“BATININ İKİYÜZLÜLÜĞÜ”

 

Evet, sevgili okurlar.

Suriye mültecileri için nakdi yardım hususunda Batı dünyasının bugüne kadar verdiği sözler ve taahhütlerinin hiç birini yerine getirmiş değil..

Hep "ayak" oyunları yapmaktadır..

Nitekim, bu "ikiyüzlülüklerini" Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, son dönemlerde her platformda dile getirmektedir.

Çifte standart ve iki yüzlülükle suçlamaktadır..

Birileri ne derse desin...

Erdoğan bu tavrıyla, ortaya koyduğu duruşla, yerden göğe kadar haklıdır.

Çünkü "hakikatı" ortaya koymaktadır..

Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar…

Gerek batı dünyası hakkında olsun…

Gerek ABD ve gerekse diğer dünya ülkeleri hakkında olsun…

Hiçbir devlet büyüğü, Erdoğan kadar açık ve net bir tavır ortaya koymadığı gibi, konuşmamıştır da..

Ama Erdoğan konuşuyor..

Böylesine konuşması ve bu yürekliliği, imanının mükemmeliyetinden geliyor.

***

Hiç kuşkusuz ki…

Batı dünyası..

Bugün değil, hiç bir zaman İslam dünyasına karşı dürüst olmamıştır ve olamaz da.

Eğer İslam dünyasını yöneten Türkiye’den başka diğer devletçiklerin başındaki liderler…

Hala da batı dünyasının samimiyetine inanıyorlarsa bize göre mutlak bir cehl-i mürekkepten kendilerini kurtaramamışlardır.

Ne yazık ki hali vaziyet ortada..

Bundan dolayıdır ki, zaman zaman vurguluyorum, "talihsiz bir İslam dünyasıyla" karşı karşıyayız diye.

***

Çünkü, yüce kitabımız çok önemli bazı ayetlerde müşriklerin, küfür dünyasının Allah ve Resulünün nezdinde hiçbir zaman sözlerine itibar edilmez, güvenilmez.

Allah ve Resulü, bunların sözlerine itibar etmez.

İlla ki Mescid’ül Haram’da yapmış oldukları sulh (barış) anlaşması hariç.

Eğer vermiş oldukları sözlerde dürüstlülük göstererek istikamet gösterirse, ey Müslümanlar siz de onlara karşı dürüstlük gösterin.

Zira Allahû Teâlâ muttaki kimseleri sever.

“Tevbe” suresinin 7. ayeti bize bunu gösteriyor.

Batı dünyasından hangi ülke olursa olsun, hiçbir zaman verdikleri söz ciddi değil…

Samimi  olmadıkları gibi, güvenilmez…

Bakınız, 7. ayetten sonra gelen 8. ayet bize şöyle buyuruyor.

“Onların bir ahdi nasıl olabilir ki! Eğer onlar size üstün gelselerdi, sizin hakkınızda ne akrabalık (bağlarını), ne de antlaşma (yükümlülüğünü) gözetirlerdi. Ağızlarıyla sizi hoşnut etmeye çalışıyorlar, oysa kalpleri buna karşı çıkıyor. Onların pek çoğu fasık kimselerdir”

***

Demek anlaşılıyor ki, Erdoğan "iman gözü ve yüreğiyle" hakikatleri görüyor.

Ve bunu, bir devlet büyüğü olarak geçmişe yönelik gelen-giden tüm devlet büyüklerinden ders-i ibret noktasında, tavır koymaktadır.

Yüzlerine karşı yüreklilik göstererek, "iki yüzlülüklerini" ortaya çıkarmaktadır.

Sayın Erdoğan, açık ve net ifadelerle kendini ortaya koyarken havadan cıvadan değil, ciddi ve yakışır bir şekilde gerçekçi, Kur’andan seçerek, ayet olmasa bile ayetin mealinden çıkarılmış ifadeleri kullanarak konuşuyor..

İnanın, Erdoğan’ın yaptığı her konuşma geleceğimizin garantiye bağlanma garantisine aittir.

Tarihi konuşmalar, Türkiye halkı için bir simgedir, bir paroladır, ders almak lazım.

Aksi takdirde Allah korusun, bu ülkenin başında eğer Erdoğan olmazsa, tartışmasız olarak diyebiliriz ki bu ülke uçuruma doğru gitme tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktı.

Ama Erdoğan buna karşı elbette ki bir engeldir…

Sulh-u umumiyi (gerçek bir barışı) kendi hal ve harekâtıyla zaten temsil ediyor.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Sayın Erdoğan, her halükarda, ister Cumhurbaşkanı olsun, ister Başkanlık makamına yükselsin, her ne olursa olsun…

Yüce İslam dininin hukukunu muhafaza etmek için yola çıkmış biridir…

Ki kendi varlığını bu dava uğruna taahhüt etmiş olduğuna inanıyoruz.

Ama CHP’nin altı oklu sahte kahramanı Kılıçdaroğlu gibi değil.

Veya onun paralelindeki Selahattin Demirtaş gibi değil.

Bunlar siyasi ciddiyetten yoksun birer lider pozisyonunda kendilerini gösteriyorlar ise de hiç de alakası yok.

Kılıçdaroğlu, devleti, milli iradeyi, kan dökmekle tehdit ediyor.

Selahattin Demirtaş ise adeta timsah gözyaşları döküyor..

Bakınız, Dürümlü mezrasındaki Yaman ve Yakar ailelerine karşı ahlaksızca yapılan saldırı neticesinde hayatını yitirmiş ve şahadet mertebesine ulaşmış masum 16 insanın katline karşı her zaman savunduğu örgütünü eleştirircesine “Bu ailelerden özür dilemeniz gerekir” diyor.

“Zira bu saldırının sivil halka karşı olmaması lazım” diyor.

Oysaki siyasi bir çelişki içerisinde kıvranıp duran bu şahıs, 6-7-8 Ekim olaylarında halkı sokağa döktürme girişimleri neticesinde 3 gün içinde ölen 53 kişi sivil halk değil miydi?

Niye onlara karşı örgütü uyarmadın da bu aileye karşı örgütü sözde uyarıyorsun ve özür dilemeye davet ediyorsun?

İnanın, sevgili okurlar.

Artık öyle bir hal almış ki ülkemiz ve coğrafyamızda “At izi it izine karışmış”, kimin elinin kimin cebinde olduğu hiç bilinmiyor.

Peki, bu sonuç nereye gidiyor?

* * *

Evet.

Dünkü ve evvelki yazımda da söylemiştim.

“Gel de bunu külahıma anlat” kavramı yine bu hadiseler açısından gerçekçiliğini korumaktadır.

Kamuoyu adına bir kez daha sesleniyor ve diyoruz ki;

Arkadaşlar!

Orta yerde bu ölen 16 kişi kimseye verilecek kurbanlar değildir.

Ve bu aileler ne oluyor da birden bire araba birisinin kapısının önüne çekiliyor, sözde “ben yolu şaşırdım, bu araba burda kalsın, size emanet edeyim” diyor?

Seyithan Yakar bunu kabul etmeyince, tehdit ediliyor, küfrediliyor ve hakaret ediliyor.

Ne idügü belli olmayan birileri tarafından hakarete uğramasını içine sindiremiyor..

Silahına davranıyor ve yakınlarını çağırıyor.

Yakınları gelene kadar, bomba yüklü kamyon oradan ayrılıyor.

Kamyonun peşine düşen halk, kamyonla cebelleşirken hepsi birden uzaktan kumandayla patlatılıyor ve yok olup gidiyorlar.

Bu hangi örgüttür ki olayın oluşmasına göz yumuyor?

Sanki 16 insan değil de 16 tavuk kesilmiş gibi davranılıyor.

Hele meşhur solcu, marksist, Leninist bir medya nerdeyse kına yakıyor veyahut sahte gözyaşlarını döküyor.

***

Oysaki yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim, “Nisa” suresinin 105. ayetinden, 113. ayetine kadar bunları bir bir açıklıyor..

Bunu açıklayan birçok müfessirler, ayetten çıkan ve yerle gökleri doldurabilecek mutlak bir adaletin varlığını simgeleyen gerçek üzerine ittifak etmişlerdir.

İttifak etmişler ki her kim olursa olsun, nerede olursa olsun, hangi zaman ve hangi mekanda bulunursa bulunsun…

Allahû Teâlâ’nın insanlar arasına koymuş olduğu adaletin varlığı ve adaletin bölünmez bütünlüğü ve taraf tutulmadan büyük bir ittifak üzerine, gerçek adalet simgesi olan Efendimiz (S.A.V)’i örnek gösteriyor ve uyarıyor.

Efendimiz (S.A.V)’in hırsızlık yapan İbn-i Übeyrik kabilesinden bir Tu’me isimli bir hırsız miğferi çalıyor ve evinde saklıyor.

Evinde yakalanmasın diye kalkıyor, diğer bir komşusu Yahudi’nin evine koyuyor ve büyük bir iftirayla hırsızlığı o yapmış gibi göstererek, hırsızlığı kendi omuzlarından atmaya çalışıyor..

Suçu Yahudi komşuna yüklemek istiyor.

Ve bu iğrenç iftira ahlaksızlığı paralelinde Tu'me bununla da yetinmiyor?

Yakınlarıyla birlikte Hz. Peygamber (S.A.V)’in yanına giderek kendini suçtan sıyırmak için “bu miğfer, bende değil Yahudinin evinde yakalanmış…

O Yahudi’dir ben Müslüman’ım. Benim için sen adalet terazisini çalıştır” gibi teklifte bulunuyor.

Efendimiz (S.A.V) süreç içerisinde etkilerinin altında kalıyor ve böyle bir girişimi gerçekleştirmeye niyet ederken, o da iyi niyetle Müslüman olma hasebiyle kurtarma cihetine giriyor.

Allahû Teâlâ hemen 9 ayet-i celile gönderiyor?

Nisa Suresinin 105. ayetinden 113. ayetine kadar…

Ayetlerin muhtevasıyla Yüce yaradan Hz. Peygamber (S.A.V)i uyarıyor ve o niyetinden de vazgeçirtiyor.

Demek ki şeytanın, edepsizin, yapmış olduğu kirlilikleri yanlarına kar kalmasın diye velev ki insanlar evladı da olsa, kardeşi de olsa, en yakını da olsa Allahû Teâlâ diyor ki “Hainlerin savunucusu olma?”

Bu uyarıyla, tam 9 ayeti celileyi Efendimiz (S.A.V)’in kalbi üzerin vahyediyor.

Demek anlaşılan budur ki insanların gerçek manada insanlık cevherini taşıyabilmesi için, ahsen-i takvim olan insanın fıtrat kanununa uygun şekilde hareket ederek kötülükleri değil iyilikleri savunması gerekirken, tam tersine sözde yanıltabilecekleri anlayışıyla yola çıkan hainler nihayetinde yakayı ele veriyor ve Resulullah uyarılıyor.

O destekleme ve savunucu olma vasfından sıyrılıyor, onlar tek başına kalıyor.

Ama bununla da beraber hainliklerinden vazgeçmiyorlar.

Evet, sevgili can dostlar.

İnanan bir toplum olarak Müslüman bir coğrafyada bulunmanın şerefine nail olmuş bir ümmetiz.

Her ne olursa olsun, bunca insanları katledip terörü desteklemekle hiçbir zaman kendini insan olarak gösteremez.

Terör odaklarının üzerine gitmeden, mağdur ve Müslüman insanlarla el ele verip onlar adına zalim ve iğrenç bir örgütü lanetlemesi gerekirken, daha bir günlük vuku bulan yas esnasında “PKK ile gelin barışın” gibi söz verme ve söz alma hususunun gerçekten insanı çileden çıkarmaması elde değildir.

İnsan pusulasını şaşırır.

Zira ölen insanlar, birer yiğit kahraman bu memleketin evlatlarıdır.

Ak Parti hariç, diğer siyasi partilerin ağzından herhangi bir kınama, telin etme girişimi görülmedi.

İşte hükmen de olsa zalimin yanında yer almak, zalimin işlemiş olduğu o lanetli saldırıya da müşterek olmaktır.

Aynen suç ortağı gibi muamele görmeleri lazım…

En derin saygı ve sevgilerimle.