ŞUBE MÜDÜRÜ FURYASI
"Deveye sormuşlar, neden boynun eğri” diye!
Deve de dile gelmiş. Soruya cevap vermiş; “Nerem doğru ki”!
Tabiri caizse; Ülkemizdeki birçok kurum böylesine bir “yamukluk” içerisinde bulunuyor.
Ki kimi zaman; olup-bitenle alakalı insana “pes” dedirtiyor.
Bu tanımlama Diyarbakır’a da özgü bir ifade. Şöyle ki; zaman zaman yazıp-çiziyorum.
Kurumların “icraatlarının” dışında; dağınık ve vatandaşı “bezdiren” keyfiyetle uğraş verdiklerini.
Anlayacağınız “politize” olmuş vaziyette.
Bakınız son dönemlerde İl Milli Eğitim Müdürlüğüyle alakalı çok sayıda şikâyet alıyordum.
İlk zamanlarda; “Bu kadar” büyük bir camiada bu tür küçük vakalar münferittir.
Olabilir diye es geçiyordum.
* * *
Nitekim büyük bir camia.
Diyarbakır’da en fazla “çalışanı” barındıran.
Ve en büyük kitleye hitap eden bir kurum ve camia.
Önemli bir misyon üstlenmişlerdir.
Gerçekten çok fedakarene ve özveriyle çalışan öğretmenlerin olduğunu herkesten iyi biliyorum.
Hele hele “Köy öğretmenlerini” ayrı bir yere koyduğumu büyük bir içtenlikle belirtmek istiyorum.
Onların üstlendiği misyon her yönüyle taktire şayandır. Eli öpülesi insanlardır.
Tabi; kent merkezinde ve ilçelerde de görev yapan, “idealist” öğretmenlerimiz vardır.
Hepsi ama hepsi “birer değerdir”!
Şimdi öğretmenlerimizi bir tarafa bırakmak istiyorum.
Milli Eğitim İl Müdürlüğüne ve tabiatıyla herşeyi bilen bizzat olayın dahili olanlara biraz tariz “dokundurma” yapalım.
* * *
Malumunuzdur; Diyarbakır Büyükşehir statüsünde.
Bir süre önce de; “Mahalli İdareler” değişikliği yapıldı.
Böyle olunca da; bütün kurumların bölünmesi hâsıl oldu.
Yani ilçe müdürlükleri açıldı.
Bu durumda; İl Müdürlüğünün yükü büyük oranda azalmış oldu.
Ne yazık ki; “kazın ayağı” öyle değil.
Bürokrasinin o devasa hantallığının önüne geçilemedi.
Bilakis; işler tamamıyla yürümez hale geldi.
“Kaş yapalım derken göz çıkarma” misali.
* * *
Ve ne dram ki; bütün kurumlarda olabildiğince “Müdür yardımcısı ve Şube Müdürü” furyası başladı.
Çoğu liyakatsiz, işinin ehli olmayan koltuk sevdalısı rozetlerin yüreklerinde daha büyük zat-ı muhteremlerden oluşuyor.
Her zaman söylüyorum ve soruyorum.
Bu şube müdürlerinin, daire müdürlerinin, daha doğrusu “kurum idarecilerinin” atamasındaki kriterler nedir diye?
Eminim!
Bu sorunun cevabını herkes benim kadar biliyor.
Ve neden böylesi bir icraatın gerçekleştiğine de vakıftır.
Herhangi bir siyasi “akrabalık ya da gayri akrabalık” bağının olması yeter.
Hal böyle olunca da, kurumlar bir anda “aile” şirketi oluveriyor.
Doğal olarak da; “işlemlerde” aile silsilesiyle yürüyor.
* * *
Önemli bir etken de;
İşin içine ‘benim adamım-senin adamın’ çekişmesi de girince “bir koltukta iki karpuz” misali, bir kadroya üç kişi atanabiliyor.
Böyle olunca da hiç kimse iş yapmıyor ya da yapamıyor. Herkes “topu” başkasına atıyor.
Bu kurumlar “halkasında” suistimale en müsait kurum da ne yazık ki; “eli öpülesi” öğretmenlerin barındığı Milli Eğitim’dir.
Şuan ki verilere göre nerdeyse bir şube müdürlüğü enflasyonu yaşanıyor.
Çantasını alan Ankara’ya gitmiş.
Adamını bulan geçici de olsa “kadrosunu” almış ve yumuşacık koltuğuna oturmuş.
Oturan da kalkmıyor hani.
Söylendiğine göre, öğlen yemeğine bile gitmeyen müdürler bile var.
“Hani ben yokken biri gelir de koltuğuma oturur” diye.
* * *
Yani olayın vahametini gözler önüne sermesi açısından trajikomik bir olay.
Şöyle ki; norm kadroya göre İl Milli Eğitim Müdürlüğünde 10 Şube Müdürü olması gerekirken.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın mevzuatına binaen.
Ama gelin görün ki; “vekâletle” görev yapan Şube Müdürü sayısı 17.
Ve bunların bir bölümü “öğretmen” bir bölümü de “okul müdürlüğünden” gelen.
İl Milli Eğitim Müdürlüğünün ikinci katı şuan için “Şube Müdürlerine” ait.
Sözde; İl Müdürlüğünün “görevini” hafifleten İlçe Müdürlüklerine gelince.
Orda da aynı vahamet hâsıl.
Norm kadroya göre iki şube müdürü olması gerekirken şuan 5 şube müdürü görev yapıyor.
Takdir edersiniz ki; “keyfiyetin” hasıl olduğu bir kurumdan “icraat” beklemek ne kadar doğru.
Bilemiyorum! Neyse bizi yönetenler mutlaka bu duruma “bir fikir” geliştirirler.
* * *
Gelelim önceki gün yayımlanan bir anket sonucuna.
DTP ile AK Parti’nin çekiştiği Diyarbakır “kalesiyle” alakalı.
Her zaman ifade etmişimdir.
“Anketlere inanmam, ama anketsiz de kalmam” diye.
Hani; “Fala inanma ve falsız da kalma” misali.
Rakamları biraz “ciddiyetten” uzak gördüm.
Neden derseniz; “Kararsızların” dağılımı.
Ve DTP’nin “oyların” yüzde 72’sine sahip olabileceği.
* * *
Anketi organize eden EFG İstanbul Menkul Değerler.
Adil Gür’ün “altına imza” attığı anketin analizi şöyle:
Türkiye nüfusunun yüzde 2’sini barındıran Diyarbakır’da;
“AK Parti ile DTP” arasındaki fark gittikçe açılıyor.
Osman Baydemir oyların yüzde 57,5’ini alıyor.
Kutbettin Arzu’nun oy oranı ise yüzde 21.
Kararsızların oranı ise yüzde 20.
Ankete göre kararsızlar dağıtıldığında DTP’nin oranı yüzde 72,1’e çıkıyor.
AK Parti’nin oranı ise yüzde 26,3’e yükseliyor.
Diğer partiler ise yüzde 1,6’da kalıyor.
Burada itiraz ettiğim; “Kararsızların” dağılımı.
DTP “seçmeninde” kararsızdan bahsetmek yanlış olur.
Çünkü DTP’nin oyları “kemikleşmiş”. Ve inanılan bir misyona yönelik tercih.
Onun için de; “inanç ve misyon” kuşku geliştirmez. Bu anlamda; “kararsızların” dağılımı adil değil.
* * *
Bakınız;
2004’teki yerel seçimlerde AK Parti oyların yüzde 35’ini alıyor.
DEHAP-SHP koalisyonu ise yüzde 58,3.
2007 genel seçimlerine gelince. O günkü oyların dağılımı da şöyle:
AK Parti yüzde 40,9.
DTP ise yüzde 47.
Özetlersek ben şöyle görüyorum; kararsızların dağılımını.
Eğer yüzde 20 ise, bunun yüzde 15-17’si AK Parti’nin.
Geriye kalan ise “diğer” partilerin.
Böyle olunca; şu gerçekçi rakam çıkıyor.
Ki sanırım ahalinin ekseriyeti de bu düşünceyi paylaşmaktadır.
DTP 30 Mart sabahı yüzde 57,5 ila yüzde 60 oranında alacağı oyla “merhaba” diyecek.
AK Parti de 22 Temmuz’daki sonucu koruyarak. Hatta bir-iki puan da artırarak “yüzde 40 ila 42 arasındayım" diyecek.
Neyse! Daha zaman var.
Bir kaç anketi daha konuşacağız gibi görünüyor.
Fazla da; “falın” cenderesinde bulunmak yanlış mecralar geliştirir.
Güzel bir hafta dileğiyle.