29 MAYIS KONSTANTİNİYYE’NİN FETHİ!?

Sevgili okurlar...

Malumunuz üzre bir önceki yazımıza başlık olarak; “EUZU BİLLAHİ MİNEŞŞEYTANİ VES’SİYASE” ifadesini kullanmıştık..

Bu ifade, Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretlerine ait..

“Şeytandan ve güdümlü siyasetten Allah’a sığınırım” anlamını taşıyan bir ifade.

Açılımını tüm detayıyla Cuma günkü yazımızda aktarmıştık..

Neye dair bu ifadenin kullanıldığına ilişkin, denir ya A’dan Z’ye kadar buradan dile getirmiştik..

Muhtevasında, “tarihi memleket” meseleleri yer almaktadır…

Özellikle; çözümsüz kılınan hadiseler…

Ve aynı zamanda, asimile ediliş..

Çünkü, tarihimizi, kültürümüzü, inancımızı, örf âdet, gelenek ve göreneklerimizi, sermayemizi, ekonomimizi, şeref ve haysiyetimizi, tümüyle bin yıllık varlık değerlerimizin altını üstüne getiren bir siyasetin mevcudiyeti nedeniyle; Üstad böylesi bir tespitte bulunmuştur..

Ama tarihi okuyarak, yarınları da tahmin ederek, “güdümlü siyasetin” ne kadar yıkıcı, tahribat üretici olduğunun altını çizmiştir..

Onun için; “Şeytandan ve güdümlü siyasetten Allah’a sığınırım” tarihi vecize sözünü, İslam davasına not etmiştir…

***

Cuma günkü yazımızda, “iki önemli” hadiseyi harmanlamıştık..

Birincisi..

Türkiye’nin “demokrasi tarihinde” bir kara leke olan.. Ve darbelere kapılar aralatan utanç hadise; 27 Mayıs darbesi..

Yani ihtilali ele almıştık..

İkinci ise; Diyarbakır’ın Fethi..

1383 yıl önce, Fütuhat-ı İslamiye’nin Diyarbakır’dan Anadolu’ya yayılışının sene-i devriyesini; mevzu etmiştik…

İslamiyet’in sesinin yükselişe geçtiği tarih!..

İslam ordusundaki büyük savaşçıların eliyle Diyarbakır’ın fütuhatıyla, dünyanın her karış toprağına, o fütuhat-ı İslamiye yayıldı..

***

O fütuhatlarla, o tarihlerdeki küfrün, inançsızlığın, edepsizliğin, dayatmanın, haram yemenin, zorbalığın vs. vs. toplumların, insanların içine yerleştirilmiş zararlı kazurat-ı beşeriyenin tümünü yerle-yeksan etti..

Ortadan kaldırdı..

Sulhu getirdi..

Selameti sağladı..

Edebi, hayâyı, haram ile helali öğretti…

İ’la-yı kelimetullah uğruna fütuhat üstüne fütuhat yapıldı..
Her yerde; Allahû Ekber nidaları yayılıyordu.

O günün kahraman erleri, kumandanları, sahabeler, büyük İslam mücahitleri kimlerdi dersen…

Selahaddin-i Eyyubiler,

Alparslanlar,

Ertuğrul Gaziler,

Osman Gaziler,

Konstantiniyye’yi fetheden 21 yaşındaki Fatih Sultan Mehmet…

Yavuz Sultan Selim..

Tüm bu isimler gibi nice kahramanlar, İslam denizinin içinden fışkırdı…

Yürekleri imanla doluydu..

Tek hedef ve gayeleri vardı; insanların yegâne kurtarıcısı olan İslam medeniyetini yayabilmek…

Ve yaydılar..

Ama denir ya; “su uyur düşman uyumaz..”

Batı dünyası…

Emperyalizm..

Siyonist Yahudi emperyalizmi..

Hepsi bir bütünlük içerisinde ittifak ederek, gizliden gizliye 1800’lü yıllarda Osmanlının içine sızmaya başladılar…

Özellikle, İspanya’ya yerleştirilmiş Yahudiler “sığınmacı” adı altında Osmanlı’ya sığındılar..

Osmanlı da onları koruma altına alarak Selanik’e yerleştirdi.

Yanlış bir siyaset…

İşte bu yanlış ve gaflet içeren siyaset, İslam’ın varlığına, temeline tahrip kalıbı gibi dinamit  oldu..

Onlarla beraber Müslüman ülkenin ve hilafet-i İslamiye’yi temsil eden Osmanlı devletinin içine yerleşen nice “amil” yani Yahudi’ye piyon ve ajanlık yapan yerli maskaralar, birlikte hareket etmeye başladı…

Memleketin tarihine, kültürüne, varlığına, ekonomisine, imanına…

Hâsılı kelam; İslam’ın her şeyine ama her şeyine “çöreklenerek” asimile ettiler…

Paramparça ettiler..

Denir ya, ağacın kurdu ağacın içinde olunca, çürüme kolay oluyor..

Ki öyle oldu…

İçteki satılmış neidüğü belirsiz devşirmeler; en büyük tahrip kalıbı oldular..

Ki bunların varlığı hala mevcut..

İşte 27 Mayıs 639’daki Diyarbakır’ın fethi…

29 Mayıs 1453’teki Konstantiniyye’nin fethi…

Yahudi ve emperyalist Siyonist projesi olan İttihat Terakki Cemiyeti, “bu fetihleri ve sonuçlarını, etkilerini, İslam’ın büyümesine” karşı, kullanıldı…

Bu kuruluş, koskocaman Osmanlıyı bölük-pörçük etti..

Tüm İslam fütuhatını tahrip etti.

Millete, millet unutturuldu…

Tarih ve kültür unutturuldu.

Kur’an yasaklandı.

Ne ile?

Osmanlı bünyesine sızdırılarak, yetiştirilen darbeci ve aynı zamanda kanı saf olmayan piyon devşirme paşaların vasıtasıyla; İslam’a pranga atıldı..

Ne yazık ki cumhursuz bir cumhuriyetin kuruluşundan sonra da aynı o vesayet, o zorbalık, tahakkümünü sürdürdü…

Tarihi kinlerini kusmaya devam ettiler…

Yüz binlerce insan, memleketin başta âlimleri, meşaikleri, ulemaları olmak üzere yok edildiler…

Kimi idam edildi..

Kimi sürgüne tabi tutuldu..

Kimi cezaevlerinde ölüme mahkûm edildi…

***

Her 10 yılda bir yapılan kirli vesayetçilik anlayışının kökeni mevcut yerli ve milli olmayan CHP anlayışından gelmektedir..

Ki bu anlayışın devlet bünyesine ithal edilip, yerleştirilmesiyle başladı.

Ama tüm bu işler başlarken de kesinlikle kurulan birçok partinin başta CHP dahil olmak üzere kurucularının içerisinde illaki birkaç mason yer almıştır..

Nitekim Demokrat Partinin birinci adamı, Cumhurbaşkanı Mahmud Celaleddin Bayar..

Kendisi, 33 derecede masondu.

Nam-ı diğer Galip Hoca idi..

Ki bu Galip Hoca milli mücadele dönemlerinde Ege’de sarık ve cübbe giyerek, köylerde mimbere çıkıp millete vaaz veren kişiydi!

Sözde, milleti emperyalist güçlere karşı ayaklandırmaya çalışmışsa da her nedense kafası dolu, kalbi kirli mason anlayışından kendini arındıramamıştır.

Keza İsmet İnönü.

Keza Mareşal Fevzi Çakmak.

Bu her üç kafadarın cumhuriyetin bünyesinde çok büyük rol oynayan kimseler olduğu biliniyor..

Kimse de inkâr edemez.

Her üçü de mason.

En tehlikeli masonların başında gelen ise; İsmet İnönü ve Celal Bayar…

Nitekim Adnan Menderes’i iki arkadaşıyla beraber darağacına götüren onlardı.

Ama perde arkasında durmuşlardı.

Öyle düşünüyoruz ki o anlayışlar, o gün nasıl devam etmişlerse o günden bugüne kadar kurulan birçok partilerin, özellikle muhafazakâr geçinen partilerin çoğunun bünyesinde illaki birkaç masonun varlığı söz konusu olmuştur..

Hala da varlıklarını sürdürenler var…

Bakınız…

Geçtiğimiz günlerde, İyi Parti lideri Meral Akşener, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı Ulu Hakan Sultan Abdülhamid’e benzeterek, onun dönemine “istibdat” dönemi demişti…

Hürriyete, özgürlüğe, kardeşliğe, eşitliğe sözde karşı olan Sultan Abdülhamid’i “istibdatçılık”la itham ediyordu.

Mevcut Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı da o paralelde, lanse ediyordu…

Elbette ki Akşener’in konuştukları, kelimesi kelimesine gerçekleri saptırmaktı…

Sözde oy avcılığı yapmak..

Hele ki Halide Edip Adıvar’dan bahsetmesi..

Ve kendini ona benzetmesi..

Siyasetin, böylesine tarihi bilmeme cehalet karanlığı içerisinde kıvranıp duruyor olması ayrı bir garabet…

Akşener’in düştüğü durum; gaflet ve dalalettir!..

Akla ziyan bir durum..

Meral Hanım, Halide Edip Adıvar’ı kahraman gösteriyor…

Ve diyor ki sözde Beyazıt Meydanında nutuk atmış ve Sultan Abdülhamid’in istibdadından devleti kurtarmış(!)…

Vay ki vay..

Oysaki Halide Edip Adıvar, kesinlikle Yahudi kökenli bir kadın…

Aynı zamanda milli mücadele döneminde önce onbaşı olarak görev yapmış, sonradan çavuş olmuş, sonradan da edebiyatçı olmuş.

Oysaki babası Selanik Yahudi dönmelerinden birisidir.

Bu sözümü kanıtlamak için size yabancı dille yazılıp da Arapçaya çevrilen ve Osmanlıyı anlatan bir tarih kitabından orijinal küpürünü paylaşmak istiyorum..

“Halide Edip Adıvar, gençliğinde çok güzel bir hanım. Münevver Ayaşlı isimli yazarın “İşittiklerim” isimli kitabında söylediklerimizi yazıyor.

Tüm bunlara rağmen cumhuriyet döneminde devletimizle oynayan, siyasetimizle oynayan, demokrasiyle oynayan, ama isim değiştirerek Türk kanı taşımayan nice tehlikeli Moiz Kohen’ler gibi, İsmail Cem’ler gibi, Abdi İpekçi’ler gibi, Yunus Nadi’ler gibi Yahudi dönmeler kirli aktiflik göstermişler.

Halide Edip Adıvar da aynı o Yahudi dönmeler gibidir.

Ama ne yazık ki sözde tecrübeli bir siyasetçi olan Akşener, Cumhurbaşkanını kötülüyor, bunu yaparken de bir Yahudi dönmesi Halide Edip Adıvar’ın gölgesine sığınıyor.

İşte bu gerçekten çok üzücü bir haldir.

En derin saygı ve sevgilerimle.