSE HUKUKİ SORUMLULUKTAN KAÇAMAZ?…

Dün asrın felaketine dair hasbi hal ederken, “Yanlışta Değil, Sorumsuzlukta Israr Ediciyiz” diyerek, imar mevzuatına ve buna dair, “sorumlu kişi ile kurumların organize suçlara taş çıkartan” fiili yıkımlarından söz etmiştik..  “Deprem değil, binalardır can alan” hakikatiyle elbette ki; “bu binaları yapan ve sorumlu olan kişiler silsilesi vardır” demiştim..  İşte bu noktada, Adli ve İdari yönde” hukuki bir hesap veriş ve soruş olması gerekir deyip, hukuki süreçleri tartışmaya açmıştım!..

***

Gerek, imar affındaki çetrefilli işlerin ayyuka çıkması.. Gerek imar mevzuatının yerel siyasetlerinin dün olduğu gibi bugün de vesayetleriyle kendi bürokratik mevzuatlarını ikmale getirip, yasal durumun rafa kaldırılması.. Gerekse de rant odaklı işlemle oluşan ihlaller zinciri, uzayıp gitme hali!… Bilaistisna hepsi yekün şekilde “asrın felaketinde  ağır bir fatura olarak, ülkenin ve milletin önüne konuldu…” Oluşan suçlarda cezai sorumluluğun da bilfiil işlem görmesi gerekir gerçeğiyle, yargıda önümüzdeki dönemde bir hayli “iş yükü artacak!!..”

***

Bir tarafta, “cezai sorumluluk” diğer yanda “maddi ve manevi tazminatlar..” Geniş ve uzun bir zaman dilimine tekabül edecek… Buna ilaveten, yıkılan, hasar gören, yıkılmasına karar verilen bina veya yapılarla alakalı bir de “mülkiyet haklarının” kim ve kimlere ait olduğu ya da olacağı, kiracı olanlar, kira sözleşmesi olup olmayan, resmiyet açısından da ayrı bir sorun teşkil edici olarak, gündemleşecek.. Bir önceki yazımda; bu yükün altında ezilmek istenilmiyorsa Adliyelerde kurulan Deprem ve İmar Suçları biriminin, “uzman bir kadrodan” oluşturulması gerektiğini dile getirmiştim…

***

Adli mekanizmada ivedilikle,  imar suçları birimi kurulmalı, özel yetkili, ehil savcı ve hakimler ile mevzuata hakim kolluk kuvvetleri oluşturulmalı.? 

Nitekim uzman ne diyor? “Genelde jeolojik raporlara inşaat projelerinde yeterince önem verilmiyor. Bunlara sadece prosedür gözüyle bakılıyor.” Dikkatleri oluşturulan birime çekerken, şeffaflığın da bu süreçte en büyük güven tesis edici olduğunu da, gözardı etmemek gerekir diye not düşmüştüm..

***

 

Nitekim, yargı mekanizmasını işletme adına verilecek dava dilekçelerinde suçlamaların odak noktası, hiç kuşkusuz ki “yapıları inşa eden müteahhitler” olacak.. İkinci şık da, onları denetleyen yapı denetim şirketleri.. Gerek proje aşaması ve gerekse inşaat sürecinde onay veren, konut veya işletme, ticari alan bazlı alınan ruhsatların onay mercii olan Belediyeler.. Ki bunların yanısıra bir çok yapıyla alakalı dosyalarda; bazı devlet kurumları da, suçun iştirakçıları olacaklar..

***

Kamuya ait yapı ve binalarda birinci derece “cezai sorumluluk” noktasında, yukarıda saydığım kurum ve birim kadar, o kurumun bizatihi kendisi de, “bina yıkımından dolayı mağdur olan kişi açısından, sorumlu ve muhatap.. “ Hastane ise, Sağlık Bakanlığı, DSİ binası ise DSİ, Polis ya da Askeri veyahut Tarım Bakanlığına ait bir bina ise “o kurumun bizatihi kendisi de” özellikle maddi ve manevi yönde; “tazminata” mahkum olabileceği gibi cezai yönde “olası kasıt” kavramıyla, yüz yüze gelebilir!…

***

Önemli bir ayrıntı ise; gerek resmi kurumlara ait binalar olsun, gerekse mülkiyeti sivil kişilere ait olsun, “deprem yönetmenliğine” uygun olmayan, yapılan denetimlerde “güçlendirme kararı” verilen ancak, hiçbir işlem yapılmayan, yapıların da, çok yönlü “hukuki bir sorumluluk” teşkil ediyor.. Çevre ve Şehircilik Bakanlığına bağlı birimler “birinci derecede” sorumlu olarak, karşımıza çıktığını, çıkacağını söyleyebiliriz.. Görünen o ki yüzbinlerce dava asrın felaketinde suç ve suçlular hanesini, fena şekilde sorgulayacak!…

***

Özetlersek, Adliyelerde oluşturulan “Deprem ve İmar Suçları” bürosundaki savcılar,  ölüme neden olan fiiller başta olmak üzere, imar ihlalleriyle alakalı, “res’en soruşturma yetkisine sahipler..” Yani herhangi bir şikayete bağlı kalmalarına gerek yok.. Ancak, maddi ve manevi yöndeki “tazminat” talebi ve isteminde, illa ki “mağdurun veya birinci derecedeki yakınının müdahil olması gerek..”

***

Bir önemli noktayı da, tartışmaya ben açmak istiyorum!.. Hukukçu değilim, ama mevzuata da fransız olmadığım için, dillendirmek istiyorum, çünkü kimsenin pek mevzu etmediğini görüyorum.. Bir önceki; “İmar Affı ha..” başlıklı yazımda, kısm-i yönde sorgulamıştım… İmar affındaki “kişinin beyanı esas  hukuki bir sorumluluğu da içerdiğini, unutmamak gerekir demiştim.. Hele ki çok katlı yapılarda vebal büyük!…

***

Şöyle ki.. O yapının “depreme dayanıklılığı, yapılan projeye uygunluğu, fen ve sanat norm ve standartları” kullanılan malzeme, etüt ve zemin!.. Tüm bunlar, yapının maliki olan, “mülk sahibinin sorumluluğundadır..” İmar Affı mevzuatında, böylesi bir vurgu var.. Ama bu değildir ki; “malikin beyanı esas alınarak, hukuk devleti olma vasfı yok sayılsın..” Muhakkak ki, bunun bir denetimi olması gerekir…

***

Devletin ve kurumlarının imar affı kapsamındaki yapıların depremdeki yıkımı, insanların enkaz altında kalarak yaşamını yitirmesi, yaralanması, maddi yönde kayıplara uğraması, “devletin sorumluluğunu” önümüzdeki günlerde, ciddi bir hukuki münazara konusu olacağını ifade etmek isterim.. Ki burda, kişi beyanı üzerinde “bilerek, kasten adam öldürme” kapsamında değerlendirilse de, bu kasıttan “kazanç elde eden” devletin kurumları olduğuna göre; “olası kasıtla” sanık sandalyesinden muaf tutulamaz…

***

FELAKETE ALKIŞ TUTMAK!..

Nasıl bir insanlık karakteri ve ruhu, vicdani halidir ki; “binlerce insanı öldüren, asrın felaketine” alkış tutabilecek kadar şuursuzlaşıyor.. Ne yazık ki varlar.. Öylesine dehşetli bir rezillikleri var ki; “zil takıp” bir oynamadıkları kaldı, son dönemlerde yaşayıp gördüklerimiz karşısında.. Ve bu, kahredici hal ne yazık ki “siyaset kulvarını da” etkilediği gibi ideolojik ve kutuplaştırıcı fikriyatın arenasında hayli iştah açmaktadır..

***

Diyeceksiniz ki, ilk değil.. Doğru, asırlardır vardırlar.. Ama ilk kez böylesine dehşetli, gözü dönmüş, ruhları kararmış şekilde “saldırı” modundalar.. Son 1.5 yıla bakarsak.. Korona da öyle, İzmir depreminde öyle, Antalya’daki yangında öyle, Karadeniz'deki sel felaketinde ha keza!.. Hep acıların, felaketlerin, yıkımların, üzerinden bir siyaset devşirme gayretinde olmuşlardır.. Ki bunu icra edip, çarpışırken bir de toplumsal yönde kırılma körüğünü de ellerinden bırakmıyorlar.. Nasıl yeni hasımlar peyda edebiliriz diye..

***

Sanmıyorum, yeryüzünün bir başka coğrafyasında böylesi bir “felaket tellalı ve yandaşı” kesimler olsun!.. Kendi milletine, devletine, insanına “bu kadar mı, kindar, hasım” olunur anlamak zor.. Ruh hastası diyeceğim, diyemiyorum.. Çünkü, kelli, felli, kravatlı!.. Bir tarafta insanlar “acılar dinsin, insanlar ölmesin, yeni felaketler yaşanmasın” diye çırpınıp, duruyor..  Ama bu kesim; “elinde, kazma, kürek” ortamı nasıl yıkabiliriz, insanlar daha ne kadar fazla ölebilir, evler yıkılır, ocaklar söner, yetim ve öksüz çocuk sayısı ne kadar fazla artabilir, diye çırpınıyor..

***

Öyle ki, ellerinden gelse “insanları yaşatmak için, cansiperane mücadele edenleri, engelleyecekler?”.. Ki yapmayan da yok değil… Tek gayeleri; ülkeyi ve milleti her yönüyle; çökertmek.. İnanın ki, yaşanan hal yukarıda sıralayıp durduğum “kimse hukuki sorumluluktan kaçamaz” sohbetin muhtevasındaki “suç ve suçlulardan” daha azgın oldukları gibi; “hukuk karşısında” ülke ve millet adına “hesap sorulması” kişilerin başında gelmeleri gerekir… Her kim ki; felaketten kendine ister siyasi, ister ticari, ister bilmem hangi çeşit olursa olsun çıkar teminine gidiyorsa, bilmemiz gereken o kişilerin, leş yiyici akbabalardan daha beterdirler…

***

İşte bu gruh kesim istediği kadar; “leş yiyici” ruhunu diri tutarsa tutsun.. Er ya da geç tarihin şahitliğiyle, çukurlaşan zihniyetlerinde gark olacaklardır.. Tüm felaketlerde, “küllerinden” dirilen bir millet olma hasebiyle Türkiye 7’den 70’ine 85 milyon insanıyla, “Tek Yürek” olup, hem bu felaketin üstesinden gelecek, hem de leş yiyici, pusuda bekleyen akbabaların hakkından gelecektir.. Zaten onları çıldırtan da, bu tek yürekliliğimizdir…

***

GÜNÜN SÖZÜ

İnsanı biz yapan; yaptığı iyiliktir, karşındaki o iyiliğe layık olmasa bile, siz o iyiliğe layıksın diyen olabilmektir..