MEVLANA & ŞEMS
Geçtiğimiz hafta değerli üstat, Hz. Mevlana’nın ölüm yıldönümü idi. Ekşi sözlükte yine şems ve Mevlana ya saydırdıklarını görünce Mevlana ile şems ilişkisini yazmak istedim.
Mevlana ve Şems’i Tebriz’i… aynı şehirdeyken yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen iki hakiki dost. Her daim istişare şeklinde toplantılar yapar, tartışır, fikirler üretirlermiş.
İkisinden biri başka şehre gittiğinde, kalan günlerce arkadaşının yolunu gözlermiş. Mevlana’nın, Şems’in yokluğunda yazdığı şiirler meşhurdur.
Uzak geçmişe ışık tutuyorsanız eğer
Zamanda yaşananları “ o zamanın ışığında” değerlendirmek gerekir.
Çoğu kimseler Mevlana ile Şems’in yakınlığını ikisi de aynı cinsiyette olduğundan idrakte zorlanır.
Hatta haddi aşıp onlara gay (eşcinsel) yaftasını yapıştanlar da olmuştur.
Mevlana ile Şems’in sabahlara kadar oturup birbirlerine şiirler okuyup methiyeler dizmesini, birinin yokluğunda ötekinin onu yana yakıla özlemesini yanlış yorumlarlar.
Unutulmasın ki onlar insanın insana muhtaç olduğu çağlarda yaşadılar. 1200’lü yıllar…
Restoran cafeler yok, tv telefon yok, gezilecek ören yerleri, hafta sonu tatili modası yok, yani insan beynini çelecek ve bireyselliğe itecek değişkenler yok.
Bağımsız hür ve zamanı bol insanlar var…
Karşılıklı sohbet etmenin çok kıymetli olduğu zamanlar.
Geçmişte yaşanan her olayı, kavramı tutup kendi günümüze çekip kirletmenin âlemi yok!
İki kadının samimiyetini gayet normal kabul edip, Allah (inanç) aşkıyla ya da dostane ortak paydada buluşmuş iki erkeğin sahih sevgisini haksızlık edecek
Boyutta adlandırmak çok yanlış.
Hiç yaşanmamış, hiç tanımlanmamış, hiç görülmemiş, durumlar, olgular ya kötü değerlendirilir ya korkulur.
Araştırmadan, okumadan, hissetmeden konuşmak ya da yazmak yerine Mevlana ve Şems’in verdikleri eserlerden faydalanılsa olmaz mı?
Nihayetinde herkes kendi bilgi dağarcığı kendi vicdanı neticesinde olayları değerlendirip, fikir beyan ediyor.
Demem o ki, olaylar ya da fiiller hakkında ki yorumlar aslında yorumu yapanın iç dünyasına fener tutar.
Mevlana dan bir anekdot paylaşıp haftayı kapatayım.
HZ. Mevlana’nın talebelerinden biri ona sorar;
“Tasavvufta 4 kapı varmış bunları bana açıklar mısınız?”
_ Mevlana; karşı medrese de ders çalışan 4 kişi var gidip tek tek onlara birer tokat at sonra gel sana anlatayım demiş.
Talebe karşı medreseye gider oturanlardan birinin ensesine tokatı yapıştırır.
Tokadı yiyen derhal toparlanıp talebeye karşılık vererek bir yumrukla yere serer.
Talebe, toparlanıp ikinciye de bir tokat atar. İkinci çocuk hışımla ayaklanır elini kaldırır ama vurmaktan vazgeçip yerine oturur.
Talebe üçüncü çocuğa da bir şamar indirir.
Karşısındaki kafasını şöyle bi kaldırıp baktıktan sonra çalışmasına devam eder.
Dördüncü zat ise yumruğu yemesine rağmen istifini hiç bozmadan, sanki yumruğu o yememiş gibi önündeki kitaplara bakmaya devam eder.
Talebe gelip olanı biteni Mevlana’ya nakleder.
Mevlana açıklar:
Birinci genç ŞERİAT kapısındadır, şeriatta kısasa kısas vardır.
O yüzden tokadını sana iade etti.
İkinci genç TARİKAT kapısındadır, sana vuracağı esnada ‘sana kötülük yapana bile iyilik yap’ kaidesini hatırladı.
Üçüncü genç MARİFET kapısına kadar gelmiştir. İyiliğin de kötülüğün de Allah’tan geldiğini bilir, rabbim bu kötülüğe kimi vesile kıldı diye merakına gem vuramamıştır.
Dördüncü genç HAKİKAT kapısına varmıştır. İyiliğin de kötülüğün de sadece ve sadece Allah’tan geldiğini bildiğinden kendini sorgulamaya başlamıştır
‘ben ne yaptım da tokat yedim’
Mevlana; “İşte tasavvuf da 4 kapı mevzusu budur evlat”…