YAŞANANLARI OKUMAK!

Bilimsel bir tespittir; ansızın gelişen ve anlam vermekte zorluk çektiğiniz hadiseler vuku bulunca; 'duygularınız' karışır.
Ve tabi ki 'duygunun' vaka karşısında 'ikilem' içerisine düşmesi aynı zamanda 'mantığın da' devre dışı kalmasına neden olmaktadır.
Çünkü 'olup-biten' karşısında şaşkınlık içerisinde kalakalırsınız; 'ne oluyor?' diye!
Özellikle bizler için; eli kalem tutanlar böylesi hallerde duruma vazife çıkarma noktasında 'kelimeler' cümlelerde yer bulmakta zorlanır.
Duraksıyorsunuz! Beyin hücreleriniz 'şahit olduğunuz ve yanı başınızda' olan hadiseye 'empati' kurmakta, güç durumda kalıyorsun.
Dağınıklık içerisinde; 'arayışla' cebelleşiyorsun.

***

Hele bir de mevzuda 'kan, gözyaşı ve yarınları' tehdit edici hüzün ve acı verici durum hasılsa, her şey tar-u mar oluveriyor.
Çıkmaz 'sokağa' girmiş gibi oluyorsunuz. Ve ardı ardına söylenmeye başlıyorsunuz; 'yaşanan ve yaşatılana' karşı!
'Nedenler, Nasıllar, Niçinler ve Kimler' gibi, sonları biten soru cümleleri ağzınızdan dökülüyor. Ardından 'binlerce' acaba ürüyor.
Karmakarışık duygunun iç dünyasında; 'çıkış' yolu arıyorsun! Anlayacağınız şu anki 'ruh halimiz' böyle.
Salt ben değil, siz okurlar da. Diyarbakır ahalisi, Güneydoğu insanı ve Türkiye'nin tüm kesimleri.
Dağınık bir vaziyette 'duygu' çekişmesi içerisinde her şey birbirine karışmış vaziyette.

***

Diyarbakır’ımızda! Amed’imizde. Medeniyetlerin beşiği, 'Mezopotamya’nın' cihan şehri. Dün yaşadıkları, olup-bitenler?
İnsanın 'avazı' çıktığı kadar bağırası geliyor! Dağın, taşın, yerin-göğün, 'herkesin' duymasını ve 'irkilmesini' istiyor.
Neden bu kan, neden bu gözyaşı, neden bu şiddet, öfke ve sokaktaki kaos? Neden atılan taşlar, molotof kokteylleri.
Ve neden Üniversite öğrencisi Aydın Erdem'e 'sinsice' arkadan sıkılan kurşun? Ve onu cansız bırakan hain düşünce?
Hastane morgu önünde Annenin 'yeri-göğü' inleten; yaktığı 'ağıt'. 'Agitim' diye haykırışı. Ateş düştüğü yeri yakar.
Ne söylenebilinir, ya da nasıl bir çıkış yolu seçilebilinir ki?

***

Her ne ise! Özellikle Kurban Bayramı'nın 'ikinci' gününden itibaren 'tansiyonu' yükselten gelişmeler.
Ve hızlı bir şekilde bölgeye yayılan 'Kitlesel' eylemler! Polis ve göstericilerin 'şiddet' içerici bir şekilde karşı-karşıya gelmesi.
Taş, molotof kokteyli, havai fişek. Beri yandan, gaz bombaları, tazyikli su ve coplar. Yani 'sokakların' savaş alanına çevrilmesi.
Tüm bunların 'görünürdeki' gerekçesinin bir halkası Öcalan'ın İmralı'daki 'Hücresinin' küçülmesi olarak görünüyorsa da.
Görüntülerin 'aklı selim' okunuşunda; şu gerçek ortaya çıkmaktadır. Ki toplumun ekseriyetinde aynı 'düşünce' ve kaygı vardır.
Ki; Bölgedeki 'aydınlar da, kanaat önderleri de', siyasi kimliğe sahip olanlar da; aynı düşüncede birleşiyorlar.

***

Türkiye'de 'işlerin iyiye' gitme noktasında adımların düşünüldüğü bir dönem 'yaşanan ve yaşatılanlarla' kırpılmak isteniyor.
Vahim derecede, dehşetengiz bir 'provokasyona' dayalı kışkırtmalarla 'tarihi' nitelik taşıyan 'dönem' boğulma kıskacında.
Ve ne yazık ki; 'Biz Kürtler' elimize geçen fırsatı 'aklı-selim' noktada değerlendirmemiz gerekirken, 'eldeki keseri' ayağımıza vuruyoruz.
Haklı iken; haksız duruma düşüyoruz. Türkiye'de 'Kürtler' açısından düşüncelerin değişmeye uğradığı.
Dahası PKK'nın 'varlık' nedeni ve bugüne kadar gelinen sürecin 'Kürtlerin' istek ve taleplerine kurgu olduğu 'yönünde' düşünceler üretildiği.
Bazı gerçeklerin 'idrakine' varıldığı. Ortaya çıkarılan 'Derin Devlet ve Ergenekon' yapısıyla; Güneydoğu'da nelerin organize edildiği anlaşılırken.

***

Öcalan'ın İmralı'daki 'hücresi' üzerinden Kürtleri ve gençleri 'sokağa' döktürmek; vahim bir hadisedir.
Ciddi manada 'Kürtlerin' yarınlarını ve umutlarını tehlikeye düşürücü senaryoların üreticilerine 'fırsat' vermektedir.
Farkında mıyız, değil miyiz bilemiyorum! Sokak gösterilerine katılanlar, teşvik edici tavır sergileyenler.
Şu 'hassas' çizgiyi 'kurguluyorlar mı?'. Barışa ve Kardeşliğe düşman olanların elleri bu görüntülerle güçleniyor olduğu.
Kışkırtıcıların, karanlık yapılanmanın, kan ve gözyaşının membasından su içenlerin ekmeğine; 'sokaktaki' bu görüntüler.
Bal, kaymak, yağ olduğu.

***

Yıllardır ülkeyi birbirine düşürmek isteyenlerin bir türlü beceremedikleri 'karanlık oyun' ne hazindir ki 'güç' kazanmakta.
Bir önceki yazımda ifade etmiştim; 12 Eylül 'öncesindeki' hadiseleri de örnek vererek.
Darbe ve cuntacı düşüncelerin, iştahını görüntüler kabartmıyor değil. Öylesine kabartıyor ki; 'her hadiseyi' körüklemektedir.
Ankara başta olmak üzere batı ilerinde sergilenen 'tepkisel' tavır ve linç girişimleri 'hangi amaca' hizmet ettiği malum.
Onun için; 'vahim ve tehlikeli' bir sürece doğru, korkutucu, kaygı verici ve ürküten bir hızla sürükleniyoruz.
Sanki bir yerden düğmeye bazılı vaziyetle icra edilen 'kitlesel' eylemlerin getirisi 'hayır' değil, şerden başka.

***

Bilemiyorum; 'birden bire Şahinleşmenin' arkasındaki gerçek nedir diye? Dün DTP üzerinden bu durumu 'empati' ettim.
Organizasyonların ekseriyetinde 'neden' yer aldığı? Diyarbakır'daki 'yürüyüş ve mitingin' izinsiz olmasına rağmen!
Valiliğin 'izin vermemesine' rağmen; binlerce kişiyle 'ısrarcı' olması. Ve illaki 'yürünmesi' gerektiğini. Ardından da olayların patlak vermesi.
Düşünüyorum! DTP hakkında Anayasa Mahkemesi'nde açılmış bir 'kapatma' davası var. Ve bu dava açıklandığına göre;
8 Aralık'ta esastan görüşülecek. Muhtemelen karar çıkacak. Yani bu alanda 'dananın kuyruğu' yarın kopmuş olacak.
Davanın gerekçesi de; "devletin bağımsızlığı, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne yönelik eylemlerin odağı haline geldiği"

***

DTP bu tavrıyla 'keseri' ayağına vurmuyor mu? Yoksa birilerinin dediği gibi; 'DTP'yi kapatın da, kaos çıksın' düşüncesi mi var?
Yoksa Anayasa Mahkemesini etkilemek mi? Her ne ise; Ülkemiz ve Bölgemiz açısından 'olup-bitenler' sokaktan yansıyan görüntüler 'hiç de iyi' değil.
Demem o ki; yaşanan ve yaşatılanlar hiç kimsenin tasvip ettiği bir hadise değil. Onun için; bizlerin ve bölgenin, DTP'nin.
Ciddi bir manada 'itidal' içerisinde, sağduyuyu elde bırakmayarak, süreci 'kontrol' altına almamız gerekir.
Bilmeliyiz ki, 'Demokratik' açılım, Kürtlerin 'isteklerinin ve taleplerinin' cevap bulması gerektiği noktada.
'Ülke bölünüyor' naraları atan o şer ve kan emici odaklar pusuda beklerken, 'bu eylemlerin' olması onları 'haklı' çıkarmaktadır.

***

Sonuç itibariyle; 'dün yaşanılanlar' tarihe hüzünlü bir sayfa olarak yansıyacak. Ama biz 'Kürtler' artık hüzün’e, kana ve gözyaşına 'yeter' diyoruz.
Çünkü 30 yıl değil, Cumhuriyet tarihinden bugüne kadar 'çekecek' acı var. Onun için ustadın deyimiyle 'Sabırla yoğrulmuşuz'!
Bizim yine 'sabrı' ve sağduyuyu elden bırakmamamız gerekir. Sokakları 'savaş alanına' çevirmek; çözüm değil.
Demokratik, Hukuk ve haklı nizamlarda 'tepki' koymak, demokrasinin mekanizmasında 'istemlerde' bulunmak varken.
Bir kez daha; sağduyu, sağduyu ve sağduyu diyelim.
Ki kışkırtıcılara yem olmayalım, onları 'iyot' gibi açığa çıkaralım.

***

Erdem'in faili yakalanmalı!

Dün yaşanılanların en vahimi; Üniversitesi Öğrencisi Aydın Erdem'in 'ölümüdür'!
Mardin'in Ömerli ilçesi Nüfusuna kayıtlı Erdem, Dicle Üniversitesi öğrencisi.
3. Sınıf talebesi. Muhtemelen dün kendisi de 'kitlesel eyleme' katılanlardandı.
Belki taş atmıştır, belki de molotof kokteyli. Ama tüm bunların 'bedeli' onun bedeni olmamalıydı.
Onu sırtından 'tek kurşunla' vurarak öldürmek olmamalıydı. Belki de tesadüfen orada bulunuyordu.
Buradan; Erdem ailesine ve sevenlerine başsağlığı diliyorum.
Ve ölümünün 'yeni' ölümler getirebilecek eylemlere de 'alet' edilmemesini istiyorum.

***

En önemlisi de; Erdem 'faili meçhule' kurban gidenlerin kervanına katılmamasıdır.
Savcı 'otopsisini' yaptı. Çağın teknikleri de malum. O tek kurşunun 'hangi' silahtan çıktığı.
Ve o silahın 'kime' ait olduğunun 'gün ışığına' çıkarılması; zor olmasa gerek.
Ki olmamalıdır. İl Valisi Hüseyin Avni Mutlu, Emniyet Müdürü Mustafa Sağlam.
Ve hadiseyi soruşturan Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı. 'Bu işin' üstesinden mutlaka gelmeliler.
Çünkü 'Erdem'in' ölümü ciddi ve vahim bir 'kışkırtma' kokmaktadır.
Bir kez daha! Hep uyardık, hep uyarıyoruz. Vahim ve tehlikeli bir gidişat var.
Onun için sağduyuyu elden bırakmayalım. Sağduyu. Sağduyu. Ve yine sağduyu.