“BİR DEVLETTE ADALET YOKSA, O DEVLET ÇÖKMEYE MAHKÛMDUR”!? (II)

 

Evet, sevgili okurlar.

Evvelki gün akşam Bangladeş’te 75 yaşındaki bir İslam âlimi olan Motiur Rahman Nizami idam edildi.

Hem de savaş suçları mahkemesi tarafından.

Tümüyle iftiradan, yalandan, sahtekârlıktan ibaret bir iddianame ile kaşla göz arasında bu İslam allamesi Molla Nizami idam edildi.

Tabiatıyla yine uluslararası haçlı emperyalizm ile siyon emperyalizminin kirli ittifakları paralelinde İslam dünyasında bulunan uyarıcı birer milli ve ümmet çobanı durumunda olan ulemaların hedef alınması şayan-ı dikkattir.

Ama bu oluşum bugüne özgü değil, nerdeyse 150 seneden beri İslam dünyası üzerine oynanan oyunlar silsilesinin, bir halkasıdır.

Zira ümmet; yüksek bir insan potansiyelinden ibaret olup başındaki ulema kesimler birer müşrit ve yol rehberidirler.

Çünkü Ulema kesimi, küfür, nifak ve zulüm sistemlerine karşı daima toplumu uyarmaktadırlar ve uyarmaya da devam ediyorlar.

İster Bangladeş olsun, ister Pakistan, ister Arabistan, ister Türkmenistan…

Neresi olursa olsun…

Yüce İslam dininin en üstün seviyede yürürlüğe giren “hepiniz çobansınız ve hepiniz çobanlık görevinden sorumlusunuz” ilkesiyle yola çıkarsak, insanlığın yegâne önderi durumunda olan Hz. Peygamber (S.A.V), anılan Hadis-i Şerif’i ferman buyurmuştur.

Elbette ki bu paralelde ulema kesimleri İslam coğrafyasında nerede olurlarsa olsunlar görevlerini yerine getirmek üzere toplumu irşat etmeye devam edecekler.

Velev ki canlarının, mallarının, evlatlarının pahasına mal olsa bile.

Motiur Rahman’lar gibi İslam coğrafyasının birçok ülkesinde sayısızca İslam yöneticileri idam edilmişlerdir.

1948’lerde Mısır’daki şehit Hasan-ül Benna’dan tutun da Seyyid Kutub’a kadar, Abdulkadir Avde’ye kadar…

Türkiye’deki Şeyh Sait ve çevresine kadar…

Bediüzzaman Sadi Nursi Hazretlerinin 28 sene zindan, sürgün, zehirlemeden ibaret nice maddi ve manevi işkenceler, diyardan diyara sürgün edilmesine kadar…

Pakistan’da da, Bangladeş’te de, Suriye’de de, Mısır'da da velhasıl tüm İslam ülkelerinde binlerce lider ve yönetici durumundaki büyük İslam âlimleri böylesine kirli hıyanet girişimlere maruz kalmışlardır.

Bu olaylar rasgele olaylar değildir, tesadüfî değildir, planlı ve projelidir…

Haçlı anlayışların I. Dünya Savaşı’ndan gerek öncesi olsun, gerek sonrası olsun uygulamaya konulan projelerinin devamıdır ve İslam’ı ortadan kaldırma teşebbüsleridir.

Ama ne yazık ki İslam dünyası bir türlü uyanmıyor, uyanamıyor, kendine gelemiyor, toparlanamıyor.

Oysaki uyanmayan, dirilişe geçmeyen, ilmi ve cihadi kariyerlerini birliktelik içerisinde ittifak ve beraberce yürütmedikleri takdirde, o toplum, kendi kendine ne kadar “ben ümmetim, Müslüman’ım” derse desin, fitne ve fesat oluşumlardan kendini kurtaramaz…

Zira Allah’ın vaadi, miadı, sözü var sözleşmesi var.

Müslüman, Müslüman olduğu müddetçe muavaffaktır, başarılıdır ve güçlüdür.

Yalnızca Müslümanlığın özü değil, sadece isimden ibaret olursa da yozlaşmadan, yok olmaktan, silinip gitmekten kendini kurtaramaz.

Hem de kirli düşman planların eliyle olacaktır.

Zira bu da ilahi kanunun vazgeçilmez gerçeğidir.

Kur’an diyor ki “İnnemel mûminune ihvetun.”

“Müminler, ancak kardeştirler.”

Bu mana yüceliği, toplumun ve ümmetin içine tam manasıyla yerleştirilmediği müddetçe, ezberden insan ne mümin olur ne de kardeşlik kalır.

Ki en çok da kabilecilik, kavmiyetçilik, ırkçılık, dil ve coğrafyacılık tefrikası söz konusu olunca apayrı bir çözülmeye mahkûm olup dağılıp giderler.

Bu yüce ayeti celilenin manası paralelinde o yüce İslam Peygamberi (S.A.V), şöyle bir Hadis-i Şerif buyurmuşlar;

“Müslümanların tümü tek bir vücuda benzer. Eğer o gövdenin içinde var olan organlar birbiriyle imtizaç sağlamadığı takdirde, kişisel rant için birbiriyle karşı karşıya geldiği takdirde, o zaman o vucüt hastalıklı bir hale gelir, tek başına kaldığı için de ne tedavisini sağlayabilir, ne de bakımını? Çürümeye mahkum olur.”

Bu durum karşısında işte İslam dünyası İslam’a yaklaştığı müddetçe, yüce İslam dininin yüce kitabı Kur’ana sarıldığı müddetçe, kesinlikle uzun ömürlü olur ve hiçbir dünya keferesi onun içine fitne, fesat, bozgunculuğu sokamaz.

Pakistan’lı Ali El Hasan’ül Nedevi şöyle diyor;

“Müslümanların gücü İspanyanın eski ismiyle Endülüs Emevi devletinin İslam bayrağını oraya yerleştirdiklerinden tam 700 yıl (7 asır) oraya ve diğer batı ülkelerine İslam otoritesini sağlamıştır.

Ne vakit ki aralarına bölünme girdiği zaman, o devlet feleğini şaşırdı, kıblesini değiştirdi, halsiz ve mecalsiz bir duruma düştü ve bölük pörçük olup gitti."

Bunun sebeb-i mucibesi de onu bu hale düşüren kabileler arasındaki ırkçılık taasubu, aileler arasındaki ayrımcılık, kişilerin menfaat ve rant teminine yönelmesiydi…

Evet, bu tefrika nedeniyle düşmanların elinde bir oyuncak topu oldu ve siyasi bir düşüş yaşadı.

O güzel Endülüs adası olduğu gibi silindi gitti.

O ülkede ne Kürdü, ne Arap’ı, ne Türk’ü hiçbir şey kalmadı.

Tıpkı bugünkü gibi…

* * *

İşte, 1908’li yıllarda Osmanlı bünyesine sızdırılan münafık tinetli, ruhsuz, yalaka bir ajan komite, ne yazık ki beş yüz sene evvel İspanya’dan ve Selanik’ten gelen Yahudi dönmeleriyle ve diğer Haçlılarla ittifak ederek, Turancılık anlayışıyla yola çıkınca, koskocaman cihanşümul bir devlet bu tefrika yüzünden yok olup gitti.

Bir türlü de kendini toparlayamayan Osmanlı, başta Hilafet olmak üzere hiçbir gücünü yeryüzünde bırakamadı.

Emperyalistlerin birer ajanları durumunda olan kanı ve hasebi, nesebi uzaktan yakından Türklükle alakası olmayan sahte kurtarıcılar türedi ve ülkeyi bugün bu hale getirdiler.

Bakalım sonuç nereye gidecek?

Her gün tüm hızıyla devam eden bu terör olayları acımasızca kan döküyor, ocakları söndürüyor ve nice aileler nerdeyse yok olup gidiyor.

Gencecik kadınlar dul kalıyor, kucaklarındaki bebeler yetim, analar babalar yine hakeza.

Peki, sormazlar mı?

Bu ne perişaniyet?

Bu ne hal?

Yani hep silahla mı bu iş çözülecek?

Oysaki yapılan deneyimlere göre kan dökmekle, silahla, ateşle hiçbir sorun çözülmez.

Ancak çözülmesi ve mutlak bir barışın gerçekleştirilmesi için, halk kitleleriyle devlet arasındaki pekiştirme, sarılma, birliktelik ve beraberliğin korunma şeklinin yolu; Milli Eğitim’deki İslam eğitiminden geçiyor.

Değişik bölgelerde cahiliye devrinin kalıntılarından olan ırkçılık taassubunu gidermek için, bize göre silahla, ateş etmekle değil, Kur’an terbiyesiyle yola çıkılması gerekir.

Yoksa şununla bununla, terör örgütleriyle masaya oturup barış güvercinleri uçurmakla hiçbir yere varılamaz.

Zaten adı var üzerinde.

Marksist, Leninist, inançsız, dinsiz, imansız bir hegemonyaya bağlı olan hiçbir terör örgütüyle devlet; millet adına, ümmet adına masaya oturamaz ve oturmamalıdır.

Ancak halkın ve devletin yapabilecek tek bir işi var.

Halkın arasına karışıp, toplum arasında belirli söz sahibi insanlara danışarak, el uzatarak, camilerde, cemaatlerde, mevlitlerde ve okullarda vs. Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretlerinin eserlerini topluma dağıtarak, toplumu bu şekilde uyarmakla bu barış gerçekleşebilir.

Yoksa siyasetin gölgesinde ABD’den, AB’den, BM’den, Haçlı ve Siyonist emperyalistlerden gücünü alan megalomanyak, sağını solunu ayırt edemeyecek olan bazı siyasi cühela oluşumlarla, devlet hiçbir zaman barışı sağlayamaz.

Evet.

Her şeyin başı İslam’dır, Kur’andır ve barışın yolu da bu anlayıştan geçer.

Ama nerdeyse yüzyıldan beri bu devlet İslam’la kavga etmiştir.

Tıpkı bugünkü Bangladeş’teki idam vakası gibi…

Savaş suçu olarak kirli iftiradan ibaret hayali suçlamalar getirilmiş ve bu toplumu başsız bırakmıştır.

Bu toplum, onun için bugün terörle ve teröristlerle oturup kalkıyor.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Cumhurbaşkanı, dün 10. Balkan Ülkeleri Genelkurmay Başkanları Konferansı'nda çok dikkat çeken çarpıcı bir konuşma yaptı..

Ki konuşmasının yoğun bölümünü Bangladeş’teki idam edilen 75 yaşındaki İslam allamesi Motiur Rahman Nizami’ye ayırdı.

Ve sonuç itibariyle de;

“Kusura bakmayın bu zulmü, bu katilliği sizin huzurunuzda lanetliyorum” dedi.

Biz de diyoruz ki;

Ne mutlu bizlere, tüm Türkiye’ye ve tüm İslam dünyasına ki bugün böylesine bir Cumhurbaşkanımız vardır.

İnşallah bu imanla, bu izanla, bu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a Allah uzun ömür verir..

Ki dua ediyoruz; “Ya Rabbi ona uzun ömür nasip eyle.”

Yalnız Türkiye’nin değil, tüm İslam dünyasının lideri durumunda olan bir şahsiyettir.

Biz de onun izini takip ederek, Bangladeş’te idam edilen o büyük İslam âliminin idam edilmesini kınıyor, lanetliyor ve kahrolun ey katiller diyoruz.

En derin saygı ve sevgilerimle.