20. YÜZYIL’DAKİ LAİKLİĞİN VERDİĞİ ZEHİRLİ BAL!
Evet, sevgili okurlar.
Dünya tarihine göz atıp irdelenirse; inanıyoruz ki şu
netice ortaya çıkar.
Çağdaş ilim ve teknoloji medeniyet yerine, insanlığa bir
fitne unsuru aşıladığını görebiliriz.
Neden mi?
Zira çağdaş dünya kendini ne kadar medeniyet kavramıyla
donatmaya çalışıyorsa, süslendirip makyajlandırıyorsa da…
Ama görünen odur ki; özellikle Ortadoğu coğrafyasında
ilim, teknoloji ve medeniyet olarak insanlığa sunulan bilim, bilim olmaktan çıkmış,
"Laiklik ve Sekülarizm" gölgesinde kendi varlığını yitirmiş, adeta
birer fitne unsuru durumuna girmiştir.
Hatta yeryüzünde güçlü olarak görünen bazı devletler,
neredeyse bu bilim ve teknoloji sayesinde tüm insanlığın mukadderatını eline
almış gibi düşünüyorlar.
Onların yanında oluşup, medeniyet olarak tanımlanan
bilimsel teknoloji yüzünden görülüyor ki ansızın eski çağlarda olduğu gibi
burada da başlarına büyük bir fitne olarak Allah tarafından gönderilir.
Onunla boğuşup ve yok olup gidebilirler..
İnşallah.
Velev ki gerek Amerika’nın gölgesinde oluşan BM olsun,
gerek yeryüzündeki beş büyük devlet olsun, her ne olursa olsun, ansızın
Allah’ın kudretine dayanarak bir çırpıda yok olup gitmeye mahkûm olabilirler..
Başta ülkemiz dâhil olmak üzere tüm İslam coğrafyasına
sundukları terör fitnesi, bunca dökülen kan ve gözyaşları, öyle ümit ediyoruz
ki bir gün o şühedaların kanı ve annelerin gözyaşlarının birer kandamlaları,
onların attırdıkları mayınlardan ve bombalardan daha güçlü olarak başlarına
yağacaktır ve başlarını yiyecektir.
Yeryüzünde insanların başına diklenip kibirlenmeleri,
gururlanmaları, sözde bilimsel teknolojilerine (!) dayanarak hâkimiyetlerini
sürdürmeye çalışmaları, bir gün tam tersine onlara dönecektir.
18. yüzyılın sonunda oluşturdukları laikliğin zehirli
semereleri onları yutacaktır.
Neden mi?
Zira bu laikliğin gölgesinde oluşturdukları teknoloji,
ilim ve medeniyet, insanları adeta kendi benliğinden, tarihinden, kültüründen,
dininden, imanından uzaklaştırdı.
Milletler, insanlık bünyesinde birbirini yiyen birer
acımasız canavar haline getirildi.
Toplumsal katliamlar o kadar kolaylaştı ki attıkları bir
bomba kâfi geliyor.
Veyahut yerin dibine sakladıkları bir mayın yeter de
artar bile.
* * *
İnsanı düşündüren de bu!
Türkiye’mizde üç gün içerisinde yaşanan terör
saldırıları..
Hakkâri yöresinde asker ile terör örgütü arasında oluşan
çatışma ve neticesinde 16 tane masum askerin şahadeti..
Yine Iğdır’da 13 polisin şehit edilmesi.
Mardin'de, Tunceli'de; iki polis memurunun şahadeti..
İşte peş peşe gelen yürek dağlayıcı bu hadiseler; kimin
ne olduğunun, nerede yürüdüğünün de birer aynasıdır?
Kim ne diyorsa desin?
Türkiye ve İslam dünyası artık böyle dedikodularla,
sen-ben davasıyla, birinin hukukunun başkasına verilmesiyle, ırkçılık adı
altında Marksizm, Leninizm, Kemalizm gibi “izm”lerin gölgesinde haram ve
hukuken yasak edilen şeyleri meşrulaştırmak boşuna kürek sallamaktır.
Evet.
Yakın tarihimiz, Amerika’nın yeryüzündeki insanların
hâkimiyetini ele geçirmek için 1948’de Japonya’nın Nagazaki ve Hiroşima
toplumuna attıkları atom bombası!..
Zaten bu insanlık vahşetine dair saldırı Amerika’nın
gerçek yüzünü göstermiştir.
Ve o iz onların alnından hiç silinmiyor.
Bunu yapmasının nedeni de laikliğin onları böyle
acımasızlığa ittiği gerçeğidir.
Dinsizlik tasavvurudur.
Ki biyolojik silahlar yeryüzünde yapılmışsa, laikliğin
gölgesinde yapılmıştır.
Ne kadar gizlenirse gizlensin, illaki laikliğe dayalı bir
küfür sisteminin dayatması yüzünden olmuştur.
Bir de coğrafyalar üzerindeki oynanan rol.
Tamamen yeraltı zenginliklerine göz dikmektir.
Yıllardan beri Amerika’nın, İngiltere’nin, Almanya’nın
vs. batı dünyasının, İslam ülkelerine karşı yaptıkları toplumsal katliamlar ve
ithal ettirilen yolsuzluk ve İslam dışı projeleri bunun temel dayanağıdır.
Hiç unutmayalım ki tüm fesat ve bozgunculuğun kapıları,
ancak "Almaniyet" denilen Sekülarizm’den (laiklik) geçiyor.
Ama yüce İslam dini hiç de böyle düşünmemiştir.
İnsanlığa daima barışı, kardeşliği, birbirini sevme
karakterini kazandırmıştır.
Ülkemizde oluşturulmakta olan laiklik ve Kemalizm’in
varlığı eşittir Leninizm ve Dinsizlik edepsizliğidir.
Ki bunca yıldan beri "iki yakamızı bir araya
getiremeyişimizin" nedeni de budur..
Bundan sonra da getireceğimize benzemiyor.
Ekonomiksel olsun, ahlaki olsun, toplumsal barışa yönelik
olsun…
Bu saydıklarımızın zerresi bugün kalmadı.
Herkes birbirine düşman gözüyle bakıyor.
Devletin, özellikle iktidarların bünyesine sızdırılan
kirli çıkar, rant peşinde koşan yoz ahlaklı insanların oldukça çoğalması, bu
memleketin ne yazık ki daha çok kan gölüne çevrilmesine neden olacaklardır.
Terör örgütü olarak tanımlanan PKK terörü, eğer bu
coğrafyada rahatlıkla cirit atıp mayın döşeyebiliyorsa ve hatta döşenen bu
mayınlar il ve ilçe yollarında olsa, mutlaka döşenen mayın o yolların asfaltı
yapılmadan önce döşenmiş ve üzerine asfalt çekilmiştir.
Peki, sormazlar mı o asfaltı yapan müteahhit firmalar ve
onlara ihale ettiren makamlar kimlerdir? Diye.
Hangi Karayolları Bölge Müdürlükleridir?
O zaman yalnız bu işi bölgedeki HDP Belediye Başkanlarına
havale etmek, bize göre yanlıştır.
Eğer böyle bir şey varsa ki iddialara göre vardır.
İşte Muş’un Varto ilçesinde yapılan döşeme neticesinde
ortaya çıkmış bir gerçek.
Ama bir de Bitlis Tatvan arası dört şeritli duble yolda,
iki buçuk sene önce döşenmiş mayının dün patlatılması.
Bir de Hakkâri Yüksekova yolunda asfalt altına döşenen
mayının uzaktan kumandayla patlatılması sonucu şehit olan 16 askerin olayı…
Nereden kaynaklanıyor?
Acaba yine bu coğrafyada başka yollarda "döşenmiş
bombaların" olmadığı ne malum?
Bu yolları yapan müteahhitler kimler?
Van, Diyarbakır, Muş Bölge Müdürlüklerinde iş yapıp,
müteahhitleri çalıştıran ve sıfır kırımla alıp taşeronlara yüzde 50’lere hatta
yüzde 60’lara kadar kırdırıp peşin parayı alan baba müteahhitler kimler?
Acaba o müteahhitler de HDP mensupları mıdır?
Ki görüntü öyle diyor..
Oysaki ihalelere talip olurken kendini AK Partili olarak
gösteriyor.
AK Parti’nin bakanlıklarından sıfır kırımla ihale alması
da düşündürücü değil midir?
Biz her zaman bu gerçekleri kamuoyu adına dile
getiriyoruz.
Bizim ne ideolojimizdir, ne de maksat ve hedefimizdir.
Bağrı yanık bir vatandaş, memleketini, devletini,
milletini seven bir medya grubu olarak, elbette ki bunları kaleme almak bizim
temel inancımız ve ana hedefimizdir.
Biz bunları dile getirdiğimizde yıllardan beri bölgede
cirit atan, kendini muhafazakâr olarak gösteren iktidarın bölge yetkilileri
Ankara’yı dahi ne yazık ki çok güzel yanıltıyorlar.
Bunlar hem iktidarın nimetlerinden, imkânlarından
faydalanmak üzere kendini Ak Partili gösteriyorlar, hem de gizliden PKK veya
HDP’nin ruhuyla yaşıyorlar.
Yıllardan beri biz bunları AK Partinin büyük zevatına
anlatmaya çalıştığımız halde fatura bedeli bize çok ağır kesiliyor.
Bir bakıyorsun ya “Paralelci” yaftası, ya da
“Devletçilik” yaftası takıyorlar.
Ama gerçek de şudur ki kimseden zerre kadar pervamız
yoktur.
* * *
Bakınız, sevgili okurlar.
Henüz bir senesi bitmiş olan Süleyman Demirel kampusu ile
Seyrantepe arasındaki iki-üç kilometrelik Karayolu.
Yolun yeniden ihaleye çıkarılıp aynı müteahhitlere
verilmesi ve neredeyse iki buçuk aydan beri imalatı yapılıp da trafiğe
açılmamasının nedeni nedir?
Bitlis Tatvan yolu gibi o yola da kirli bir şeyler mi
düşünülüyor?
Yoksa üç kilometrelik bir yol alt yapısıyla beraber,
iğneyle kuyu kazarcasına yapılıyorsa, bunun bir hikmet-i mucibesi olması
gerekir.
Zira Diyarbakır kamuoyu bu yolun dört gözle bitmesini
beklerken, tam tersine ihmal edilmiş durumdadır.
Bunun da peşini bırakmıyoruz.
Karayolları 9. Bölge Müdürlüğü’nün yıllardan beri
böylesine yanlışlara imza atmaları, hiç de hayra alamet değildir.
Bu kuruma çöreklenmiş, Batman grubu olarak adlandırılan
teknik ve idari bir ekip yakasını bir türlü kirli siyasetin elinden
kurtaramıyor..
Burada biz bunu özetlemek suretiyle basın yoluyla
yetkililerle paylaşıyoruz.
Uyarmak bizden, takdir yine onlarındır.
En derin saygı ve sevgilerimle.