BEŞ YÜZ SENEDİR YATTIĞINIZ YETER!

Maalesef; hala da “uyku” modundayız.. Bir uyanış, bir diriliş, yeniden “şahlanmaya” yönelik gayret yok! İslam dünyası “ne hal-i durumunun” farkında, ne de düştüğü girdaptan kurtulmanın; işbirliği şiarında…

Bilakis, batının ve batılın nam-ı hesabıyla; kendi kendisiyle çatışma içerisinde! Ki Siyonizm’in, emperyalizmin “asimilasyonuyla” devletçiklerin başına getirilen “kukla yönetimler” ne hazin ki, İslam medeniyetine pranga vurmakla yarışır haldeler.. Yani; uyuşuk bir İslam dünyası söz konusu!

***

İşte bu yaşanan hal-i perişanlığa karşı Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri, bir asır önce İslam dünyasına ve ümmetine böyle seslenmişti…

“Beş yüz senedir yattığınız yeter..”

Üstad bu ifadeyi Van’dan Isparta’nın Barla ilçesine sürgün edildiği zaman, haykırarak dile getirmişti..

Çünkü yeryüzünün üç kıtasında İslam medeniyeti hâkimdi… İslam’ın kahraman erlerinin elinde; ülkeler, kıtalar yönetiliyordu!

Bir asır değil, binlerce asır süre gelen medeniyetin tek öncüsü; Kur’an-ı Kerimdi!

Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in de “hadisleri” rehberdi!

Yani, hâkimiyet beşeriyetin değil, ilahi kudretindi!

Müslümanlar kendi dinini, kendi Kur’anını, kendi imkânları içerisinde; yaşayarak dünyaya yayılıyordu…

***

Ne zaman ki İslam dünyası “Batıya ve Batıla” odaklanınca!..

Ne zaman ki Kur’an’a ve Peygamberine “sırtını” dönünce..

Ne zaman ki İlahi kudreti terk-i diyar edip, beşeri güce biat edince..

Ne zaman ki gâvurun dümen suyuna meyil verince...

İşte o zaman; “dizginleri” kaptırdı…

Denir ya; “su uyur, düşman uyumaz..”

Gafletin, dalaletin ve ihanetin bataklığıyla İslam dünyası “devletçiklere” bölündü…

Sonra ırkçılık..

Sonra mezhepçilik..

Sonra güç sarhoşluğuyla oluşan benlik kaybı; vahim bir seyri başlattı!

Ecdadın yolu terk edildi…

Öylesine dehşetengiz bir zaman tüneline girildi ki İslam dünyasında Müslümanlar “Ben Müslüman’ım” demeye korkar hale geldi..

Kendi ülkelerinde..

Kendi milletlerinde..

Kendi ırklarında..

Kendi coğrafyalarında kendilerini “ifade edemeyecek” hale sokuldu..

Irkçılık baskın çıktı..

Hal böyle olunca da “mezalimler” kaçınılmaz hale geldi…

Zulümler mi?

İnsanlık dışı muameleler mi?!

İnkâr mı?

Kültürü, medeniyeti, örfü, âdeti, gelenek ve görenekleri “terk-i diyar” etti..

Zorba bir anlayışla; “hayat ve yaşam” biçimi “sekülar” oldu…

***

Özetlersek…

Bu topraklarda bir Bolşevizm hareketi, derin tahribatlarıyla yaşamıştır, yaşatılmıştır..

Ki hala da varlığını sürdürmektedir..

Bu Bolşevizm ile aldatılan Türkiye insanı ve tüm İslam dünyası, ne yazık ki o kirli uykudan uyanmıyor veya uyanmak istemiyor..

Devekuşu gibi başını kuma gömmüş..

Kendi kendini aldatıyor..

Ama avcı, her seferinde onu vuruyor..

Çünkü gövde dışarıda..

Kahredici hazin bir durum…

Bakınız, İslam dünyası ile sözde Avrupa medeniyeti (!) arasındaki yaşana gelen mücadelede, üzülerek belirtmek isterim ki İslam dünyası hep geride kalmıştır.

Bunun sebeb-i mucibesi de;

İslam’dan uzaklaşmış bir neslin varlığıdır…

Avrupa’ya endekslenmiş bir gençliğin çoğunlukta olmasıdır..

* * *

Değerli okurlar..

İki gün önce güdümlü siyasetin memlekete bir şey veremediğini ve bundan sonra da vermeyeceğini detaylı bir şekilde sizinle paylaşmıştık.

O tezimizi tekrar tekrar ifade ediyoruz…

Biz millet olarak dev bir inanca sahip büyük bir toplum olma hasebiyle, hala da eski, hurafe, çağdışı hikâyelerle yetiniyoruz..

İslam’ın usulünü terk etmişiz…

Füruata meyil veriyoruz..

Ve buna da “İslam budur” diyoruz.

Nitekim siyasetimiz de bizi bu şekilde aldatıyor.

Oysaki, hiç de öyle değil..

Bir misal vermek istiyorum..

Kişi vefat ettiği zaman, kendisinin ölmüş olduğunu fark etmiyor..

Ki cenazesi mezara götürülürken bile kendisinin yürüyen cemaatin içinden biri olduğunu zannediyor.

Mezara koyuyorlar, o yine de ölen kişinin kendisi olduğunu bilmiyor.

Üzerine toprak atılıp, mezar kapandığında..

Cemaat de mezarlıktan ayrılmaya başlayınca, kendisi de kalkıp onlarla yürümek ister…

Ancak, kalktığında başı mezar taşına değiyor…

Anlıyor ki ölen kendisi..

Ve der ki; “meğer ölen benmişim?”..

Tıpkı, gaflet uykusunda ölen bir insanın akıbeti gibi!

Bugün İslam dünyası da Türkiye de kimlerle yürüdüğü ve hangi siyasetle yönetildiğinin farkında değildir.

Ama heyhat, nereye kadar!

Korkarız ki bir gün gelir ölmüş olanın akıbeti gibi biz de Avrupa’ya, batı dünyasına endekslenip kendimizi onlara köle etmiş pozisyonda olduğumuzu sonradan fark etmeye başlarız..

Ki o zaman da iş işten geçmiş olur..

Onun içindir ki Üstad Bediüzzaman uyarıyor..

“Ey eski çağların cihangir Asya ordularının kahraman askerlerinin torunları olan muhterem din kardeşlerim!

Beş yüz senedir yattığınız yeter!

Artık Kur'ân'ın sabahında uyanınız.

Yoksa Kur'ân-ı Kerîmin güneşinden gözlerinizi kapatarak gaflet sahrasında yatmakla vahşet ve gaflet sizi yağma edip perişan edecektir.

Kur'ân'ın mecrâsından ayrılarak birleşmeyen su damlaları gibi toprağa düşmeyiniz.

Yoksa toprak gibi sefahet ve şehvet-i medeniye sizi emerek yutacaktır.

Birleşen su damlaları gibi, Kur'ân-ı Kerîmin saadet ve selâmet mecrasında ittihad ederek, sefahet ve rezalet-i medeniyeyi süpürüp, bu vatana âb-ı hayat olan, hakikat-i İslâmiye sularını akıtınız.

O hakikat-i İslâmiye sularıyla bu topraklarda iman ziyası altında hakikî medeniyetin fen ve san'at çiçekleri açacak, bu vatan maddî ve mânevî saadetler içinde gül ve gülistana dönecektir, inşaallah.”

* * *

Üstad Bediüzzaman Hazretleri, devamla şöyle sesleniyor…

"Evet, İstanbul siyaseti, İspanyol hastalığı gibi bir hastalıktır. Fikri hezeyanlaştırır. Biz müteharrik-i bizzat değiliz, bilvasıta müteharrikiz. Avrupa üflüyor, biz burada oynuyoruz. O tenvim ile telkin eder, biz kendimizden hayal edip, asammâne tahribimizde eser-i telkini icra ederiz.”

Üstadın bu mübarek tespitleri, tarihseldir yerli yerinde tespitlerdir…

Kabullenmemiz lazım.

Ki bu gerçeği 84 milyon kabul ediyor..

Ama ne yazık ki siyaset dünyası “kabul” etmiyor..

Nitekim yıllardan beridir bir türlü kendine çekidüzen verebilmiş değil..

Gaflet uykusundan da uyanmış değil..

50 sene “Avrupa Birliğine gireceğiz” diye kapıkulu gibi kapılarında beklenip duruldu.

Siyonist dünyası olsun, haçlı emperyalist dünyası olsun, Türkiye hala da onlardan beklenti içerisinde..

Umut besliyor…

Ama boşuna, nafile bir beklenti, çünkü aldanıyor, yanılıyor..

Bakınız, sevgili okurlar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, partisinin TBMM’deki grup toplantısında, şu uyarıları yapıyor..

Kılıçdaroğlu’na 10 soru yöneltiyor…

Ve şöyle diyor..

“Bu sorulara öyle kıvırtarak, laf çevirerek, yuvarlak sözler ederek değil, kesin, kati, net cevap vermesini bekliyorum. Şayet bu delikanlılığı yaparsa kendisini siyaseten ve tıbben mazur görmekten vazgeçip muhatap almaya başlayabiliriz.”

İşte o sorular…

“Birinci soru; PKK'dan YPG'ye bölücü terör örgütünün bütün unsurlarını, DHKP-C'den TİKKO'ya, FETÖ'den DEAŞ'a tüm terör örgütlerini, siyasi uzantıları, medya destekçileri, yurt dışında bağlantılarıyla birlikte en şiddetli şekilde lanetliyor mu lanetlemiyor mu?

İkinci soru; Türkiye'nin PKK ve YPG'ye karşı yürüttüğü sınır ötesi harekâtlarını destekliyor mu desteklemiyor mu?

Üçüncü soru; İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliği tartışmalarında bir kez daha ortaya çıkan, Batı'nın terör örgütlerine ve ülkemizin milli çıkarlarına yönelik riyakar tutumuna karşı kendi devletinin izlediği politikaların yanında mı değil mi?

Dördüncü soru; Türkiye'nin Akdeniz ve Ege'de, sınır hattından kalıcı ekonomik bölgeler oluşturma çabalarına kadar verdiği milli mücadelede, ülkesinin safında mı karşımızdakilerin safında mı?

Beşinci soru; Dünyanın salgın ve savaş sebebiyle yaşadığı krizin ekonomik boyutunun ülkemize etkilerine karşı sürdürdüğümüz mücadeleye en azından ilkesel düzeyde destek veriyor mu vermiyor mu?

Altıncı soru; Mahkeme kararları ve kurum açıklamalarıyla yalan olduğu tescillenmiş iddiaları bir kenara bırakıp, siyaseti ülkenin ve milletin adil çıkarları üzerinden yürütmeye var mı yok mu?

Yedinci soru; Siyasi stratejilerini yabancı ülke temsilcilerine hazırlatmak ve onaylatmak yerine kendi partisinin mensuplarıyla ve ülke kamuoyuyla belirlemeye yönelecek mi yönelmeyecek mi?

Sekizinci soru; Bin yıldır, kanlarımızla sulayarak, ebedi vatanımız haline getirdiğimiz bu toprakların tüm değerleri, sembolleri, birikimleri ve kazanımlarıyla asil bir devletin evladı gibi hareket etmeyi kabul ediyor mu etmiyor mu?

Dokuzuncu soru; Partisi içindeki her türden terör örgütü destekçisini, her türden hırsızı, tacizciyi, tecavüzcüyü, istismarcıyı tasfiye etmeyi düşünüyor mu düşünmüyor mu?

Onuncu soru; Yüreği yetip 2023'te cumhurbaşkanı adayı olacak mı olmayacak mı?”

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Cumhurbaşkanı, batıl, inançsız bir partinin, bir ideolojinin, bir yanlışlık silsilesinin sembolü olan CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na, yanıt vermesi noktasında 10 soru soruyor…

Cevap istiyor…

Hakikati ifade eden sorular…

İmanlı yüreğinden, nurlu vicdanından çıkan sorulardır.

Bekleyip göreceğiz; Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu 10 sorusuna cevap verecek mi?!..

Ümitli değilim..

Ama ana muhalefetin lideri ve kendisini Türkiye’ye yönetmeye aday olarak gören birinin, elbette ki bu sorulara yanıt vermesi gerekir…

Bekleyip göreceğiz; o cesareti Kılıçdaroğlu gösterebilecek mi?

En derin saygı ve sevgilerimle.