BAŞKANLIK, ANAYASA, MEVZUAT VE ZİHİN HÂKİMİYETİ! (II)
Evet,
sevgili okurlar.
Bilindiği
üzre aynı başlık altında dünkü sohbetimizde de ifade etmeye çalıştığımız ülke
gerçeklerini dile getirmiştik.
Bugün
biraz daha önemli, önemli olduğu kadar da çarpıcı gelişmeleri siz değerli
okurlarımızla paylaşmak istiyoruz.
Bu
yazıyı Diyarbakır’dan yazıyoruz.
Yazdığımız
esnada Diyarbakır’ımızın önemli semt ve çevrelerinin ne yazık ki adeta yağan
kanas kurşunlarının tehditleri altında olduğunu biliyoruz ve görüyoruz.
Yüce
Allah’a inandığımız, kesin ve tahkiki bir imanla yaşadığımız için, gelecek
kaderlerimize de inanmışız, ölümün hangi saatte gelip gelmeyeceğini de ancak
yüce Allah bilir.
Ama
bölge, ne yazık ki PKK terör örgütünün tehditleri ve tehlikeleri altındadır.
Ki
kanas kurşunları zaman zaman uzaktan da olsa bazı vatandaşların pencerelerinden
hain bir misafir olarak camı delip içeriye giriyor.
Bazen
şans eseri zarar vermiyor, ancak zaman zaman zarar görenler de oldu.
Mevlüde
Öğretmen gibi.
Dün
yine bir vaka oldu.
Melikahmet
semtinden Yenişehir Belediyesi’nin civar binalarından birine kurşunlar isabet
etti, zarar vermedi ama vatandaş der demez her an için “Ölüm ne zaman gelecek”
diye korku ve titreyiş içindedirler.
Vatandaş
polise haber verdiği halde, polis açık ve net olarak “Gelmiyoruz, kırılan camın
fotoğrafını çekin ve kurşun çekirdeğini de bir zarfa koyun bize gönderin, biz
ekip gönderemiyoruz” diyen Yenişehir Karakolu yetkilileri tarafından.
Biz
burada objektif görüş ve gözlerle gördüğümüz eksiklikleri elbette ki yazacağız
ve kamuoyuna sunacağız.
Yetkililer
görev yapıyorlar, yapmıyorlar onu bilemiyoruz.
Ama
olan bölge insanlarına oluyor, masum, gencecik asker ve polislerin canına mal
oluyor.
Bunu
da belirtmeden geçmek istemiyorum.
Hiç
unutmayalım ki vatandaşların canı o kadar ucuz olmamalıdır.
Vatandaş
büyük sıkıntı içerisinde bocalayıp dururken, Melikahmet’te Sur ilçesinin
sokaklarında teröristler kaleşnikoflarla dolaşıyorlar, mevzileniyorlar,
vatandaş bunları gözüyle görüyor.
Ama
her nedense Valilik bunu görmüyor, Polis görmüyor veya görmezlikten mi geliyor?
Onu
da bilemiyoruz.
Zira
içimiz kan ağlayarak bunu söylemek zorunda kalıyoruz.
Sayın
Efkan Ala’nın İçişleri Bakanlığına geldiğinden bu yana her gün terör biraz daha
azıyor, azgınlaşıyor.
Bu
da ayrı bir merak uyandıran soru.
Ama
vatandaşın her gün şehitlerin cenaze merasimlerini seyrederken, Genelkurmay
Başkanlığının Silopi’de, Cizre’de, Diyarbakır’da “20 terörist öldürüldü veya 40
terörist öldürüldü” gibi görüntüsüz beyanatları, inanın vatandaşa teselli vermiyor.
Kimse
kusura bakmasın, inandırıcı da değildir.
Çünkü
vurulan teröristlerin cesetleri yok.
O
elinde silah bulunan terörist gerçekten vuruluyorsa, onun fotoğrafını çekip
kamuoyuna göstermeleri gerekir ki vatandaş en azından biraz teselli bulsun.
Ama
her nedense o da yok.
Bir
de devletin stratejik çalışma şekli bize göre yetersizdir.
Zira
bu işi organize eden ve terörü destekleyen resmi siyasal bir yapılanma vardır.
Bu
partinin yönetiminde bölgenin belediyeleri var ve bu belediyeler açık ve net
olarak teröre yardım ediyorlar, hendek kazmak için araç veriyorlar ve parti
tarafında da hiçbir eleştiri veya herhangi bir olumsuz tavır görünmüyor.
Ve
yaptıkları da yanlarına kar kalıyor.
Buna
rağmen demokratik bir sistem (!) adı altında devlet bunları seçime sokuyor,
meclise götürüyor, Maliye’den bütçe ayırıyor.
Devlet
tüm varlığıyla, mali ve ekonomiksel güç temin ediyor.
Daha
sonra da bu gücü kullanan bölgedeki bazı devlet kuruluşları, yani belediyeler
ve siyasal bir parti…
Tüm
bunlara rağmen gerek Cumhurbaşkanımız olsun, gerek Başbakan olsun, millete
karşı güzel konuşmalar yapıyorlar ve o konuşmalarla ümitler yağdırıyorlar.
Vay
“Başkanlık”, vay “Anayasa”, vay “Mevzuat” vs. vs.
Bizim
edindiğimiz intibalara göre Cumhurbaşkanı da Başbakan da bu sloganlara
inanmadıkları halde söylüyorlar.
Muhalefet
mecliste sesini yükseltiyor, sanki iktidar onların elindeymiş gibi serbest adım
atıyorlar.
Zaman
gösterdi ki CHP anlayışının kesinlikle ülkenin bölünmesine yönelik çalışması
var, el altından terör örgütleri olsun veyahut HDP olsun, onlarla iç içe.
Hele
hele mezhepçilik anlayışı paralelinde düşünen Kemal Kılıçdaroğlu, Suriye
canavarı ve Rus ajanı Esad’ın yanında yer alıyor ve Esad’ın ağzıyla konuştuğu
halde, bunların bu hıyanetlerine karşı Meclis sessiz kalıyor, iktidar kulağını
tıkıyor ve görmezlikten geliyor.
Gerçekten
de Meclis çoğulcu demokratik bir parlamenter sistemiyle çalışıyorsa, öncelikle
Kemal Kılıçdaroğlu’nun ve onun gibi düşünen HDP’nin liderleri Selahattin
Demirtaş, Figen Yüksekdağ gibi aşırı konuşanlar, devlete, millete hakaretvari
konuşmalar yaparken…
Meclis
çatısı altında bu konuşmalar yapılınca suç teşkil etmiyormuş.
İşte
bu anlayışa karşı, millet ağlasın mı gülsün mü?
Milletin
ne ağlaması gelir, ne de gülmesi.
Çok
büyük bir korku ve heyecan hıçkırıkları atıyor.
Ağlamak
istiyorsa da ağlayamıyor.
*
* *
İnanın,
sevgili okurlar.
Bundan
45-50 sene önce Suriye ile Irak parlamentosu da aynı bugünkü Türkiye’nin
parlamentosu gibi çalışıyordu.
Parlamentoyu
rahatsız eden her iki ülkenin de iki tane partisi vardı.
Solcu,
komünist, Marksist, baas partisiydi.
Bu
baas partinin başına getirilen darbeci subaylar nihayetinde bu her iki ülkeyi
de ele geçirdi.
Birisi
ılımlı solcu komünisti Irak’tı.
Birisi
de aşırıydı, o da Suriye.
Beşar’ın
babası Hafız Esad’dı.
Ve
bu solcu, komünist, Marksist anlayışa sahip sözde bu iki siyasi parti, gel zaman
git zaman bu her iki ülkeyi bugün haçlı, emperyalist düşmanların çizmeleri
altında inim inim inletiyor.
O
muhafazakâr hükümetler silindi gitti ve “Ke en lem yekûn” oldular.
Muhafazakâr
diyorum.
Çünkü
onlar da hep demokrasiden, hürriyetten, “Vatan, millet, Sakarya” örneğiyle boş,
hurafe nutuklar atıyorlardı.
Gerçekten,
kamuoyu adına çok endişeliyiz.
Onun
için böyle endişeli yazılar yazıyoruz.
Nerdeyse
bir haftadan beri medyanın diline dolaşarak pelesenk durumuna giren bir olay
var.
O
da Leyla Zana ile Cumhurbaşkanının, bu olaylara çare bulmak üzere bir araya
gelip görüşme istemi varmış.
Sanki
Leyla Zana tüm Kürtleri temsil ediyormuş, sanki bölgenin ve memleketin yegâne söz
sahibi Leyla Zana’ymış gibi görüntü veriliyor.
Böylece
boşuna zaman kaybı oluyor ve halk da boşuna bekliyor.
Bundan
nerdeyse beş sene önceydi.
Yine
Leyla Zana, Beşir Atalay’ın İçişleri Bakanı olduğu dönem Cumhurbaşkanının
Başbakanlığı döneminde Başbakanlığa giderek Başbakan ile görüşmüştü ve oradan
çıkan sonuçta “Barış Süreci” söz konusuydu.
Gerçekten
merak ediyoruz o Barış Sürecine ne oldu?
Hele
hele Başbakan Yardımcısı ve o zaman adeta hükümet sözcüsüymüş gibi her şeye
müdahalesi bulunan Yalçın Akdoğan’ın Sırrı Süreyya Önder’le, Pervin Buldan’
Adeta
bu milletin kulaklarını çınlattı o anlaşma.
Şimdi
sıra Leyla Zana’da.
Leyla
Zana, gerçekten yıllardan beri bu bölücülük anlayışı paralelinde çalışan ve
aktif rol oynayan bir insan olmakla beraber, hiçbir zaman PKK, HDP, Kürtleri
temsil etmediği gibi Leyla Zana da bu bölgeyi temsil etmiyor.
Bize
göre birileri yine olayların içine biraz daha zaman kaybolsun diye parmak
sokuyor.
En
derin saygı ve sevgilerimle.