“DİCLE’NİN KUZULARINI ÇAKALLARA KAPTIRMAM?!”

Evet, sevgili okurlar.

Bir önceki yazımızda da ifade etmeye çalıştığımız gibi Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın Diyarbakır’ımıza teşrifleri, çok büyük bir sevinç yaratmıştır.

Halkı yeniden ümitlendirmiştir.

Gerek Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun tümü olsun, gerekse özellikle Diyarbakır’ımızın insanları olsun…

Gerçekten Sayın Erdoğan, gelen giden muhafazakâr liderler arasında kendini halkın yüreğine oturtturmuş bir devlet adamı olduğunu kanıtlamış durumda.

Bundan önceki yazımızda da söylediğimiz gibi…

Ancak ne var ki her siyasetçinin söylemleriyle eylemlerinin bir olması gerekli olduğu gibi özellikle Sayın Başkan Erdoğan’ın da tüm söylemleriyle eylemleri birbirine uymalıdır.

Ki şimdiye kadar uymuş durumda.

Bu itibarla halkın her gün biraz daha güvenini kazanmış olacak diye düşünüyoruz.

Dedik ya ancak ne var ki.

Bu bölgenin tüm insanları, Türk olsun, Kürt olsun, Zaza olsun, Arap olsun, ne olursa olsun…

İnsanlarımız bir bütünlük içerisinde iman ve inanç nokta-i nazarında muhafazakâr bir kültüre sahip olduğu için, hep o inançla yaşamak istiyor ve devletten, otoriteden de bunu bekliyor.

Ama ne var ki gönderilen bazı üst seviyedeki zevat, özellikle yerel yönetimlerdeki atanan kayyımlar, Belediye Başkanları, Valiler, Kaymakamlar, hatta muhtarlar bile…

Tümü olmamakla beraber, elbette ki içlerinde çok değerli seçkin Valilerimiz, Kaymakamlarımız, yöneticilerimiz vardır.

Kimse bunu inkâr edemez.

Biz de inkâr edemeyiz.

Ama ne var ki “el hükmû lil ekser” kaidesi gereğince galibiyet çoğunlukta olduğu için hüküm de ekseriyetin elinde olunca halk olup-biten karşısında hayal kırıklığına uğruyor.

Birileri bir yerlere geldiğinde “ne oldum?” delisi olmamalıdır.

Devletin imkânlarını kötüye kullanmamalıdır.

Ve halkı kendileri hakkında kötü düşünmelerine zorlamamalıdır.

Daha doğrusu beyaz patiska bezi gibi lekeleri kabul etmemesi gerekir.

Kendine leke sürdürmemelidir.

Tek kelimeyle şaibelerden dikkatle kendini muhafaza etmesi gerekir.

Ama yüksek seviyede bir yönetici için dikkat çekici şaibelerin varlığı söz konusuysa, bile bile kendisine zarar veriyor demektir...

Ki o şaibe silsile misali, idareye de, partiye de, hatta Cumhurbaşkanımıza kadar o yanlış düşünceler sirayet edebilir.

O şaibeli düşünceler ta oraya kadar ulaşabilir.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Buraya kadar sizinle paylaşmak istediğimiz memleketimizin ana konuları, iktidar partisinin ve Cumhurbaşkanının titizlikle üzerinde durması gereken, bölgedeki yönetim şekli ve yöneticilerin ciddi olma halini konu ettik.

Ancak bugünkü yazımıza başlık olarak kullandığımız “DİCLE’NİN KUZULARINI ÇAKALLARA KAPTIRMAM” ifadesi, Sayın Başkan Erdoğan’a aittir.

Diyarbakır SÖZ Gazetemizin bir önceki gün büyük puntolarla yazıp birinci sayfasına taşıdığı çok önemli bir ifade bu cümle!

Zira gerçekten yıllardan beri halkımızın, yani Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun evlatlarının PKK terör örgütlerine aldanarak katılma potansiyeli, her gün artarak oluşuyordu.

Bölgenin gidişatı çok kötüydü.

İmanlı, inançlı ana babaların koynunda barındırıp beslediği kuzuları ne yazık ki bozuk sistemin kiralık adamları tarafından bu mümtaz, seçkin cevherler çalınıp dağdaki çakallara teslim ediliyordu.

Ve ne yazık ki devlet bununla başa çıkamıyordu.

Halk, iradesiz halde kötü düşünüyordu...

Çünkü, arkasına baktığında devleti göremiyordu..

Devlet yok.

Güvenlik yok.

Alınan tedbir yok.

Varsa da çok gevşek…

Hele hele 1993’lerden 1998’lere kadar...

Yani 28 Şubat döneminde, bölgede yaşanmış olan haller…

Özellikle devletin bazı kilit noktalarındaki hele hele Jandarma ve Polis Teşkilatında, hatta yargıyı bile etkileyen çok önemli isimler vardı.

Öyle bir hal yaşanıyordu ki mağdur vatandaş barolarda avukat arayıp bulamıyordu.

Nerdeyse tüm avukatlar, özellikle Diyarbakır Barosunun avukatları, özellikle Sezgin Tanrıkulu’nun Baro Başkanı olduğu dönemde kimse mağdurların avukatı olamıyordu.

Kimse cesaret edip dava edemiyordu.

İşte Cumhurbaşkanının “DİCLE’NİN KUZULARINI ÇAKALLARA KAPTIRMAM” demesi o günlere dayanıyor.

O günlerde bu cümleyi kullanan bir devlet adamı, bir devlet büyüğü, yönetim kadrosunda bulunmuyordu.

Hele hele 28 Şubat’taki olup biten hıyanet şebekelerinin, o şerefli askeri üniformayı omuzlarında taşıyan kötü niyetli, kötü zihniyetli darbeci çakalların varlığı, bırakın Dicle’nin kuzularını, Anadolu’nun tüm kuzularını çakallara yem ediyordu...

Lakin dağdakilerle işbirliği içersindeydiler...

Gizliden gizliye derin masonik mahfellerden ta dağ başındaki o çakallarla irtibatları vardı.

Hatta Amerika ve İsrail’e kadar...

Haçlı emperyalistler de dâhil...

Büyük ve kirli bir ağ oluşturup Türkiye’yi boğmaya çalışıyorlardı...

Ama Sayın Erdoğan AK Partiyi kurarak iktidara geldikten sonra yavaş yavaş her şey çözülmeye başladı.

Tabi bu da yetmiyor bize göre.

Aslında Sayın Başkan’ın “DİCLE’NİN KUZULARINI ÇAKALLARA KAPTIRMAM” ifadesinden daha kapsamlı olan, yalnız Dicle’nin kuzularını değil, doğusuyla batısıyla, Arabıyla, Acemiyle, Türküyle, Kürdüyle Anadolu’nun tüm kuzularını emperyalizmin kirli tezgâhlarına kaptırmamak gerekir.

Kapsamı genişleterek bunu düşünmemiz lazım.

İnkârcı, ilhakçı, ateist, sekülarist eğitim sisteminden Anadolu kuzularını, Dicle kuzularını, şarkın ve garbın tüm kuzularını kurtarmak gerekir.

Neyle?

İman ile.

İslam ile.

Tarihi kültürümüz ile.

Kahraman ecdatlarımızın “Allahû Ekber” nidalarıyla Avrupa’ya at koşturan anlayışıyla yola çıkarak bu ülkenin kuzularını, inkârcı çakal hıyanetlerin, batıl ve yanlış eğitim sisteminden kurtarmak gerekir.

Yani tek kelimeyle;

Devlet, her şeye hâkim olmalıdır...

Hem Allah’a hem de halka karşı mesuliyetinin idrakinde olmalıdır.

Tüm ümmetin, milletin birlikteliğini koruma altına alması gerekir.

İnanç paralelindeki milli iradenin kutsiyetine inanması lazım...

Bu hal, devrisaadetteki hulefa-i raşidinden beri bunları takip etmiştir.

Kısacası, yüz yıllık bir süreç içerisinde devletin omuzlarında taşıdığı baskıcı cahiliye devrinden artık sıyrılıp kurtulmamız gerekir.

En derin saygı ve sevgilerimle.