BU EĞİTİM SİSTEMİ, OLDUKÇA ÇÜRÜTÜYOR!? (II)

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü yazımızda da ifade etmeye çalıştığımız gerçek, mevcut eğitim sistemi, Türkiye insanına kayda değer herhangi bir aşama kaydetmemiştir.

Hep gerileme taktiği uygulanmıştır.

İleri sürülen yalan söyleyen uyduruk tarihe sarılmıştır..

Ders kitapları “yalan söyleyen” tarihle donatılmıştır..

Sahte kahramanlık anlayışı daima ön plana alınmıştır.

Devşirme anlayışları “çağdaşlık” adına öne çıkarıp, koskocaman binlerce yıllık geçmişe sahip bir milleti, yüz yıldan beri aldata aldata buraya kadar gelmişlerdir..

İşte nesil, işte Üniversitelerimiz!..

Ciddi travmatik bir hal-i perişanlık içerisinde..

Gerek mesleki eğitim olsun..

Gerekse diğer alanlardaki eğitim ve öğretim olsun..

Diplomalı mezunların tümü olmazsa da, önemli bir kısmı “ezber bir ruhla”, denir ya yarım yamalak!..

Ehil ve liyakat olmadığı gibi...

Özüyle, tarihiyle, medeniyetiyle, ecdadıyla da dahi “tersi” istikamette gidiyor...

Hep ifade ederim, “kuşak” çatışması yaşıyor gençlik!..

Ancak “yıkıcı” bir fiiliyatla...

Ve bazı siyasi partiler de “kuşak çatışmasını” kendilerine “istikbal” kazandırma adına; “arka bahçe” olarak kullanıyor..

Nitekim ülkenin tarihine baktığımızda, darbelerin, ihtilallerin, muhtıraların, sivil iradeye yönelik suikastların temel argümanı olarak; hep gençlik “yem” edilerek kullanılmıştır..

İşte hal-i alem orta yerde..

Denir ya..

Deveye sormuşlar boynun neden eğridir diye..

O da demişti; “nerem doğru ki?”..

***

Cumhurbaşkanı Erdoğan, üç gün önce bir çağrıda bulundu..

“Yeni bir anayasa yapalım” diye..

Tüm siyasi partilere..

STK’lara..

Odalara..

Akademisyenlere..

Yani, ülkenin tüm dinamiklerine “işbirliği” noktasında davetiye çıkardı..

İttifak istedi..

İktidar olsun, muhalefet olsun; artık “el birliği” yapmalı..

Ne diyor Cumhurbaşkanı Erdoğan?

“Bu vesayetin ve darbelerin eseri olan köhneleşmiş bir anayasayla devlet yönetilemez...”

Aynen de öyle..

Çünkü mevcut anayasa yamalı bohçaya döndüğü için, hiçbir yeri “dikiş” tutmuyor...

Ki sivil ve pak değil..

Peki, CHP ne yapıyor?..

Dün olduğu gibi bugün de, tersi istikametle “ben ülkeyi nasıl karıştırabilirim” faaliyeti içerisinde...

Her mevzuda, “Ak’ı kara, kara’yı ak olarak gösterme” becerisiyle siyaset güdüyor...

Teröristlere, travestilere, LGBT’lilere “milletin evladı” diyor.

“Milletin evladını serbest bırakın” diyor.

Gerçekten ana muhalefet partisi lideri, partisinin eski vesayetçi darbeci anlayışıyla yeni anlayışını birleştirmeye çalışıyor.

Aralarında paralellik kazandırmaya çalışıyor.

Gaflet ve dalalet hakim..

Düşünün.

Bu CHP lideri Kılıçdaroğlu, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki yapılan terörist ayaklanmaya masumiyet kazandırmaya çalışıyor.

1960’lardaki 27 Mayıs darbesinin öncesindeki İsmet İnönü’nün kalleşliğini bugün buraya getirip yeniden ortaya sermek istiyor.

Gençliğimiz belki bugün hatırlamayabilir.

Fakat 27 Mayıs 1960’taki darbede megalomanyak ruhlu Cemal Gürsel ismini taşıyan bir maşa ve CHP’li diğer generallerle işbirliği içerisinde; meşru hükümeti devirebiliyor.

Ve darbeye girişmeden evvel zemini şöyle hazırlıyor.

Bugün gibi hatırlıyoruz.

O zaman “talebe” deniliyordu.

Bugün “öğrenci” deniliyor.

Talebelerin yürüyüşüne “masum talebe hareketidir” diyordu.

27 Mayıs darbesinden bir iki hafta önce beyanat verip “Bunlar bir nevi masum talebe hareketidir” diyordu.

12 Eylül’de ise Süleyman Demirel de diyordu ki “bırakın yürüyüş yapsınlar, kaldırımlar öğrencilerin yürüyüşüyle aşınmaz.”

Hepsi, Masonik ifadeler..

Tıpkı 20 sene önce Diyarbakır’da PKK militanlarının ayaklanmalarıyla işyerlerinin camları ve vitrinlerinin aşağıya indirilme senaryoları gibi...

Dönemin, Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’di..

Dönemin, İl Valisi de Efkan Ala idi.

Efkan Ala da “Cana geleceğine cama gelsin” diyordu.

Baydemir de diyordu ki;

“Size kurban olurum, canımsınız, ciğerimsiniz, aman yapmayın geri çekilin canım size kurban olsun.”

Yani “teröristlerin” sırtları sıvazlanıyordu..

Şımart da şımart...

Bugün de Kılıçdaroğlu, Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan rektörü bahane eden bir terörist ayaklanmaya meşruiyet kazandırmak üzere, sırtlarını sıvazlıyor...

Ve hükümete sesleniyor..

“Bu milletin evlatlarını serbest bırakın..”

Nefes nefese haykırıyor.

Ama ne yapacaksın; müesses nizamın işleyişi böyle!..

* * *

Yazımıza başlık olarak kullandığımız BU EĞİTİM SİSTEMİ, OLDUKÇA ÇÜRÜTÜYOR” ifadesi boşuna değildir.

Hem de acımasızca çürütüyor.

Hem de gizli masonik locaların talimatları doğrultusunda bu çürütme yaşatılıyor...

Meşru iktidarı hiçe sayıyor veya yok etmeye yönelik ayaklanmayı düzenliyor vs.

Ama şunu da ifade etmeden geçmek istemiyoruz.

Evet.

Gerçekten bu sistemin varlığını kökten eritebilmek için radikal bir neşter gerekiyor.

Bu kokuşmuşluğa, bu kangrenleşmiş, kan ve irini bünyesinde toplamış ahlaksız yaraya neşter atılmazsa, yarınlar karanlıktan öte olur!…

İnanın, ülkemizin geleceğine ümitle bakamıyoruz.

Çünkü hani diyorlar ya “tarih tekerrürden ibarettir.”

Başta milletimiz dâhil olmak üzere devletimiz, iktidarımız, meclisimiz, siyasi partilerimiz, hatta Cumhurbaşkanımız öncelikle ve özellikle arkasına bakıp, yakın geçmişimizi irdelemeye çalışmaları gerekiyor..

Dün neydik, ne yapmaya çalıştılar?..

Evet, gerçekten İngilizlerin İstanbul’a nasıl girdiğini, hem de elini kolunu sallayarak kurşun dahi sıkmadan bu kenti nasıl istila ettiklerinden bu yana, Türkiye’de neler olup-bittiğini ortaya çıkarmalıdır...

Bu devlet, bu rejim, bu sistem, kimlerin hegemonyasında yönetile gelmiştir?

Hangi anlayışla bu memleketin insanları ikna edilmiştir?

Boş ve batıl bir sistemle bu ülke nasıl yönetile gelmiştir?

1915’te Çanakkale Savaşından zaferle çıkan bir millet.

Bir Osmanlı.

Nasıl olur da 1918’de o kovulan düşman gelip İstanbul’u istila etmiştir?

O kovulan düşmanın Dışişleri Bakanı Lord Curzon, İsmet İnönü ile Lozan’a gidip aynı masaya hangi gayelerle oturdu?..

Ülkenin geleceğini ipotek altına alan o anlaşmanın içeriği nedir, atılan imza kime aittir?..

Kimler bu ülkeye ve millete “ihanet” imzalarını atmıştır?...

Milletin “iradesine” ipotek koyup, o hain planın adına kim ne amaçla “Lozan Zaferi” adını koydu...

1924’te Hilafet-i İslamiye’yi ilga etmelerindeki gaye neydi?..

Padişah tahttan neden indirildi?...

Darbeciliğe dayalı oluşturulan Anayasa’da dokunulmaz olan nedir?..

Say say bitmez..

Bakınız sevgili okurlar...

O günün ve bugünün de yamalı bohça haline dönüşen  mevcut anayasanın himayesinde “Halk Fırkası” adını taşıyan bugünkü CHP o gün kuruldu..

Ondan sonra bu milletin başına, denilir ya “her türlü çorap örüldü?...

İngiliz patentli çoraplar...

Çeyrek asır boyunca kan gövdeyi götürdü...

Sonuç itibariyle 1950’de Demokrasiye giren Türkiye, yeni bir seçim şansını alabildi?..

Ki, Demokrat Parti iktidar oldu...

10 yıllık bir iktidarda kalan Demokrat Parti ve Başbakan Adnan Menderes nihayet aynı darbeci anayasanın himayesinde “vesayet suikastına” uğradı...

Lord Curzon’ın anlaşma ortağı İsmet İnönü, o gün Menderes’e diyor ki “Ben de seni kurtaramam..”

Ve bu sözden sonra darbe gerçekleşti...

Darbeye gerekçe olarak, sokaklara dökülen üniversiteli gençler gösterildi?...

Yukarıda söylediğimiz gibi İnönü, isyankâr gençliğe “bu bir nevi masum talebe hareketidir” yaftalarını yapıştırıyordu.

Sonrasında da darbeler üstüne darbeler.

Türkiye, kendini post modern Batı Çalışma Grubu’nun 27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat, 17-25 Aralık operasyonları ve 15 Temmuz gibi darbelerinden kurtaramadı.

Allah encamımızı hayreyleye.

Tek temennimiz;

Cumhurbaşkanımız ve iktidar partisi ne yapıp yapıp tez elden Anayasamızı değiştirip, CHP’nin kirli çamur anlayışından bu ülkeyi kurtarma arayışı içerisine girmesi gerekiyor...

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı Cumalar.