OKKAN SUİKASTI KİMİN İŞİ
Onun için de 'zaman tüketmeye' teamülü yoktur. İşte Güneydoğu gerçeği ve 'karanlıktaki' yüzü de; bu eksende hep işlev görmektedir.
Şu an için 'geride bırakılan' zaman; bölgenin 'derin kimliğinin' ortaya çıkmasına vesile oldu. Ama bir o kadar da; 'yayılmacı' virüse kurban verildi.
Daha dün gibi hatırlıyorum! Ki Gaffar Okkan'ın ismi zikredildiğinde, 'beynime' iki anı çakmaktadır. Biri ölümünden bir hafta önceki Basın Toplantısı. Diğeri de, 'Suikasta' uğradığı geceki, 'polis anonsu'!
***
O süreci zaman zaman buradan aktardım. Bir kez daha hatırlatmakta yarar var. Çünkü beynimi sürekli kemiren bu iki anı, 'birbirine' bağlı ve ilişki içerisindedir. Biri diğerinin sonraki adımı. Şöyle ki; Okkan 'şehit' edilmeden bir hafta önceydi. Dönemin İl Valisi Cemil Serhatlı İl Valiliği 'toplantı' salonunda, 'basın toplantısı' düzenledi. 2000 yılına ait ilin 'Sosyo-ekonomik' sorun ve çözümlerini anlattı. Ve 2001'de 'neler' yapılacağını. O toplantıya bizat katılmıştım. Okkan hemen yanımda oturmuştu. Önünde de, 'çok sayıda' dosya.
Bir ara göz göze geldik, sordum 'nedir diye?'. Yüz mimikleriyle 'bekle birazdan veririm' dedi. Serhatlı konuyu kentin 'asayişine' getirirken, sözü Okkan'a bıraktı. Söze girmeden önündeki mavi dosyalardan birini bana uzattı. Ve sonra diğerlerini de 'korumasına' vererek, diğer meslektaşlarımıza dağıttı.
***
O kentin 'asayiş' bilânçosunun teferruatını yaparken, ben dosyanın içerisine göz attım. O güne kadar 'Hizbullah'ın' gün ışığına çıkmamış 'bilgileri' ve 'ölüm makinesi' dediğimiz 'tetikçileri' ile resimleri mevcuttu. Sonra sözü bu 'isimlere ve bilgilere getirdi'! İsimleri 'tek tek' tanıttı.
Ve son olarak şu cümleyi kullandı 'Hizbullah’ı çözdük. Artık her hareketini ve çalışmasını takip edebiliyoruz'!
Gaffar bunu Hüseyin Velioğlu 'operasyonunda' elde ettiği 'belge ve bulgulardan', Kızıltepe'de ortaya çıkarılan 'Örgüt bilgi bankasından' deşifre etmişti. Hizbullah'ın 28 'ölüm' makinesi dediği 'tetikçileri' tek tek anlatırken; bir ara duraksadı. Bunların en büyük hedeflerinden biri de 'benim' dedi.
***
Tam bu esnada bir hafta sonra 'olabilecekleri' hissettiren bir ifadeyle sordum; 'Bunları henüz yakalamadan isim ve resimleriyle kamuoyuna açıklamanız doğru mu? Bir nevi ölüm fermanınızı vermiyor musunuz?'.
Cevabı şu oldu; 'Zaten daima hedefleriyiz. Kelle koltukta bu görevi yürütüyoruz'. Ki hatırlarsanız, 'Basın toplantısındaki bu açıklamalarından' sonra Okkan günlerce 'gazete' manşetlerinde konu edildi. Birçok usta kalem sıraya girdi.
'Kendisiyle', Hizbullah'ın ölüm makineleri hakkında 'mülakat' yapmak için... Nitekim 'suikasta' uğrayacağı gün bile Sabah gazetesinden önemli bir kaleme 'mülakat' vermişti. Ve o mülakat Okkan'ın son mülakatı olmuştu. Çünkü 3 saat sonra '5 korumasıyla' birlikte şehrin orta göbeğinde şehit edildi.
***
Vaka'nın yaşandığı gün ve ölümünün her yıl dönümünde söylediğim gibi; "Suikast acemi işi değil". Çünkü çok profesyonelce yapılmıştı bir suikast.
450 mermi ile 4 adet el bombası kullanılarak, gerçekleştirilmişti. Suikastı yapanlar 'nerden geldi, nerden gitti' hale tespit değil.
Hani derler ya 'Yer yarıldı, sanki yerin dibine girdiler' diye. Sırra kadem bastı. Nasıl bastı kim bastı malum...
Ve ne ilginçti ki 'Suikast' ilk dakikadan itibaren 'Hizbullah'a yüklendi. Ve öylece de; kaldı gibi göründü.
Birçok Hizbullah militanı yakalandı. Hatta dediler ki, 'tetiği çekenlerden' biri de şudur diye? Yargılamalar yapıldı, 'müebbet' cezalar verildi.
Ama 'gerçek' ve suikastın 'ardı' getirilmedi. Yanılmıyorsam bir mahkeme kararında 'sanık' olarak görülen kişilerle alakalı 'bu eylemi yapacak kapasitede oldukları şüphesi hasıldır' diye ibare kullanılmıştı.
***
Yani 'mahkeme' kaanatına göre de, 'Bu işi Hizbullah'ın tek başına yapması mümkün değil'!
Her ne kadar 'Okkan', Hizbullah'ın 28 tetikçisini 'derdest' etmeden deşifre ettiyse de. Tetiği çekenlerden birileri oldukları iddia edilen kişiler yargılandıysa da. Devletin birçok 'kademesindeki' kişi, olayı Hizbullah 'işledi' diye açıklamalarda bulunduysa da, 'ilk günden itibaren' inandırıcı değildi.
Ne bizler? Ne de kamuoyu ve ne de Okkan'ın 'eşi'!
Çünkü o güne kadar 'Hizbullah' örgütü 'hep enseden tek kurşunla' faili meçhul cinayetler işliyordu.
Görülmüş değil 'birden fazla' hedefe yönelik eylem yapması. Hele bir 'bürokrata' yönelik vaki değildi. Bir Emniyet görevlisine..?
Düşünün, 'kentin tam ortasında', önde ve arkada 'koruma ordusuyla', Emniyet Müdürüne 'pusu' kuruluyor. Ve hedef zayiatsız 'imha' ediliyor.
Sonra da 'yer yarıldı, yerin dibine girdiler' misali saldırganlar kayboluyor.
***
GİZLİ TANIK: EMİR ERSÖZ'DEN
Bu kadar basit olabilir mi; mümkün değil? Şöyle tarih sayfalarında yer alan böylesi 'suikastlara' baktığımızda, mutlaka iç ve dış 'lojistik' destek sağlanmıştır. Ve en önemlisi derin devlet yapısının 'emir ve komutası' dahil olmuştur. Yoksa 'küçük ölçekli' örgütlerin böylesi 'devasa' mevzuulara yönelmesi mümkün değildir. Ki Hizbullah'ın kuruluşu ve yapılanması da, 'derin devletin', PKK'ya karşı organizasyonu olduğu da malumdur. Onun için de genel kanı Okkan suikastı 'derin devletin' emir ve komutasıyla 'zikredilmiştir'!
O gün olduğu gibi bu gün de o kanı hasıl..
Nitekim 'hasıl olan' o düşünce bugün alenileşmiş durumda. Yani 'kep düştü, kel göründü' misali..!
Ergenekon davasının 3'üncü iddianamesinin ek dosyasında 'bu suikastın' derin yüzü deşifre edildi. Gizli 'tanığın' ifadeleri 3–4 günden buyana gazetelerin manşetlerinde. 'Maske düştü' diye! Gizli tanık kimler tarafından suikastın nasıl yapıldığını detaylı anlatıyor.
***
"2001 yılında Diyarbakır'a gittim. O zaman Levent Ersöz Jandarma Alay Komutan’ıydı. Levent Ersöz bazı uzman çavuş ve astsubayları makamına çağırdı ve 'Diyarbakır'da çok önemli ve gizli bir göreve gidiyorsunuz' dedi. 4 araçtan birini ben kullandım. Şehirde 3'ü asker 7 kişi lav silahı ve tüfeklerle bizden ayrıldı. 20 dakika sonra büyük bir patlama ve silah sesleri duydum. Geriye gelenlerle buradan ayrıldık. O gün Diyarbakır Emniyet Müdürü’nün öldürüldüğünü ve Diyarbakır'ın karıştığını öğrendim. Bizim Diyarbakır'da gerçekleştirmiş olduğumuz olayın bu olay olduğunu anlayınca çok korktum. Levent Ersöz, Diyarbakır'a göreve gideceğimizi söylediğinde böyle bir olay yapılacağını hiç düşünmemiştim. Korkumdan konuşamadım. Levent Ersöz o zaman çok kudretli bir adamdı... "
***
Gizli tanığın ifadesi bu. Ancak ne hikmetse iddianamede 'Okkan' suikastına yer verilmiş değil. Bu da ayrı bir muamma içermektedir. Acaba; Savcılar 'gizli' tanığın ifadesine mi 'itibar' etmemişler, yoksa 'başka' bir devlet sırrı mı söz konusu? Ya da 'ek bir iddianame mi' hazırlanacak.
Onu 'zaman' içerisinde ve mahkeme kararında göreceğiz. Ancak ne kadar doğru ne kadar yalan bilemiyorum.
***
Okkan suikasta uğramadan bir kaç saat önce İl Valiliğine çağrılmıştı. Burda uzun süre 'özel kalemde' bekletilmiş. Sonra da; 'içeri' alınmadığı için 'Özel Kaleme' tepkisini dile getirerek ayrılmış. Rivayete göre içerde o zaman, 'dönemin' askeri yetkilileri varmış. O askeri yetkili 'gizli' tanığın iddia ettiği Ersöz olmasın mı? Bilemiyorum!
***
Lakin burası Türkiye ve Güneydoğu. 'Her şey olabilir'! Çünkü geçmişte 'çok şey' oldu. Eğer Ersöz'ün Cemil Bayık'la görüştüğü 'iddia' ediliyorsa.
Bu minvalde 'olabilirlik' neden olmasın ki?
Ama bilinen gerçek o ki, 'zaman' böylesi karanlık yüzlerin 'gün ışığına' çıkması için ilaçtır.
Evet! Türkiye'de 'geçmişin' karanlık yüzünü aydınlatma noktasında 'önemli' gelişmeler kayıt ediyor.
Artık 'karanlık' değil, aydınlık konuşuluyor.
Bu da 'demokrasi' anlamında önemli açılımların 'işleme' konulduğunu gösteriyor.
***
CEZAEVİ MÜZE OLMALI?
Dedik ya 'Kürt Açılımı' ekseninde 'güzel' şeyler oluyor diye! İşte 'güzel' bir hamle daha. 12 Eylül 'darbesinin' acı faturasını biçtiler.
İşkencelerin 'insanlık' dışı muamelelerin. Ölümlerin, intiharların ve de 'yaşam' hakkı tanınmayan; zulümlerin 'hâkimiyet' kurduğu, Diyarbakır Cezaevi.
Bağlar'ı 'isyankâr' ettiren "F Tipi Cezaevi'! Bugünlerde 'taşınmasından' söz ediliyor. Diyarbakır-Ergani karayolunun çok uzağına', nakil edilecekmiş.
Hükümetin bu 'önem' arz eden açılımını önceki gün Diyarbakır'a gelen Bakan Eker 'deklare' etti. Ki MGK'da görüşülmüş olacak ki, 'kesin' ifade kullanıldı. 'Diyarbakır Cezaevini şehir dışına taşıyacağız. Ve burayı da Okul kampüsü haline getireceğiz'!
45 dönüm alana sahip olan Cezaevi'nin yerine Anadolu Lisesi, genel lise, ilköğretim okulu, anaokulu ve spor tesisleri yapılacak. Bunun için de yaklaşık 24 milyon TL kaynak aktarılacak.
***
Güzel bir açılım. Tabi 'ha deyince de' yapılacak gibi görünmüyor. Çünkü bin 500'e yakın tutuklu ve hükümlü barınıyor. Ki kapasitesinin 'üstünde'!
Bu kişiler önce 'nereye' nakledilecek? Adalet Bakanlığı'nın verilerine göre 'tüm cezaevleri' taşmış durumda. Başka illere nakil 'olamayacağına göre.
O zaman 'yeni bir cezaevi' inşa edilmesi gerekiyor. Bunun için de, para-ödenek, proje, arazi ve bürokratik işlemler lazım. Anlayacağınız; 'daha çok' zaman gerek. Ama yine de; 'açılım' önemli, bunun hükümetin bir bakanı tarafından 'dillendirilmesi' ve ülkenin 'gündemine' getirilmesi güzel.
Aslında bu 'açılım', AK Parti'nin bir vaadi. Çünkü Belediye Başkan Adayı olan Milletvekili Kutbettin Arzu, 'seçim bildirgesinde' söz vermişti.
İktidara gelirsem 'Diyarbakır cezaevini kent dışına çıkarıp, burayı 'müze haline getireceğim' demişti.
***
İşte bu açılım ve vaat Diyarbakır'da bir tartışma geliştirdi. Cezaevi'nin alanı ne olması gerekir noktasında. Hükümet 'okul' diyor?
Ancak kentin aydınları ve bu cezaevinde 'ömür' tüketmiş olanlar? Ağır bedeller ödeyenler. Dünyanın en kötü şöhretli 10 cezaevinden biri olan Diyarbakır Cezaevi'nde kalanlar. Onlar da, 'Sinop' gibi 'Müze' haline getirilmesini istiyorlar. Çünkü 'geçmişi' silmek, tarihi inkârdır.
Galiba haklılar. İki yönden de haklılar. Neden diyeceksiniz? Bir taraftan 'tarihin kirli yüzü', diğer taraftan okul olması halinde 'çocuklar' üzerinde yaratacağı psikolojik durum. Açılıma katkı 'güvenle' tesisleşeceği için, hükümetin bu kadar 'yoğun' talebe sessiz kalmaması gerek.