Neden "barışı" konuşulamaz hale getiriyorsunuz?

Selamünaleyküm!
Ve aleykümselâm.
Döndük.
Yeniden birlikteyiz.
İki haftalık ayrılıktan sonra bugün iş başı yaptık.
Artık, bir daha ki seneye kadar, 7 gün ful mesai.

* * *

Hatırlarsanız; giderken şöyle demiştim.
Müsaadenizle.
"Ne bela bir yıl geçirdik" diye.
Aynen de öyle "hız kesmeden" devam etti, belalı günler.
Şu iki haftalık tatil süresi içerisinde; yaşanan ve yaşatılanlar.
Ne bela iki haftadır, yaşadıklarımız.
Çatışma mı,
Şiddet mi,
Terör mu, kan ve gözyaşı mı,  ardı sıra şehit cenazeleri mi?
Elinde silahla, daha çıkmış Kürt gençlerinin cansız bedenleri mi?
Sinsi,
Muammalık icra eden, hadiseler zinciri birbirini kovaladı.

* * *

Ve dikkat edin;
Hepsinin "organize" olduğu alan Kürtler ve Kürtlerin yaşadığı coğrafya.
Ana hedef te, "Türkiye'nin aydınlık" yarınlarını karartmak.
Özet ifadeyle;
Korku, endişe ve ümitsizlik "yeniden" kara bulut gibi çöktü.
Hem de, ülkeyi kapsayacak şekilde.
Hızla yayılıyor.
Tam da,
Silahlar sustu, barış sağlamak üzere derken çöktü.
Uzlaşı, müzakere.
Demokratik açılım. Hakların tanımı.
Ve Sivil Anayasa'nın "hayata" geçirilmesi, yeni Parlamentonun aktiflik kazanması gibi, "olumlu" seyir hakimiyet alırken.
Kör düğüm misali!
Tam aksi, mecra işlev görmeye başladı.

Herkeste şu soru;
1991'lere "yeniden" dönme, "uğraşı" hâsıl.
Yazık.

* * *

PKK, Kandil.. Beri yanda, İmralı.
DTK ve BDP.  
Diğer kulvarda,
AK Parti, CHP ve MHP,
TSK ve tabi ki Yargı.
STK'lar ve Kürt ile Türk halkı boşta olmak üzere, 80 milyon nüfuslu ülke ahalisi.
Bilinmezlik içerisinde.
Çözümsüzlüğe,
"İvme" kazandırmak için, enva-i mazeret sergileniyor her cepheden.
Hele bir de,
Uluslararası "katkıya da", kendi meşreplerinde, "yer" vermeleri apayrı ayrı bir tezat.
En hazin olanı, Güneydoğu'da "cirit" atan, dış güçlerin ajanlarının varlığı.
Bölgede 5 bin ajandan bahsediliyor.

 

* * *

Velhasıl,
İki haftalık tatil, burnumuzdan geldi.
Tatil mesaisini,
Her zaman gibi geçirdiğim İzmir'de, "bu atmosferin" sirayetini sorarsanız?
Vahim.
Kürtler için de Türkler için de, belanın da ötesinde.
Yılarca kapı-komşu olmuş aileler bile, "nefret" duygusuyla, tepkili birbirlerine.
"Hizipleşme",
Sinsice "yayılıyor" kendi kulvarında körüklenerek.
Zeytinburnu’nda yaşananlar.
Aynı minvalde hadise tekerrür ederse orda şaşmayın.
Ki, kıvılcımı orda çok can yakar.
Suskunluk!
Ve seyrini "kesmeyen" olaylar.
Üstadın ifadesiyle "hayra alamet" değil.
Çünkü,
Her geçen gün "kötü hal" daha bir kötüleşmekte.

* * *

Şunu artık;
"iyi okumalı" ve geçmişin tecrübesiyle, akil olunmalı.
"Şiddet",
Sorunlar çözümsüz kaldığı müddetçe, "kana, gözyaşına ve silaha" iştah kabartır.
Onun için;
Çözümü silahta, kan dökmekte veya yeni güvenlik modellerine yönelmekte aramak doğru değil.
Doğru olan;
Toplumsal mutabakatı ortaya koyan "siyasal" zeminde, formüller üretmede bulmalıyız.
Yoksa;
Daha çok "bedenler" toprağa verilecek!
Hele,
Son günlerde gelen "üstü kapalı" mesajlar.
Ve dün,
Diyarbakır'da gün ortasında, Polis noktasına yapılan bombalı saldırı.
Özellikle,
Çatışmaların şehirlere taşınacağının sinyalinin verilmesi, ayrı bir "körük".
Aynı istikamette, operasyonların hız kesmemesi. Sınır ötesine taşınması.
Doğrusu,
Ciddi ve sonraki günler için "vahim" bir düzey.

* * *

Taraflar,
"Şiddeti" öne çıkaran, düşüncelere meyil vermesi, bu atmosferi daha bir sertleştiriyor.
Yani,
Çözüm hızlı bir şekilde "çözümsüzlüğün" batağına çekiliyor.
Tarih,
Bu batağın "ders-i" ibretiyle dolu olduğu için, "yeter" birileri görmeli diyoruz.
Şiddet,
Batağı "derin" dokuları daima, sevindirir ve güçlendirir.
Aslında,
Şuan ki hali durumun en büyük acısı, "akılla çözümü" aramayıştır.
Malum;
Acı, bütün akılsızların öğretmenidir.
Çok da başarılı bir öğretmendir.
Er yâda geç, öğretir, "akıllı" olmayı.
O gün geldiğinde, geriye dönüp bakarsanız, "çok bedenler" verdiğini görürsünüz.
Ve diz döversiniz;
"Neden? Daha önce çözmedik, çözemedik" diye.
Cevap belli.
"Çözecek kadar akıl ve cesaret sahibi değildiniz".

* * *

El hak.. Eğer..
Demokrasiyi,
İnsan Haklarını,
Özgürlüğü,
Ve halkların "haklarını" savunuyor ve benimsiyorsak.
Herkesin,
Dilini, dinini, inancını ve gelenek ile göreneklerini "özgürce" yaşamasını istiyorsak.
O zaman,
Neden "çözümsüzlüğün" girdabında hala debelenip duruyoruz.
Bırakan;
"Kısırlaştırılmış" sözcüklerin, etrafında "umut" kurma gayretliğini.
Sormak lazım.
Niye "barışı" konuşulamaz hale getiriyorsunuz?