“BİR DEVLETTE ADALET YOKSA, O DEVLET ÇÖKMEYE MAHKÛMDUR”!?
Evet, sevgili okurlar.
Dün de bu köşede izah etmeye çalıştığım gibi bugün yine
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın TOBB Şeref Belgesi Töreni’nde
yaptığı konuşmasındaki tarihi saptamalarından bazı paragrafları özetleyerek
size aktarmak istiyorum.
Ve bu minvalde konu başlıklarımızı detaylandırarak,
hasb-i halimizi genişletelim.
Sayın Erdoğan’ın konuşmaları arasında şayan-ı dikkat olan
ifadeler gerçekten Türkiye için, tüm İslam dünyası için tarihi gerçeklerdir.
Nitekim halk gerçekler karşısında, olup biteni algılama
noktasında, yavaş yavaş uyanıyor.
***
Sayın Cumhurbaşkanı, İslam'a karşı batının beslediği
husumete dikkat çekerken, "ABD’nin, batı dünyasının, hatta tüm emperyalist
haçlıların hiçbir hususta İslam dünyasına ve Türkiye’ye dost olamayacağını ve
verdikleri sözlerde de durmayacaklarını" dile getirdi.
Erdoğan, o konuşmasını şöyle sürdürdü.
“Ben Başbakanken AB bana vize serbestîsi için söz verdi.
Sonra Haziran'a çekelim dediler. 72 tane madde öne sürdüler. 5 tane madde var
ki, bunların içinde birisi felaket. Terörle Mücadele Yasası'nı
değiştireceksiniz dediler. Bize bu aklı verenler Avrupa'da parlamentonun önüne
teröristlerin kurduğu çadıra niye müsaade ediyorlar, önce bunun cevabını
versinler. Baş teröristin, diğer teröristin posterlerini oraya asacak, ondan
sonra bana terörle mücadele yasasını değiştir diyeceksin. Türkiye ne zamandan
beri talimat alıyor. Böyle bir şey yok.
Bu millet kendilerine adil davranılmadığı takdirde,
devletin esası adalettir çünkü adalet mülkün esasıdır ifadesi mal mülk anlamına
değil devletin esası anlamına gelir. Bir devlette adalet yoksa o devlet çökmeye
mahkûmdur. Bize bu tavsiyeleri yapanlar önce adil olmaları lazım. Türkiye artık
bir sömürge ülkesi değildir, kusura bakmasınlar”
* * *
Evet.
Gerçekten bu millet, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’a
minnettardır.
Bu milletin Erdoğan gibi büyük zekâ ve feraset sahibi
olan devlet adamlarını yetiştirmiş bir millet olması hasebiyle, her şeye
layıktır.
Başarılı ve müstakil, bağımsız bir millet olma
ümidindeyiz.
Cumhurbaşkanı bu millete yepyeni bir ruh getirmiştir.
Gelen giden devlet adamları içinde Sayın Erdoğan gibi
Batı emperyalizminin ne kadar samimiyetsiz olduğunu teşhis edememiştir ve
bugüne kadar gelen giden hiçbir devlet adamı, emperyalist haçlılar hakkında
böyle tarihi tespit gerçeğine girmemiştir ve girmeye de pek cesaret
gösterememiştir.
Sayın Erdoğan batı dünyasına diyor ki "üç
maymunu" oynamayın.
Adil olun.
Verdiğiniz söze sahip çıkın.
Siz bana Başbakanlığım zamanımda vize serbestîsi için söz
vermiştiniz, ama bugüne kadar o söz bir türlü yerine getirilmedi.
Son tarih önümüzdeki Ekim ayına kadardı, sözünüzü
bekliyoruz.
Sözünüzde durursanız ne ala, durmazsanız bizim sizinle
hiçbir dayanak noktamız kalmaz, siz yerinizde biz de yerimizde kalırız ve dik
dururuz.
Artık dik durmamız gerekir.
Bunlardan hiçbir zaman ümit beklenmez.
Bu itibarla bize karşı adil davranmanız lazım, adil
değilsiniz.
Bir devlette adalet mefhumu yoksa o devlet çökmeye mahkûmdur."
* * *
Tarihsel tespitler.
Erdoğan büyük yüreklilikle, batı emperyalist dünyasının
üzerine gidiyor.
Hem de batı dünyasının bugüne kadar verdiği sözlerin
üzerinde durmadığından söz ediyor.
Ve artık inanmıyoruz diyorsa, bu Türkiye’nin
"tarihsel" bir değişime yelken açtığının göstergesidir.
Yeni bir Türkiye'nin inşasıdır.
Zaten, Batı dünyasının hiçbir zaman verdiği sözlerine
güvenilmez, bel bağlanmaz, kapıları da çalınmaz.
Ki şerefli bir Müslüman topluma da "bu karşı dik
duruş" yakışır.
Çünkü haçlıların yanında hiçbir zaman ahde vefa yoktur,
verdikleri söze hiçbir zaman sahip çıkmamışlardır.
***
Erdoğan'ın yukarıda ifade ettiği tarihi tespitlerden
anlaşılan şudur ki kendileri, yüce Kur’an-ı Kerim’in “Tevbe” suresinin 7.
ayetinin birinci bölümündeki yüce meali paralelinde, olup-biteni görüyor,
değerlendiriyor.
Batı dünyası hakkında yapmış olduğu tespitlerde buna
dayanıyor.
Bakınız.
Bu ayeti celilenin birinci bölümü şöyle diyor;
“Allah’a ortak koşanların Allah katında ve Resûlü yanında
bir ahdi (sözleri) nasıl olabilir ki?”
Bu ayetin mefhumu muhalifi bize şunları anlatıyor ve
diyor ki;
Allah’a inanmayan müşriklerin hiçbir zaman ahde vefası
yoktur, konuştukları her şey yalan, dolandır, aldatmacadır, kandırmadır,
hiledir.
Bu demektir ki artık İslam dünyası, Türkiye’nin liderliği
altında bir araya gelip İttihad-ı Muhammedi’yi gerçekleştirerek ciddi ve
radikal bir biçimde birbiriyle kenetlenerek yola çıkması gerekiyor.
Bu itibarla bakınız Sayın Erdoğan, konuşmasının son bölümünde
şöyle diyor.
“Dik duralım, dik duralım, dik duralım”
Bu da batı dünyasının İslam dünyası hakkındaki sözlerinde
durmama, güven vermeme ve vermiş olduğu hiçbir taahhüdüne sahip çıkmama
gerçeğinin ifadesidir.
Nitekim gerçekten batı dünyası, bugüne kadar İslam
dünyasına verdiği hiçbir sözünde samimi olmamıştır.
Ama ne yazık ki İslam dünyası bir türlü kendine çekidüzen
veremez, bir araya gelemez, bir biriyle kenetlenemez olma hasebiyle daima geri
planda kalmıştır.
Bu nedenle ortaçağ unsuriyet cehaletiyle karşı karşıya
kalan İslam ülkeleri, İslam’ın “İ” harfini yaşayamadığı gibi Allah’a da iftira
etmeye devam ediyor.
“Allah İslam dünyasını korur, muhafaza altına alır, küfür
dünyasını da yok eder.
Neden mi?
Zira seçilmiş bir toplum olarak Allah bize söz vermiş de
ondan!”
* * *
İnanın, sevgili okurlar.
İsrailoğulları da bu batıl zihniyeti aynen taşıyorlar.
Ama kendilerine de “Şa’bullahi-l Muhtar” demeye
çalışıyorlar ki yani Allah’ın seçkin kıldığı bir toplum olarak kendilerini
tanımlamak istiyorlar.
Ancak Allah’ın lanetlemiş olduğu bir toplum oldukları
tartışılmazdır.
Bugün yeryüzünde en menfur devlet ve millet
İsrailoğullarıdır.
Zira Allah’a karşı verdikleri söze hiçbir zaman sahip
çıkmamışlardır.
Bilakis Allah’a iftira ederek “Bizi seçkin bir toplum
olarak yaratmıştır” diye kendini en üstün bir toplum olarak göstermeye
çalışmışlar.
Oysaki Allahû Teâlâ “Nisa” suresinin 49 ve 50. ayetinde
şöyle buyuruyor;
“Ey Muhammed! Sen görmüyor musun ki öyle insanlar var ki
kendi nefsini tezkiye edip Allah bizi herkesin üstünde bir varlık olarak
yaratmıştır diyerek Allah’a iftira ediyorlar.
Oysaki Allah dilediğini tezkiye eder ve hiç kimse Allah
katında Allah’ın adaleti karşısında zulme uğramaz.
Bak ey habibim! O toplum Allah’a nasıl iftira ediyor ve
toplum müreffeh yaşayabilme şansını kendine biçiyorlar.
Hâlbuki böylesine Allah’a iftira etmekle açık günah
işlemiş oluyorlar”
Sen İslam’ın “İ” harfinden geçemeyen bir toplum isen
Allah senin nerene koşar ve seni kurtarır?
Bu ayeti celileden de anlaşıldığı gibi biz her ne kadar
Müslüman adını taşıyorsak da, her ne kadar Müslümanların bulunduğu coğrafyada
yaşıyorsak da, hiçbir zaman Müslümanlar dünya hayatında ahiret yolunda çalışma
gayretinde olmamışlardır.
Bizim artık kendimizi sorgulamamız gerekir.
İslam’ı yaşayamadığımız halde nasıl oluyor da
Müslümanlığı iddia ediyoruz ve neş u nema onunla buluyoruz ve onunla kendimizi
teselli ediyoruz?
En derin saygı ve sevgilerimle.