ALLAH’IN GÖRÜNMEYEN AZAMET ORDULARI!? (II)
Sohbet serimiz dünden devamla sürüyor. Tabi hasbıhal ettiğimiz mevzuyu, derin ve önem arz ediciliğinden dolayı biraz daha genişletmek istiyorum… Çünkü, ülke ve millet olarak yaşadıklarımız karşısında; kendimizi “iman noktasında” sorgulamamız gerekiyor.. Yoksa “Allah’ın görünmeyen azamet ordularından” düşen payı almaya devam ederiz…
***
Dün ifade etmiştim.. Bir kez daha aktarmak istiyorum.. Allah’ın görünmeyen azamet orduları mevcuttur. Her an için, Cenab-ı hak tarafından kendi cephesinde görülen lüzum üzerine, “harekete geçerler ve aldıkları emri yerine getirirler?”.. Bu da ilahi emir ve kudretin gücüyle ikmal olur…
***
Duamız ve temennimiz hep şu olmalıdır.. “Yüce Yaradan, Kahhar isminin kahrıyla, gazabıyla değil, Rahman ve Rahim, Gaffar ve Gaffur isimlerinin himayesinde milletçe bizi muhafaza eylesin” diyoruz.. Bu duayı iman şuuruna sahip her Müslüman’ın, kalbinden ve dilinden eksik etmemesi gerekir..
***
Toplumsal yekvücut olarak Kur’an-ı Kerim’in “Nur” suresinin 31. Ayetinin mealine bizleri mazhar eylesin.
“Ey mü’minler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!..”
Tövbe istiğfar etmemiz gerekir; yoksa gaflet ve delaletin bedeli ağır olur… Ki toplumsal olarak son üç dört aydan beri yaşanan felaketlerin acı bilançosuyla, bu bedeli milletçe ödüyoruz. Onun için Allah; “hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz” diye emrediyor.
***
Sevgili okurlar…
Cenab-ı Allah, o bedelleri ödemememiz için “Tövbekâr olun, bana yönelin” diyor.
Allah’a yönelmek, bir toplum için en yüce bir mertebedir. Aksi takdirde büyük bir gaflet vadisine, bataklığa girme tehlikesiyle karşı karşıya kalırız.. Ki Allah korusun, helak olmak kaçınılmazdır!
***
Bu itibarla diyoruz ki; Cenab-ı Allah, gerek mana âlemimizde olsun, gerek fiziksel halimizde olsun, her halimizi bize gösteriyor. Kul kuldan yaşadıklarını saklayabilir, ama Allah’tan hiçbir şekilde, hiçbir şeyi saklayamayız! Çünkü o görendir, işitendir.. Kullarını, iyilik yaptıklarında mükâfatlandırır, kötülük yaptığında ise cezalandırır…
***
Bakın, köyler gidiyor, memleket insanlarımız üç dört aydan beri çok büyük badirelerle karşı karşıya..Deprem mi, sel mi, yağmur mu, çığ mı, şirretlik mi?.. Felaketler zinciriyle yüz yüzeyiz.. Tüm bu yaşadıklarımız, sıradan gelişen olaylar değil.. Hepsinin bir hikmet-i mucibesi vardır..
***
Bazı illerimizin başına gelenleri bizler ders-i ibret olarak algılamalıyız.. Bunların hepsi birer alamet-i farikadır. Yoksa bir kaç ifadeyle, bir kaç gözyaşıyla bir yere varamayız… Toplumsal olarak, iman şuuruyla yepyeni bir yaşam halini kendimize biçimlendirmemiz gerekir.
***
Üstad Bediüzzaman Hazretleri bakınız ne diyor?..
“Ey âlem-i İslâm!
Uyan, Kur’ân’a sarıl, İslâmiyete maddî ve mânevî bütün varlığınla müteveccih ol!
Ve Ey Kur’ân’a bin yıllık tarihinin şehadetiyle hâdim olan ve İslâmiyet nurunun zemin yüzünde nâşiri bulunan yüksek ecdadın evlâdı!
Kur’ân’a yönel ve onu anlamaya, okumaya ve onu anlatacak, onun bu zamanda bir mu’cize-i mânevîsi olan Nur Risalelerini mütalâa etmeye çalış.
Lisanın, Kur’ân’ın âyetlerini âleme duyururken, hal ve etvar ve ahlâkın da onun mânâsını neşretsin; lisan-ı hâlinle de Kur’ân’ı oku. O zaman sen, dünyanın efendisi, âlemin reisi ve insaniyetin vasıta-i saadeti olursun.
Ey asırlardan beri Kur’ân’ın bayraktarlığı vazifesiyle cihanda en mukaddes ve muhterem bir mevki-i muallâyı ihraz etmiş olan ecdadın evlât ve torunları!
Uyanınız! Âlem-i İslâmın fecr-i sâdıkında gaflette bulunmak, kat’iyen akıl kârı değil!
Yine âlem-i İslâmın intibahında rehber olmak, arkadaş, kardeş olmak için Kur’ân’ın ve imanın nuruyla münevver olarak İslâmiyetin terbiyesiyle tekemmül edip hakikî medeniyet-i insaniye ve terakki olan medeniyet-i İslâmiyeye sarılmak ve onu, hal ve harekâtında kendine rehber eylemek lâzımdır.
Ey eski çağların cihangir Asya ordularının kahraman askerlerinin torunları olan muhterem din kardeşlerim!
Beş yüz senedir yattığınız yeter! Artık Kur’ân’ın sabahında uyanınız. Yoksa, Kur’ân-ı Kerîmin güneşinden gözlerinizi kapatarak gaflet sahrasında yatmakla vahşet ve gaflet sizi yağma edip perişan edecektir.
Kur’ân’ın mecrâsından ayrılarak birleşmeyen su damlaları gibi toprağa düşmeyiniz. Yoksa toprak gibi sefahet ve şehvet-i medeniye sizi emerek yutacaktır. Birleşen su damlaları gibi, Kur’ân-ı Kerîmin saadet ve selâmet mecrasında ittihad ederek, sefahet ve rezalet-i medeniyeyi süpürüp, bu vatana âb-ı hayat olan, hakikat-i İslâmiye sularını akıtınız.
O hakikat-i İslâmiye sularıyla bu topraklarda iman ziyası altında hakikî medeniyetin fen ve san’at çiçekleri açacak, bu vatan maddî ve mânevî saadetler içinde gül ve gülistana dönecektir, inşaallah.”
***
İşte çağımızın en büyük allamesi Üstad Bediüzzaman Hazretleri.. Allah ebediyen kendisinden razı olsun.
Tüm İslam âlemini uyarıyor. Kur’anın etrafında toplanıp Kur’ana sarılmayı tavsiye ediyor. Ve aynı zamanda, başımıza gelebilecekler noktasında da ikaz ediyor…
***
Meselenin mefhumu muhalifine bakarsak, Kur’an-ı Kerim’i duvarlara asmakla yetinmek veyahut tozlu raflara bırakıp Kur’anın hükümlerine inanmayarak milletçe yaşamak bilmeliyiz ki, “gaflet ve dalaletin” bizatihi cenderesinde, debelenip duruyoruz… Bu seldir, bu çığdır, bu depremdir, bu hastalıktır, sosyal ve ekonomik çöküntülerdir?.. Yaşadığımız haller, ağır faturaları peşinen ödediğimizi gösteriyor.. Nitekim hal-i âlem meydandadır.
***
Çünkü şu an yaşadıklarımız ateş çemberi gibi?. Dinsizlik, edepsizlik, başıboşluk gibi haller dört bir tarafımızı sarmış şekilde; kemiriyor?! Gençlik apayrı bir vadide gidiyor. Toplum apayrı bir vadide gidiyor. Vahim derecede asimilasyon var ve Kur’an-ı Kerim’den uzaklaşma hali var… Derbeder misali bir gidişat içerisindeyiz..
***
Bu itibarla milletçe Kur’anın mecrasından çıkmamamız lazım. Ailelerce, çocuklarca, devletçe, milletçe Kur’ana sarılmamız lazım.
Aksi takdirde yukarıda değindiğim gibi fatura ağır olur. O yüzden aklımızı başımıza almamız gerekiyor.. Aksi takdirde Allah’ın zengin sofrasını yani nimetlerini tanımamış oluruz ve biz Allah’ın görünmeyen azamet orduları tarafından, sofralardan kaldırılırız.
***
Hz. Muhammed (S.A.V)’in ümmeti olduğumuzu unutmamamız gerekir… Unuttuğumuz ve inkâr ettiğimiz takdirde bilmeliyiz ki, esfeli safiline mahkûm oluruz, o da bizi unutur… Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim, ayetleriyle, sureleriyle bizi uyarıyor.
***
Bakınız Hûd suresinin 117. Ayeti mealen şöyle buyuruyor;
“Rabbin, halkları salih ve ıslah edici kimseler iken memleketleri zulmederek helâk etmez.”
Ayetten anlaşılıyor ki, zalim olan bir topluma Allah da acımaz ve onları yok etmek zulüm değildir, belki terbiyedir..
“Kullarım, kendilerini düzeltsin, kendilerine çekidüzen versin?
Eğer tövbe etmezler ise o zaman benim görünmeyen ordularımı her an için vazifelendirebilirim” diye buyuruyor.
Allahû Teâlâ bize uyanmayı nasip eylesin.
Aklımızı başımıza getirmeye kabil bir millet olmayı nasip eylesin.
Kendimizi görünen görünmeyen belalardan korumak için; duaya ve ibadete her zaman hazırlıklı olmalıyız..
***
Özü itibariyle, Batıdan ithal edilen laikçiliğe veyahut dinsizliğe toplumu sürüklemek, sistemi millete yutturmak, millete hizmeti değil, belki de hezimeti getirir.
En derin saygı ve sevgilerimle.