“GEL DE KÜLAHIMA ANLAT” (II)
Evet, sevgili okurlar.
Yıllardan beri bu sütunlarda, bu sohbet köşemizde,
Türkiye’de vuku bulan tarihi olayların ve olup bitenlerin hakikatine yönelik
ortaya koyduğumuz analizler hepinizin malumudur…
Sistemin, düzenin, rejimin, siyasetin nasıl yanlış
uygulamalar içerisinde olduğu, ülkede hep olumsuzlukların, belalı olayların,
terör odaklarının gün gittikçe yoğunlaşması, hiç kuşkusuz ki
"analizlerimizdeki" hakikatlerle bizi kanıtlamaktadır.
Yıllar öncesinde söylediklerimiz neyse, bugün aynısını
tekrarlıyoruz, hem de hatırlatmak babında yeniden ifade ediyoruz.
Dün olduğu gibi, bugün de diyoruz ki...
Bu anayasa çerçevesinde, bu yasaların uygulamalarında, bu
ülke hiçbir zaman kendini toparlayamaz..
Nitekim, özellikle toparlamamak için bu anayasanın bugün
var olduğunu görüyoruz.
Edindiğimiz bilgi ve tespitlere göre;
Ülke kalkınmasın, gelişmesin, halkın günlük hayat
akışları mutluluk ve müreffeh bir seviyeye gelmesin…
Mevcut yasaların ve Anayasanın varlığı bu yüzdendir..
Çünkü bazı gizli güçlerin "vesayetlerini"
sürdürmesi gerekiyor..
İşte bunun içindir ki; "rejim" hep yanlış
uygulamaları, dayatmaktadır.
Var olan bu hakikatten dolayı, dünkü ve bugünkü köşemize
başlık olarak “GEL DE KÜLAHIMA ANLAT”
ifadesini kullandık..
Bu sloganın muhtevasıyla, bilimsel ve tarihsel olarak
olup biten olayların gerçek yüzünü sizinle paylaşmaya çalışıyoruz..
Bu çabanın mutluluğu içerisinde işimize devam ediyoruz.
Bu itibarla tüm samimiyetimizle ifade etmek istiyoruz ki
gerek yazılı olsun, gerek görsel olsun, medya grubumuzun yıllardan beri vermiş
olduğu mücadele, ülkenin bölünmez bütünlüğüyle ilgilidir..
Milletimizin tevhit inancı paralelinde birlik ve
beraberliğimizin sağlanmasına yöneliktir..
Onun için, yıllardan beri siyasetin ve politikanın yanlış
uygulamaları ve tüm uygulamaların da neticesiz kalması yüzünden diyoruz ki “Gel
de bunu külahıma anlat.”
* * *
Evet, gerçekten gerek bu coğrafyamızda olsun, gerek
Türkiye genelinde olsun, yıllardan beri terör tüm hızıyla devam etmektedir.
Halk, günlük hayatını, korku, endişe ve üzüntüler
içerisinde sürdürmekle beraber ekonomiksel hayat ibresi, nerdeyse dibe vurmuş
durumda.
Bize göre elde edilen deneyimler sonucunda ortaya çıkan
hakikatler şunu bize gösteriyor ki 150 yıldan beri devletin büyüme ibresi hep
aşağılara doğru düşüyor.
Zira yönetilen bir millet, yönetenlerinden bugüne kadar
herhangi ciddi bir hizmet alamamıştır.
Hangi iktidar, özellikle muhafazakâr geçinen iktidarlar…
1950’lerden, yani Demokrat Parti iktidarından günümüze
dek, iktidarların uygulamaları hep CHP’nin altı oklu ruhunun takipçisi
olmuşlardır.
Kemalizm’in vazgeçilmez sevdalıları olmuşlardır.
Batıl, dış ülkelerden ithal edilmiş, laikliğin gerçek
manasıyla ters düşen bir laikçilik uygulaması dayatılmıştır…
Bu ülke insanına tarihini unutturmuşlardır.
Kültürünü yozlaştırmıştır.
Gençliğini sefilleştirmiştir.
İnanç değerini adeta ortadan kaldırmıştır.
Her şey ama her şey…
Yani harf inkılâbından tutun da, ezan-ı Muhammedi’nin
Türkçeleştirilmesine kadar…
Tevhid-i tedrisat’tan tutun da, tüm İslami değerlere
kadar…
Bunların ortadan kaldırılması çabasıyla yola çıkmış bir
siyaset, ne yazık ki hala da CHP’nin 1924’teki uzantısının birer temsilcisi
durumunda faaliyetler gösterilmektedir…
Bir örnek vermek gerekiyorsa;
Bugünkü Milli Eğitim Camiasında okuyan gençliğin kaçta
kaçı acaba ahlaken yozlaştırılmamış durumda?..
Dağa çıkıp, devletine, ülke insanına, komşusuna, kardeşine,
babasına silah sıkanların hepsi, unutmayalım ki Milli Eğitim fabrikasının birer
imalatıdır.
Dahasını söyleyeyim.
Daha geçen aylarda üniversiteye mensup 1128 akademisyen,
terör örgütünü desteklemek ve devletini katliamla suçlamak girişiminde bulunmuşlar
ve imza atmışlardı.
Bu akademisyenler, herhalde Osmanlı medreselerinden
çıkmamışlar.
Yıllar yılı hain ve tehlikeli bir varlık (!) olarak
gösterilen Bediüzzaman Hazretlerinin Nur Medreselerinden de çıkmamışlar.
İmam Hatip ve İlahiyat’tan da çıkmamışlar.
Hepsi ama hepsi Kemalist, laikçi, cumhuriyetçi bir komite
olarak oluşup gelmişlerdir.
* * *
Evet, sevgili okurlar.
Fazla uzatmaya gerek yoktur.
Gerçekten millet olarak, halk olarak, ülkenin bölünmez
bütünlüğüne, milletin birlik ve beraberliğine inanan bir millet olarak artık
kendimize çekidüzen vermemiz gerekir, aklımızı başımıza almamız lazım.
Başımızı alıp her iki elimizin arasına koyup derinden
derine, bilimsel ve tarihsel gerçekleri önümüze koyarak her şeyi çözmek için
düşünelim ve çalışalım.
“Zararın neresinden dönersen, kardır” diyelim.
Artık bu insanlık dışı, insanın yaradılış ve fıtrat
kanununa aykırı olan, batıdan ithal edilmiş ve buna da “Çağdaş medeniyet
seviyesine yücelme” adını koymuşuz.
Oysaki hiç de alakası yok.
Bundan vazgeçelim.
Kendimize gelelim.
Benliğimize dönelim.
Tarihi aba ecdatlarımıza birer örnek olmaya çalışalım.
* * *
Evet.
Yüce Kur’an-ı Kerim, bizi bu yönde uyarıyor ve diyor ki;
“Ve’tasimu bi hablillahi”
“Herkes, ama herkes Allah’ın kopmaz zincirine sarılalım,
onunla yaşayalım”
Aksi takdirde telafisi mümkün olmayan daha çok
badirelerle karşı karşıya kalmaktan kendimizi kurtaramayacağız inancındayız.
Teröre yönelik olup bitenlerin bize bir ders-i ibret
olması yetmiyor mu?
Evet.
Terör olayları, Allah’ın her günü bu ülke insanının
kapısını çalıyor.
Masum, mağdur, polis, asker, sivil…
Her kim olursa olsun.
Ne yazık ki kapımızı çalıyor ve şahadet fermanını
boynumuza takıyor.
Daha nereye gidiliyor?
Daha ne zaman bu sevdadan vazgeçeceğiz acaba?
Bakınız, Üstat Bediüzzaman Hazretleri bizi yüz yıl evvel
uyarmıştır ve demiştir ki;
“Ey âlem-i İslâm! Uyan, Kur'ân'a sarıl, İslâmiyete maddî
ve mânevî bütün varlığınla müteveccih ol!
Ve Ey Kur'ân'a bin yıllık tarihinin şehadetiyle hâdim
olan ve İslâmiyet nurunun zemin yüzünde nâşiri bulunan yüksek ecdadın evlâdı!
Kur'ân'a yönel ve onu anlamaya, okumaya ve onu anlatacak,
onun bu zamanda bir mucize-i mânevîsi olan Nur Risalelerini mütalâa etmeye
çalış.
Lisanın, Kur'ân'ın âyetlerini âleme duyururken, hal ve
etvar ve ahlâkın da onun mânâsını neşretsin; lisan-ı hâlinle de Kur'ân'ı oku.
O zaman sen, dünyanın efendisi, âlemin reisi ve
insaniyetin vasıta-i saadeti olursun”
Ve ilaveten Üstat Bediüzzaman Şualar kitabının 14.
Şua’nın son bölümünde Afyon Hapishanesinde tutuklu iken şöyle diyordu;
“Bir tek gayem vardır: O da, mezara yaklaştığım bu
zamanda, İslâm memleketi olan bu vatanda bolşevik baykuşlarının seslerini
işitiyoruz.
Bu ses, âlem-i İslâm’ın iman esaslarını zedeliyor.
Halkı, bilhassa gençleri imansız yaparak kendisine
bağlıyor.
Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücâdele ederek
gençleri ve Müslümanları imana dâvet ediyorum.”
* * *
Evet, sevgili okurlar.
Yıllardan beri gösterdiğimiz çaba, verdiğimiz mücadele,
sadakat ve dürüstlük üzerinde kişisel rant, çıkar ve siyaset ve politikadan
gelen himmetlerini gözetmeden bu hizmetimizi siz değerli okurlarımızla
paylaşmışız ve paylaşmaya da devam etmek istiyoruz.
En derin saygı ve sevgilerimle.