CUMHURİYET DÖNEMİNDE ŞAPKA DEVRİMİ!

Evet, sevgili okurlar.

Gerçekten milletçe arkamıza dönüp tarihimizin derin sayfalarına göz attığımızda birçok "tarihi gerçekle" yüzleşebiliriz…

Hakikatlerimizi; “öğrenebiliriz…”

Değil ki; "öğrenmek", bilakis öğrenmek zorundayız ve öğrenmeliyiz de.

Tarih boyunca olup biten gerçekler gün yüzüne çıkarılmadığı müddetçe, potansiyel olarak ne kadar güçlü olursak olalım, illa ki bir tarafımız sakat kalır.

Tarihin detayını, pozitif veya negatif yönünde karşılaştırmadığımız süreçe, net olarak kötülüğe kötülük diyemeyeceğimiz gibi, iyiliğe de iyilik diyemeyiz.

Zira “kötülüğe kötüdür”, “iyiliğe de iyidir” diyebilmemiz için, mutlaka her iki şıkkın detayına inmemiz lazım…

Bilmemiz lazım…

Her iki şıkkın kaynağına da inmek gerekir…

Aksi takdirde, hani diyorlar ya; “havanda su dövme” misali, günümüzü gün etmekten başka bir şey olmaz..

Bu şekilde millet olarak bir yere de varamayız.

Evet, gerçekten bazı şeyleri yeni yeni öğreniyoruz ve milletçe de 7 sülalemizden gelenleri 7 neslimize de götürmemiz lazım.

Yoksa “bir şey yaptık, bir yere vardık, varabildik” diye sanmak, boşunadır ve sadece tesellidir.

Bize göre bundan da bir şey çıkmaz.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Bakınız, Ocak 2017’de “Ömer Hakan Özalp” isimli bilinen ve tanınan bir yazarımız bu hususta tüm detayıyla “Derin Tarih” dergisinde bir yazı kaleme almış…

O yazının bazı paragraflarını sizinle paylaşmak istiyoruz.

Zira gerçekten çok dikkat çekicidir…

Önemlidir ve bilimseldir…

Bu tarihi değerleri kaleme alan Sayın Özalp Bey’e de buradan teşekkürlerimizi sunmak istiyoruz.

Zaten “Görünen köy kılavuz istemez” örneğiyle yola çıkarsak, olup bitenler her gün biraz daha açıkça kendini ele veriyor.

Ama ne yazık ki 90 yıllık bir süreçte devletimizi elinde tutan ve 1924’teki anayasanın yürürlüğe girmesinden sonra İslam dünyasının ve Türkiye’nin can damarı durumunda olan Hilafet-i İslamiye ile Saltanat-ı Osmaniye kökünden kazıldı…

Söküp atıldı..

Tek bir varlığı dahi bırakılmadı, yaşatılmadı, yaşamasına izin de verilmedi..

Her şey, hem de millet adına değil, dış mihrakların dilek ve direktifleri altında gerçekleştirildi.

Bunun için diyoruz ki;

550 milletvekilinden oluşan parlamento, iktidarıyla ve muhalefetiyle birbiriyle kenetlenerek, bir ittifak içerisinde şu yakın tarihimizi gözden geçirmeleri gerekir.

Bize göre bu yasama erki olan Meclis, ne kadar demokratik çoğulcu parlamenter sistemi olarak kendini tanımlarsa tanımlasın, hiç de öyle değildir.

Çünkü hiçbir meclis, hiçbir kamu kuruluşu, tarihi olup bitenleri milli iradeden saklayamaz.

“Milli iradeyle iş yapıyorum” diyerek yola çıkan iktidarlar veya muhalefetler, eğer milletin istek ve arzuları paralelinde adım atmıyorsa ve milleten gizli saklı iş yapıyorsa, hiçbir zaman demokratik çoğulcu parlamenter sistemini kendilerine isnat edemezler.

Zira herşey iki cümlede biter.

Milli irade ve temsilcilerinin gerçeği söz konusudur.

O olmadığı takdirde “Boşa kürek çekme” misali, kimse kimseyi boşuna kandırmasın.

Bir yandan bakıyoruz “Şapka İnkılabı”nı eleştiren ve kitap telif eden bir İslam âlimi olan İskilipli Atıf Hoca idam ediliyor.

Madalyonun diğer bir yüzüne bakıldığında, o kanun hala yürürlükte ve kimse de şapka giymiyor.

Bırakın şapka giymeyi, kanun koyucuları dahi bu kanunu akıllarının kenarından bile geçiremiyor.

Öbür tarafa bakıyorsun; kanunda, yasalarda, anayasada hiç bahsi geçmeyen "başörtü yasağı"  dayatılıyor…

Okuyan gencecik bayanların kılık kıyafetiyle uğraşılıyor..

Engelleniyor, eğitimlerinden alı konuluyor?

Herhangi bir yasaklama olmadığı halde, yıllardan beri küfrün, edepsizliğin, şerefsizliğin zirvelere çıktığı bir Türkiye’de masum genç kızların başörtülerine müdahale ediliyor ve mahalle baskısı uygulanıyor.

Ki bu nerdeyse 90 yıldan beri böyle devam ediyor.

İlla ki son 15 yılda AK Partinin iktidara gelmesinden bu yana biraz olsa dahi o şirretli saldırganlık sinmiş ise de ne yazık ki dün yine İstanbul Maltepe’de bir otobüste yeniden baş göstermeye başladı.

Okuyan gencecik bir kız çocuğunun başı örtülü olduğu için, ne idüğü belirsiz mezhepçi bir kadın “Ben Atatürkçüyüm, siz teröristsiniz, başörtüsü takamazsınız” diyerek masum kız çocuğuna saldırabiliyor.

Ama iyi ki bu yaptığı edepsizlik yanına kar kalmamış, sorgulanmış ve sorgulandıktan sonra tutuklanmıştır.

Önceki yıllarda olsaydı, bırakın tutuklanmayı bilakis birileri tarafından alkışlanırdı.

Hem de “Vatan, Millet, Sakarya” adına haklıdır denilirdi?

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Konumuzu fazla dağıtmayalım.

Ömer Hakan Bey şöyle diyor;

“Süresi kısa, ama etkisi günümüze dek uzanacak kadar uzun savaşlarla geçen 10 yıllık bir sürecin ardından Anadolu’ya çekilen Müslümanlar, dini değerlerini, mukaddesatını ve bunların teminatı durumundaki Hilafeti korumak ve düşmanlarca işgal edilen vatanlarını kurtarmak için cihad ruhuyla silaha sarıldılar.

Tam bir İttihad-ı İslam hareketi olan yapılış gayesiyle sonraki gelişmeler dikkate alındığında; siyasiler, bürokratlar ve askerler açısından pek de başarılı olduğu söylenemeyen, canlarını ve mallarını fedaya hazır millet sayesinde elde edilen bir zaferin ardından ülkeye hâkim olan siyasi, askeri ve bürokratik erk, ülkenin siyasi, içtimai, ekonomik problemleriyle ve dış düşmanlarla uğraşacağına, verilen mücadele sanki din adamlarından ve dindarlardan kurtulmak için yapılmışçasına silahını milli mücadeleyi yapan milletin ‘İrtica ve kara kuvvet olarak’ algıladığı dinine ve mukaddesatına yöneltmişti.

Oysa Mustafa Kemal Paşa ile dar çevresinin ne planladığını bilmesek de ama milli mücadelede cumhuriyet, laiklik ve inkılâplar için tek bir kişinin dahi savaşmadığı bilinen bir gerçektir.

Halkın ne isteyip, ne istemediğini dikkate almayan, kendi hayat tarzlarını millete dayatmaktan başka bir şey bilmeyen, sözde özgürlükçü, halkçı ve çoğulcu yeni rejim toplum mühendisliğine soyunarak, ülkenin başka derdi yokmuşçasına ve yeni gaileler (kargaşa) açma pahasına, toplumun dini ve milli değerleriyle oynayarak ve halkın duyarlılıklarını görmezden gelerek, dini, siyasi ve içtimai alanlarda yeni düzenlemeler getirdi.

Din kaynaklı her şeye tavır aldı ve yüce İslam dinini toplumsal hayattan tecrit edecek Hilafetin ilgası, Medeni Hukuk, laiklik, Latin harflerinin kabulü, dini tedrisatın kaldırılması, dini neşriyatın engellenmesi ve ilerleyen dönemlerde Arapça ibadet ve ezanın, haccın ve Kur’an öğretiminin yasaklanması gibi birtakım inkılâplar yaptı(!).

Bunlardan biri de “Kılık kıyafet ve şapka” devrimidir.

Tabii bütün bunlar Anadolunun çeşitli yerlerinde birtakım infiallere sebebiyet verdi.

Yeni rejimin ‘irtica’ olarak gördüğü bu infialleri ‘İstiklal Mahkemeleri’ kanalıyla en ağır şekilde yatıştırma yoluna saptı.

İlim ve din adamlarıyla, halktan pek çok kişi bu yüzden idam edildi.

Cumhuriyet dönemindeki inkılâplardan bazıları, mesela Harf Devrimi, zararının mı yoksa faydasının mı daha fazla olacağı tartışma götürmekle birlikte hiç değilse okuma-yazmayı kolaylaştırmak, eğitim ve kültürü geliştirmek gibi gerekçelere dayandırılabilse de bir kısım sırf batılılar öyle yaptığı için ve sade onları taklit maksadıyla yapılmıştır.

Sırf batılılarca kullanılmasından dolayı kabul edilen şapka da bunlardan birisi olup, hasbelkader sarığı batılılar, şapkayı da Araplar da dolayısıyla Osmanlılar kullanmış olsalardı 1926’da Şapka Devrimi yerine Sarık Devrimi gerçekleşmiş olacaktı.

Sonra söz konusu inkılâpların halka rağmen yapılması ve bu yüzden kanlar dökülmesi söylediklerimizin ötesinde anlamlar içermektedir”

Sayın Hakan şöyle ilave ediyor;

“Öncelikle şunu belirtelim ki değil Müslüman milletinin giyenlere kâfir muamelesi yaptığını, Müslümanların arzu ettiği sarığın bile zorla giydirilmesine taraftar olamayız.

Bir şey yapılacaksa bunun ancak insanların kalplerini kazanmak suretiyle ve toplumların rızasıyla yapılması gerekir.

Bu da toplumların yapılacak değişikliklere hazır olmalarıyla mümkündür.

Kafanın dışındakini cebren değiştirmenin, içinin değişmesine bir etkisinin olamayacağı da ortadadır”

* * *

Evet, sevgili okurlar.

El hak.

Sayın Ömer Hakan Bey bunu çok güzel işlemiş, derlemiş ve tespitlerine katılmamak mümkün değildir.

Bu paralelde diyoruz ki tüm bu olup bitenler, gerçekten milletin iradesi paralelinde mi yapıldı?

Bu değişimler, milletin danışmanlığına sunuldu mu acaba?

Hayır.

Hiç de milletle bir alakası yok.

Ancak İngiliz patronları, Lord Gürzonların, Wilson ve Mohis Kohenlerin direktif ve talimatları paralelinde yapılmış olduğu tarihi bir gerçektir.

Kimsenin kimsenin ayıbını örtmeye hakkı yoktur.

Tüm bu olup bitenler için;

“Zalimler için yaşasın cehennem” demekten başka diyecek bir şey bulamıyoruz.

En derin saygı ve sevgilerimle.