KÜRT KIZINA ATILAN LAF?
Mustafa Kemal Atatürk'e atfen ifade edilen ve altına da imzası konulan anlamı büyük bir vecize var! Bizim icra ettiğimiz meslekle alakalı.
Yeni nesil pek bilmez, duygu da geliştirmez! Ama eskiler bilir ve vecizeyi de 'küpe' diye taşır. Çünkü çok derin 'manaları' ihraz eder.
Ne der Atatürk; 'Ben gazetecinin zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim' diye! Doğru ve kep çıkartılan bir söz.
Peki, 'mesleki' ifa edenler noktasında; bu üç 'önemli' koşulu varlık karakterinde icra edebiliyor muyuz? Ne diyeyim!
Gönül rahatlığıyla 'evet' diyemediğim gibi, huzurlu bir dille de 'hayır' diyemiyorum. Çünkü 'mesleki' bir politize söz konusu.
***
Şöyle ki; 'Zeki ve çevik' olabilme karakterist yapı mevcut sistem içerisinde bir hayli 'aktif' ve iş görür. İletişim sektöründeki 'yaygınlık' buna bağlı.
İnanılmaz bir 'ivme' kazanmış. Bundan 10–20 yıl öncesini düşünürsek. Haberleşme ve habercilik anlamında; 'bu kadar' yüksek bir ağ yoktu.
Ne teknoloji bu kadar gelişmişti. Ne de mesleği icra edenler; bu kadar çoktu. Ama bugün; 'gurur' verici bir tablo; gelişme noktasında hakim.
İnternet gibi 'çağın' en büyük nimeti; 'günler ve saatler' değil, artık saliselerle seni her türlü iletişimle buluşturuyor ve vakıf ettiriyor.
Ve bunların tümü 'Zeki ve Çevik'likle alakalı.
***
Ama ne var ki; bunların 'oto-kontrolünü' sağlayan, değer ve güven veren üçüncü ayak. Yani 'ana' mekanizma olan 'Ahlaki' yapı; ürkütücü.
Çöküntü büyük! Bu kadar 'muhteşem' bir gelişme karşısında; vahim ve ürkütücü bir 'ahlaksızlık' vaki. İnanılması güç bir yıkım var.
Sosyal mi, siyasal mı, ekonomik mi, kültürel mi 'tamamen' politizelik yaşanıyor. Ciddi bir bilgi kirliliği ve ciddi bir 'ahlaki' erozyon.
Yazık demekten insan kendini alıkoyamıyor? Ve eskiye dalıyor; gazeteler ve gazeteciler böyle miydi diye?
Sonra 'yutkunarak' diyorsun ki; 'hayır' böyle değildi. Bu kadar 'gelişen' bir nimet yoktu, iletişimde 'istenilen' noktada değildik.
***
Olsun! Ama şu vardı; haberci de, yorumcu da, resim çeken foto muhabiri de, gazetenin yönetimi ve çalışanı da 'kendisine şiar' edinmişti.
Ana ilkem 'Ahlaklı' olmak diye! Hatırlıyorum; bundan 20 yıl öncesini! Sizler de hatırlarsınız! Diyarbakır Söz'ün 'siyah-beyaz' yayınlandığı günleri.
Ve İstanbul Babı Alisini. İstanbul gazetelerinin 'habercilik' anlamındaki neşriyatlarını. Farklı bir düşünce, farklı bir 'ahlaki' değer ölçüsü vardı.
Habere, haberciye, yorumcuya, yazara-çizere 'saygı' vardı. İtibar ve güven vardı. Tabi mesleği icra edenin de; 'okuruna' karşı saygısı vardı.
Sorumluluk 'göreviyle' hareket eder, en küçük 'satırında' bile 'saygıyı, güveni ve ahlaklı' duruşu yansıtırdı.
***
'Kulaktan' duyma, belden aşağı vurma, yüz kızartıcı hadiselere karışma gibi bir 'ahlaksızlık' içerisinde olunmazdı. Olan var idiyse de; 'dışlanırdı'!
Ta ki 'hatasını' görüp, onu bir daha 'ömrü-billâh' tekrar etmeyecek kanısı gelişince; 'camiaya' kabul edilirdi. Kalemini ve kimlik kartını 'koz' kullanmazdı.
Bilakis 'mağdurun, biçarenin, garibanın, mazlumun' yanında olur; 'zülümkarın, hainin, rüşvetçinin, hırsızın, üçkâğıtçının' karşısında dik dururdu.
Ve ana felsefesi de; 'toplumsal' barış, kardeşlik, hoşgörü, sevgi, bütünlük ve 'insan haklarına' bağlılık, hukukun da üstünlüğüne riayetti.
'Çamur at tutmazsa izi kalır' düşüncesi; 'satırlara' yansımazdı.
***
Bunlar 'geçmişe' olan bir özlem değil. Ne yazık ki; mesleğimizin 'gerçek' yüzü ve gerçeğidir. Aydın diye tabir edilen 'usta' kalemler!
Onların mürekkepleri hiç bir zaman 'küfürlü' bir kelimeyi kabul etmezdi. Yüz kızartıcı mevzuları dahi 'irdelerken', tiksindiren 'sözler' sarf etmezdi.
Düşünürdü; bu 'kelimeden' okur ve toplum 'kırılabilir mi?', 'ahlaki bir erozyon' geliştirebilir mi, küçükler, aile efradı etkilenir mi diye?
Son yılların 'revaçta' olan, toplumu 'ötekileştiren', farklılıklara sokan 'sen-ben' düşüncesini körüklemezdi, alev kıvılcımı olmazdı.
Garip bir ruh hali içerisindeyiz. Üstadın dediği gibi; 'Biz ne zaman böyle olduk' biliyor musunuz? Sarı öküzü kaptırdığımız zaman.
***
Şimdi 30 yılı aşkın bir zaman dilimini bu mesleğe vermiş biri olarak, tüm bunları niye yazdım biliyor musunuz? Geçmişe olan 'özlemden' dolayı mı?
Hayır! Bugün 'yaşadığımız' gerçeklere daha vakıf olabilelim diye.
Bakın gazetelerin manşetlerine, yazar sütunlarına ve habere konu edilen hadiselerin 'işleniş ve kaleme alınış' şekillerine?
Tabiri caizse 'zehir' akıyor! Haberler de, köşeler de, sütunlar da 'belden aşağı'.
Kürt Açılımı'nın geldiği nokta! Günlerdir 'feryat-figan'.
***
Yok, Kandil'den, Mahmur'dan gelen 34 kişi niye geldi? İnsanlar sokağa dökülüp, niye böyle bir karşılamada bulundu?
Mahkeme 'adil' bir yargılama yapmadı, çünkü ayaklarına kadar götürüldü. Tutuklanmaları gerekirdi, niye salıverildiler?
Pişmanız demediler, niye pişmanız demiyorlar? Ve bunlara 'çanak' tutan siyasi muhalifler. Kimse; düşünmüyor "yarım asrı' bulan çatışma ortamını.
Kimse defter-kalem tutup hesap yapmıyor, bu çatışmalı ortamda 40 bine yakın insanın 'hayatından' olduğuna. 17 bin faili meçhul cinayet.
200 milyar dolar civarındaki 'maddi' kayıp! Yerinden yurdundan olan milyonlarca insan.
***
Silahın, çatışmanın, şiddetin, kaosun ve karanlık bulutların 'hayata' dehşet kattığı Güneydoğu atmosferinde yaşayan 'Kürtler?'!
Kimse; düşünmüyor bunların yarım asırdan beridir 'Barışa, Kardeşliğe, Sevgiye, Kucaklaşmaya' hasret ve özlemle yanıp-tutuştuğunu?
Sevgisini 'abartılı' bir şekilde gösterse de; bu minvalde 'kucaklama' yaptığını. Varsa-yoksa 'ateş olsun, çatışma yaşansın?'
Şehit 'cenazeleri' aksın, dağa insanlar çıksın! Onlar da bu atmosferin rantıyla; 'sürekli' kalem oynatsın. Yazık diyorum.
Her ne kadar birileri DTP için 'süreçte' sınıfta kaldı diyorsa, ben 'İstanbul' medyası için; 'sınıfta' kaldı, barışı baltaladı diyorum.
***
Nitekim 'istedikleri' oldu? Kürt-Türk çatışmasının 'yeniden' alevlenmesi. Sokaklarda 'şiddet' görüntülerin yaşanması.
Dağda çatışmaların alevlenmesi! AK Parti hükümetinin 'insani' açılımı sekteye uğratıldı. Toplumdaki 'barış' beklentisi kırıldı.
Ağızlarında ve kalemlerinde 'salyalar' akıyor. İşte onlardan biri; Akşam Gazetesi Yazarı Serdar Turgut!
24 Ekim tarihinde 'PKK teröristi olmadığıma pişmanım' başlıklı yazdığı bir yazı. Okudunuz mu, okumadınız mı bilmem.
Benim pek 'takip ettiğim' ve yazısına alaka gösterdiğim biri değil. Olamaz da! Ancak; 'bana' gelen bir tepki mailiyle duruma vakıf oldum.
Kürt kızı Rojin'e 'ahlaki' olmayan, 'belden aşağı' kültürüyle; fütursuzca; saldırıda bulunmuş.
***
Yazısını okudum! Ama keşke okumaz olaydım. Bir yazı ve bir düşünce sahibi kişi, ne kadar karşıt görüşte olursa olsun 'hadiseyle' alakalı olmayan; biri üzerinde 'tepinmek' ne kadar; ahlaklı bir mesleki icraattır. Sanırım Turgut'un böyle 'ahlaki' bir kaygı ve düşüncesi yok. Ahlak ne ki?
Yazısında, 'Öcalan'ın açıklamalarından anladığım kadarıyla dağda toplu seks partileri yapıldığını ve kendisinin PKK'lı olması halinde bunlara militan bir aktiflikle katılacağını' söylüyor. 'Kendisine çekici gelen hiçbir PKK'lı kadın görmediğini, bunun için şehirden Rojin’i dağa kaçırıp dağda kalabileceğini'.
'... Bir hücre oluşturup, şehri basıp Rojin'i dağa kaldırıverirdim olur biterdi. Düşünsenize; yıllarca dağda keyif hayatı süreceğim, dağa kaldırıp seks kölem haline getirdiğim Rojin ile yaşayacağım..."
***
Gel de 'sinir katsayın' yükselmesin! Gel de 'o vecizenin', 'en ahlaklısını severim', sözünün dışına çıkma.
Ve böylesi tinetli fikrin sahiplerinin salyalarına, karşı koyma. Bre Turgut. PKK'ya 'söyleniyorsun?'. Terörist olmak istiyorsun.
Bilmem 'nasıl' bir militan olacaksın. Bunlara eyvallah. Eleştirebilirsin. Ama masum bir insanı 'emeline' alet edip, ona 'ahlaksızca' tacizde bulunmak. Olabilir mi? Rojin ister bir Kürt kızı olsun, istersen de bir Türk kızı olsaydı. Hangi zihniyet böylesi bir düşünce üretebilir.
Üretenin de 'Yüzüne tükürmek' gerekir.
***
Ne denilebilir? Ayıp mı denir yoksa hiç utanma, sıkılma sizde yok mu? Hadisenizle hiç alakası olmayan.
Olup-bitenle 'bir icraatı' bulunmayan masum bir Kürt kızına 'böylesi' yakışıksız ve ahlaksızca; 'fikrinize' meze edersiniz.
Yazıklar olsun! Ama şunu iyi bilmeniz gerekir 'Rojin' sizin 'ahlak dışı', yakıştırma ve söyleminizle geliştirdiğiniz 'tacizin' altında kalmayacak.
Nitekim Rojin 'ahlaksızca' kaleme alınan yazıdan dolayı suç duyurusunda bulunmuş. Sormuş 'belden aşağı' düşünebilen adama!
***
"Serdar Turgut’un ‘dağa kaldırmak’, ‘seks kölesi yapmak’ gibi ağzı salyalı erkek edebiyatının en ucube cümlelerine fütursuzca kullanmaya cesaret etmesinin nedeni, benim Kürt olmam mı, hele de kadın olmam mıdır"
İnanıyorum ki; 'bağımsız' Türk Yargısı da; 'ders-i ibret' misali senin gibi kafası 'uçkura' çalışanları dize getirme anlamında cevabını verir.
Boşuna dememişler; 'Ahlaksızların bağırışıyla, yürekli yiğitlerin naraları, tilkiyle aslanın sesi gibi meydandadır'
Bilmelisin ki; Ahlaklı olmak, aynı zamanda yürekli, haysiyetli olabilmektir. Sende o var mı; bilemem.