BAYRAMA DA ELVEDA DEDİK!
Evet, sevgili okurlar.
Bir ay boyunca oruç tuttuk ve gerçek manada iyi niyetle,
ihlâslı bir yörüngede kendimizi Allah’ın huzuruna sunduk.
Allah bu çileli sıcak günlerde oruç tutan her oruçluyu
kabul-u karin olmaktan mahrum eylemesin.
Ama yeter ki; “İnnemel a’malu bin niyat”
Tüm ameller niyete bağlı olup şeklen ibadet yapmaktansa;
ihlâslı, samimiyetli, iyi niyete bağlı, Allah’a gerçek kulluk görevini yapan
insanlara ne mutlu!
İnşallah bu ay boyunca yapılan ibadetler tersyüz edilmez.
Dualar geri çevrilmez.
Yeter ki bir ay boyunca yapmış olduğumuz ibadetler
hulus-i kalp ile iyi niyetle yapılmış olsun.
Böyle olunca, Allah kesinlikle reddetmez, geri çevirmez.
Ramazan-ı Şerif’e “Elveda” dediğimiz gibi şimdi de geçmiş
3 günlük mübarek Ramazan Bayramına da “Elveda” diyoruz.
Hiç kuşkusuz ki gerçek manada bayramların bayram
olabilmesi için, yekvücut toplumsal olarak toplumun her kesimi diyalog içinde ibadetlerini
geçirmesi, bayramlarını yapması, iade-i ziyarette bulunması, büyükler küçüklere
şefkat, küçükler de büyüklere saygı ve el öpmeleriyle bayram, ancak “Bayram”
olur.
Ah!.. Keşke o bayram “Bayram” olsa!
Toplumun her kesiminde barış haykırışlarının yükselmesi,
bu yükselen barış haykırışlarının da yüce İslam dininin direktif ve
organizatörlüğü ile olsaydı, işte o zaman bayram “Bayram” olurdu.
Gafletle, dalaletle, şekilcilikle, sureten medeniyet,
şeklen ibadet, insanı hiçbir yere götürmez.
Bilakis medeniyet olmaktan daha fazla “Deniyet’e”
(alçalışa) götürür ve Allah’tan uzaklaştırır.
Allah toplumumuzu böylesine "süreclerden" uzak
tutsun diye dua ediyoruz.
* * *
Madalyonun ters yüzüne bakıldığında…
Ne yazık ki ne Ramazan’ımızı “Ramazan” yapabildik.
Ne de bayramımızı “Bayram” yapabildik.
Her ne kadar sureten ve şeklen Ramazan’ı da, Bayram’ı da
şekillendirdiysek de maalesef tüm İslam dünyası çok büyük burukluklar
içerisinde hem Ramazan’ı hem de Bayram’ı geçirmiş oldu.
***
Evet.
Ramazan’ın son günlerinde, Bayram’ın ilk günlerinde
yapılan katliamlar, dökülen masum insanların kanları…
İşte Bağdat’ta bir çırpıda 230 insanın intihar saldırısı
neticesinde ölmesi.
Yani, yaşanan olaylara dair zincirleme yaparsak, bu
sütunumuz bu satırlara yetmez.
Ama global olarak düşünürsek…
Gerek bu coğrafyada, gerek tüm İslam dünyasında
“medeniyet denilen tek dişi kalmış canavar” bu ümmeti yörüngesinden
çıkarmıştır…
Başıboş, sergerdan, yerinden kopmuş serseri bir yıldız
gibi nasıl ve ne zaman nereye çarpacağı belirsizliği içerisinde…
Ne yazık ki; toplum da böylesi "bir boşluk"
içerisindedir.
***
Evet.
ABD’nin hegemonyası.
Yüzyıldan beri İngiliz politikasının hâkimiyetiyle…
Diğer Haçlı emperyalist, sömürücü teşkilatların bu
coğrafyamızda gizliden gizliye cirit atarken, yerli münafık olan nice
münafıkların başı olan Abdullah İbnü Ubeyd, İbnü Selul’lerle karşı karşıya
kalınmış bir İslam dünyası nereye gidiyor?
Dininden uzaklaştırılmış.
Medeniyetinden yoksunlaştırılmış.
Ne idüğü belirsizlik içerisinde başıboş bir toplum
halinde.
Şeklen dinini, imanını yaşama muğaletesi içinde yaşıyorsa
da ama heyhat!
Ne yazık ki bu memleketlerde dinin gölgesi bile
yaşatılmıyor.
İslam dünyası ulum-i diniyeden ve fünun-u medeniyeden
uzaklaştırılmış, aklını yitirmiş, yönünü kaybetmiş, ruhsuz bir varlık olarak
orta yerde…
Ne acıdır ki, maskara haline gelmiş.
Sömürücü batı, haçlı ve Siyonist dünyası oldukça maddeten
ve manen terakki içerisinde, gözünü İslam coğrafyasının her kesimine dikmiş,
“Ben ne zaman demokrasi adı altında bunları yok edebilirim?” düşüncesiyle yola
çıkmış geliyor…
Ne yazık ki epey mesafe de kat etmiştir.
* * *
Bu itibarla diyoruz ki;
İslam dünyası, özellikle Türkiye, özellikle bu coğrafya,
özellikle AK Parti hükümeti, özellikle çok saygıdeğer Cumhurbaşkanımız…
Tüm bu negatif olumsuzlukları göz önüne alarak gerçek
manada, bilgili, kültürlü, riyakarlıktan uzak, sapasağlam bir imana sahip
kişilerle işe sahip çıkması gerekir..
O zaman Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi, "en
medeni bir kültüre sahip, güçlü bir ümmet" haline gelecek ki; bu toplumun
ve bünyesinde taşımak istediği İslam’ın şeref ve haysiyetini kurtarmış olacak..
Yoksa yalaka, riyakar, kişisel rant peşine düşen,
özellikle bölgemizin rantiyeci komiteleri başta söylediğim gibi siyasetten uzak
tutmaları lazım.
Gerçek manada İslami ilimlerle donatılmış, teknolojiye de
sahip çıkmış, mutlak bir toplum arasındaki barış diyalogunu sağlamak istemiş
bir heyetin oluşması gerekir…
Sözüm ona “Barış süreci” adını taşıyan nice STK’lar, nice
“kabahat önderleri” de artık bu meydandan uzaklaştırılmalıdır.
Aksi halde zulmün, hilebazlığın, riyakarlığın, nifakın
başına adalet külahı takılmış olunur ki, ne yazık ki mecaz halini alır..
Ki, mecaz hiçbir zaman hakikatin yerini tutamaz, hiledir
ve hilebazlıktır.
* * *
Evet, sevgili okurlar.
Ramazan’a “Elveda” dedik.
Bayrama da “Elveda” dedik.
Ama gerçekten bayramımız “Bayram” olabildi mi?
Düşünmek lazım.
Ülke çapında, özellikle bu coğrafyada, özellikle bayram
günlerinde çok büyük burukluklar içerisine giren bir toplumun varlığı söz
konusu.
Hükümet ne kadar iyi niyetli olursa olsun.
Terörü bir türlü yok edemiyor.
Zira yıllardan beri ulum-i diniyeden uzaklaştırılmış ve
fünun-u medeniyeden yoksun kalmış bir toplumun aklı ve imanı artık ne yazık ki
bir türlü bir araya gelemiyor.
Bediüzzaman diyor ki;
“Vicdanın ziyası ulum-i diniyedir.
Aklın nuru fünun-u medeniyedir.
İkisinin birleşmesiyle hakikat tecelli eder.
İki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder, donatır.
Bu her iki ana unsurun birbirinden uzaklaştıkları vakitte
birincisinde, yani ulum-i diniyede kör taassubun meydana gelmesi, ikincisinde
de hile, şüphe ve rant doğurur.
Bu nedenle, hep söylüyoruz.
Artık yeter diyoruz.
Kamuoyu vicdanı haykırarak şöyle sesleniyor.
“Yüzyıldan beri vesayetçi sistemin ve Kemalist anlayışın
hegemonyası altında benliğini yitiren ve her gün biraz daha kozmopolitleşen bir
toplum nereye gidiyor?
Artık bu toplum, o batıl ve yanlış ideolojiden bahsedip
milli benliğine bağlı iman unsurlarıyla donatılmış bir gençlikle ancak kendini
toparlayabilir.
Aksi takdirde varlığını da yitirmiş olur?
Benliğini yitirmiş olan bir toplumla karşı karşıya
kalmaktan kendimizi kurtaramayız.
Bu memlekette yıllardan beri siyaset, ne yazık ki
siyasetin alt tabakaları, orta tabakası ve üst tabakaları birbiriyle bir türlü
imtizaç edemiyor.
Üst tabaka pusulayı ne kadar doğru tutarsa tutsun, orta
tabaka yalakalıkla rant peşine düşüp, alt tabakasını ezerse üst tabakayı da
kandırabiliyorsa, yazıklar olsun o millete ve o siyasete, o politikaya.
* * *
Evet.
Fatih Sultan Mehmet’in oğluna yaptığı bazı nasihatleri
siz değerli okurlarımızla bir nebzecik olsa paylaşmak istiyoruz.
Sultan Mehmet oğluna vasiyetinde şöyle diyor;
“Hizarê!
Sakın…Sakın dikkatli ol!
Mal ve senin mahiyetinde çalışan ordu gücüne aldanma!
Geçicidir, her an için sana sırt çevirebilir.
Sakın sen İslam şeriatına hizmet yapan ulema kesimlerini
kapından uzak tutma.
Gerekirse onları her gece kendi imkânlarınla misafir et.
Şeriat-ı Ahmediye’den muhalif olan her işlem yanlıştır,
ona uyma.
Zira devleti ayakta tutmak için, ülkeyi şeref ve
haysiyetle ayakta görmek için, bu din, bu hidayet, ancak kurtuluş yolu olur.
Yoksa artık bu saatten sonra bu ümmet, bu toplum artık
yeter” der.
“Beni batı dünyasının Katolik hegemonyasından kurtar”
der.
“Ben o hegemonyaya inanmıyorum, yalan söylüyorlar”
En derin saygı ve sevgilerimle.
Hayırlı cumalar…