“GEL DE BUNU KÜLAHIMA ANLAT”
Evet, sevgili okurlar.
Bundan önceki sohbet köşemizde başlık olarak
kullandığımız “İT ÜRÜR, KERVAN YÜRÜR” kavramı; elbette ki yakın tarihimizde
olup biten ve mensubu bulunduğumuz yüce İslam diniyle uğraşılan hain planların
oluşmasına dairdi..
Hiç kuşkusuz ki, toplumumuzu iman yörüngesinden çıkarmak
maksadıyla hain planlar kurgulayan şer güçlere rağmen, toplum kendi benliğini
yitirmediği için, kendi tarihinden vazgeçmediği için, yüce İslam dinine bağlı
kaldığı için, içimize ihraç edilen hıyanet erbaplarının oyunları hep boşta kaldığı
için, bu kavram kullanılmıştır.
Devletimizin bünyesine yerleştirilen
"Frenkleşme" girişimlerine rağmen, bu toplum dininden, inancından,
Kur’anından, “Nebi-i Zi Şen” olan Hz. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in sünnet-i
seniyyesinden zerre kadar taviz vermemiştir ve bundan sonra da vermeyecektir.
Kıyamete dek bu iz’an ve iman üzerine yürüyeceğinden
dolayı “İT ÜRÜR, KERVAN YÜRÜR” ifadesini kullanmayı tercih ettik.
Gerçekten, bundan yüz sene evvel Osmanlının bünyesinde
oluşan Frenkleşmiş ittihatçı, müşrik bir komite, yüce İslam dininin ana
çizgilerini ortadan kaldırmak suretiyle, değişik yöntemlerle yola çıkarak ajan,
piyon ve Selanik Yahudi dönmelerini kullanmak suretiyle, kupkuru ırkçılık
taassubuna mensup olan “Genç Türkler” adını kullanarak, bu ülke insanını her
gün biraz daha yüce Kur’anın ana çizgilerinden uzaklaştırma bahanesiyle çok
derin ve kapsamlı oyunlar oynamışlardır.
Tıpkı bugün kü gibi..
Ve ne yazık ki zaman zaman hedeflerine ulaşabilmişler ise
de yüce Kur’an-ı Kerim’in “Saff” suresinin 8 ve 9. ayetinin büyük haşmetli
tokadından kendilerini kurtaramamışlardır…
Nitetim, bu imanlı ümmet, tarih boyu bu iki ayetin yüce
meallerini bir iman meşalesi olarak kendine düstur etmiş ve yoluna devam
etmiştir.
Evet, “Saff” suresinin 8. ayeti mealen şöyle buyuruyor;
“O müşrikler, kendi ağızlarıyla Allah’ın nurunu
söndürmeye çalışıyorlar ise de başaramamışlar. Zira Allah nurunu tamamlamak
istiyor velev ki kâfirler istemeseler bile”
9. ayet ise mealen şöyle;
“Putperestler istemese de, dinini bütün dinlerden üstün kılmak
için, peygamberini, doğruluk rehberi Kuran ve gerçek dinle gönderen O'dur”
* * *
Ne var ki, hala da ümmet "haçlı batı dünyası ile
emperyalist Siyonist dünyası" arasından sıyrılıp içimize sokulan nice
fesat unsurlarla
boğuşmaktadır?
Buna rağmen, bu millet, bu toplum aklını başından
yitirmemiş, benliğini korumuş, her halükarda kültürüne, tarihine, dinine,
imanına sahip çıkmış olmasından dolayı “İT ÜRÜR, KERVAN YÜRÜR” kavramını
kullandık.
Emperyalist haçlı tuzaklara rağmen, öyle inanıyoruz ki bu
toplum kıyamete dek benliğini koruyacaktır, yine ürüyen itlere rağmen bu kervan
yürüyecektir inancındayız.
Velev ki demokrasi ve hukukun üstünlüğü adı altında
mevcut rejim ve sistem, terör odaklarına karşı ne kadar göz kırparsa kırpsın,
yine de bu millet, bu kervan yürüyecektir.
Küfrün itleri ne kadar ürürse ürüsün.
Mutlak bir küfre dayalı, inkârcı cehaleti elinde tutan
cahil siyasetin allame geçinen siyasetçilerine rağmen, Kılıçdaroğlu gibi ve
onun yalaka şakşakçılarına rağmen bu millet, görülen lüzum üzerine hak ettiği
şamarını atmıştır ve atacaktır.
Onun için itler ne kadar ürürse ürüsün, bu kervan
yürüyecektir demeye devam edeceğiz.
* * *
Bakınız, sevgili okurlar.
Yıllardan beri bu toplum, tarihi efsanevi CHP’nin
iğrençliklerine rağmen, oyunu vermiş olduğu muhafazakâr geçinen nice siyasi
partiler bir türlü milletin hak ettiği hukukunu koruyamamışlardır.
Nitekim tarihi Kızıldere teröristlerinden kalıntı olarak
kalan bazı kişiler, demokrasi adı altında bu anayasanın kirliliği gölgesinde de
olsa, aynı o dünün teröristi olan Ertuğrul Kürkçü’yü bugün HDP’nin bünyesinde
milletvekili olarak TBMM’ne taşınmışsa, buna gülelim mi ağlayalım mı demek
zorunda kalıyoruz.
Onun için de “Gel de bunu külahıma anlat” ifadesini
kullanmak zorunda kalıyoruz.
Evet.
Gerçekten demokrasinin gerçek yüzünü gösterememişlerdir…
Hep korkaklıkla, idare-i maslıhatçılıkla, yüzyıldan beri
yutturulmaya çalışılan batıla dayalı rejim ve sistemin hegemonyasından
kurtulamamışlardır…
Ve hala da bu ümmetin beklentilerini
gerçekleştirememişlerdir…
Bundan sonra da milletin hak ettiği ana çizgiye, İslam ve
iman çizgisine getirecekleri de pek gözükmüyor.
Zira her zaman bu köşede dile getirmek istediğimiz gibi,
ülke çapında olsun, bu coğrafyamızda olsun…
Terör tüm hızıyla devam etmektedir.
Ve aynı zamanda rejim, devlet ve iktidarların, sanki
“Tavşana kaç, tazıya tut” misaliyle hareket etmekte olduğu görülüyor.
Sen kalk, halkın vergileriyle, devletin bütçesinden
terörü savunan bir siyasi yapılanmayı meşrulaştır, meclise taşı…
Ve o siyasi yapılanma da sözde demokrasi adına yola
çıkarak, millete terör estirenleri korumaya ve savunmaya devam etsin…
İşte bu tablo karşısında, kamuoyu da “Gel de bunu benim
külahıma anlat” sloganını kullanmak zorunda kalıyor.
Bu itibarla devletin “terörle mücadele” yöntemlerinde ne
kadar geri kalmış olduğunu düşünmemek bize göre budalalıktır.
Zira her gün biraz daha şımaran PKK terör örgütüyle
işbirliği yapan CHP ve CHP gibi yan parti durumunda olan HDP ve liderleri
zıvanadan çıkarak, haddini aşarak, oldukça zırvalamaya devam ediyorlar.
Her ne kadar Cumhurbaşkanı, zaman zaman hak ettikleri
sert çıkışlarıyla ayıplarını yüzlerine vuruyorsa da bize göre yine de yetersiz
kalınıyor.
Hani dedik ya; “Gel de bunu külahıma anlat”
Evet.
Olayların gerçek yüzü tersyüz edilerek, millete yanlış
yamalak gösterimler gerçek olarak gösteriliyor ise de ne yazık ki tam manasıyla
gerçekler meydana gelmediği için, millet kendi beklentilerine ulaşamıyor…
Bu yüzden halk “Gel de bunu külahıma anlat” demek zorunda
kalıyor.
* * *
Evet.
“Gel de külahıma anlat”
Allah’ın her günü bomba yüklü kamyonlar, kamyonetler ve
diğer küçük araçlar, değişik yerlerde patlatılıyor.
Asker, polis, sivil insanlar yok olup gidiyor.
Nice ailelerin ocakları söndürülmesine rağmen, işin yoksa
“Kanları yerde kalmaz, intikamları acı olacak” gibi sloganlar atılmaya devam
etsin..
Ve bir arba boyu kadar yol alınmasın..
Bu şekilde olması gerçekten insana “Gel de bunu külahıma
anlat” sloganını hatırlatıyor ve söyletiyor.
Daha üç gün evvel…
Diyarbakır’ın Yenişehir ilçesine bağlı Dürümlü mezrasının
meydanlarında 15 ton bomba yüklü damperli kamyon dolaşıyor ve netice itibariyle
gecenin geç vakitlerinde bir ailenin evinin önüne konulmak isteniyor.
Ev sahibi merak üzerine soruyor; “Bu nedir?”
Terörist diyor ki; “Bu kamyon bu gece burda kalsın, yarın
alacağız”
Bunu kabul etmeyen ev sahibini silahla tehdit ediyor..
Ev sahibi o tehdidine karşı dayanamıyor, silahına
davranıyor ise de terörist köylüleri peşine taktırmak üzere kendine kaçma
görüntüsü veriyor.
Oysaki kaçmak değil, halkı kamyonun peşine taktırıp büyük
katliam yapmak için bu oyunu yapıyor.
Böylece kamyondan inip kaçarak, uzaktan kumandayla
patlatmayı tercih ediyor..
Ve büyük bir katliam orada yaşanıyor..
Bu olay, bölgede terörün ne kadar başarılı(!) ilerleme
kaydettiğinin bir göstergesi olması yetmiyor mu yani?
* * *
Evet.
“Gel de bunu külahıma anlat” demek zorunda kalıyor insan.
Olay inceden inceye düşünerek ve araştırılarak
irdelenirse, ilk akla gelen şudur ki;
“O kamyon o akşam nereden geldi?” sorusuyla olayı
irdelemek lazım.
Nereden gelmişse, niye o köyü, o mezrayı hedefine
almıştır?
O mezrada niye Seyithan Yakar’ın evini hedef seçmiştir?
Diyarbakır’a gelerek, daha çok büyük bir katliam
potansiyeli de gerçekleşebilseydi acaba ne olacaktı?
İnsan der demez, "bu soruları" kendi kendine
sormak zorunda kalıyor.
O köyün, o mahallenin veyahut o bölgenin dışında,
yakınında daha nice köyler vardı, başka mezralar vardı.
Neden, illa ki o mezra ve o aile tercih edildi?
Doğrusu insanı çok önemli sorulara ve sorgulamalara
götürmüyor değil?
Acaba o aileyi çekemeyen, onlar gibi düşünmeyen, PKK’ya
yakın olan kimseler tarafından mı yataklık yapıldı?
Veya onlara çok yakın sınırlarında bulunan diğer bazı köy
ve mahallelerin çok eskiden beri PKK’ya yardım ve yataklık yapan nice aileler
ve kişilerin olması da akla getirdiği sorular arasından uzak değildir.
Peki, devletin istihbaratı ne yönde çalışıyor acaba?
* * *
Vallahi sevgili dostlar.
Bu tür bir olay bundan yirmi sene evvel, yani 21 Haziran
1996’da saat 20.45 sularında Altındağ Dinlenme Tesislerinde yaşandı.
O gece tesise bir saldırı düzenlendi.
Ama resmi dil ve kamuoyu tarafından bunu tertipleyen PKK
unsurları olarak ileriye sürüldü.
Bizi de devletle işbirlikçi olarak tanımladılar.
Bu nedenle PKK’ya karşı suçlu durumda olduğumuz için (!?)
bu olay gerçekleşti denildi?
Böylece kısa bir süre bu düşünce günceliğini korudu.
Kamuoyu nezdinde geçerli oldu ise de zaman gösterdi ki bu
iş üç tane PKK’lı terörist tarafından gerçekleşti ise de ona yardım ve yataklık
eden korkak, rezil, şerefsiz bazı yakınlarımız tarafından, bizi çekemeyen hain
iş çevreleri tarafından PKK’yı kullanarak bu işin gerçekleştirilmiş olduğu
ortaya konuldu.
Ve sağ olsun.
O dönemin güvenlik birimleri, gerek asker, gerek polis
tarafından olay tüm çıplaklığıyla ortaya çıkarıldıysa da ne yazık ki yine
yamukluk yapan, ciddi çalışmayan, gerek sivilde gerek askeriyede bazı devlet
görevlileri nerdeyse bizi suçlamakla kendi gerçek kimliklerini ortaya
çıkardılar.
O günün olup bitenleri, bizim arşivlerimizde mevcuttur.
20 sene önce Altındağ Dinlenme Tesislerinde meydana gelen
katliam olayı gibi, üç gün evvel yapılan olay da aynı minval ve aynı stilde bir
paralellik arz ediyor gibi geliyor bize.
Onun için her ne olursa olsun, hal-i hazırdaki olaylara
ilişkin “Gel de bunu külahıma anlat” demek zorunda kalıyoruz.
En derin saygı ve sevgilerimle.