ÇÜRÜK SİYASET VE YANLIŞ POLİTİKA ÜLKEYİ ÇÖKERTİR! (VI)

Sevgili okurlar.
Bilindiği gibi cihan devleti durumunda olan Osmanlı İmparatorluğu, Sultan Abdülhamit Hazretlerinden sonra devlet "terakkiperverlerin" eline geçince büyük bir maceraya giren ittihatçılar ne yazık ki dün olduğu gibi bugün de öyle görünüyor ki yarın da ülke olarak, millet olarak, devlet olarak, çok büyük "badirelerle" karşı karşıya olacağız.
Sonumuz ne olur bilmem?
Ama hiç te "iyi bir seyir" içerisinde değiliz?
***
Bakınız.
Osmanlının Saltanat Tahtı Ulu Hakan Sultan Abdülhamit Han’ın elinden alındıktan sonra, birkaç tane maceraperest, devşirme, Masonik komite, devlete el koydu.
Ki 1909 ile 1914 arasında beş sene gibi kısa bir süreç içerisinde devlet I. Dünya Savaşına sokuldu.
Devlet hiç alakası olmadığı bir savaşla karşı karşıya bırakıldı.
Zira bu "terakkiperver devşirmeciler" gâh devleti Fransa vesayeti altına soktular, gâh İngiltere’nin, gâh Almanya'nın.
Nitekim son olarak da İngiltere ile içten içe anlaşan bu komite nihayet o günün deyimiyle Kürdistan denilen bugünkü Doğu ve Güneydoğu Anadolu coğrafyasını alt-üst etti.
O günden bugüne kadar; "bölge" kan ve gözyaşından gözünü açamadığı gibi bölünme noktasına geldi.
Zaten o büyük Siyonist haçlı kökenli ırkçılık, jön Türklerin içine de girince faşist, kirli ırkçılık anlayışıyla devlet tamamen ele geçirildi.
Bin senelik İslam kültürü bir çırpıda, yani neredeyse 10 yıl içerisinde kökten sildirmeye çalışıldı ve ne yazık ki başardılar.
İttihatçıların her birisi el altından bir devletle işbirliği içindeydiler.
Ta ki son uzantıları olan cumhuriyetçilere gelinceye kadar.
Kesinlikle cumhuriyeti kuran kilit adamların temel anlayışları da İngilizlerin vesayeti altında oluşmuştur.
Zira bu hakikat, tarih bilimine mensup olan yabancı tarihçilerin tespitleridir. 
Ve başlıca bir gerçektir ki Erzurum ve Sivas kongreleri dahi İngiliz baş murahhası yani bugünkü deyimle Dışişleri Bakanı Lord Gürzon’un kuzeni olan bir havacı albayın direktifi altında oluşturulmuştur.
Bu nedenle gün gittikçe Osmanlının yıkılışından sonra sıra İslam hilafetinin ilgasına geldi.
İşte onda da başarılı olan terakkiperver komite uzantıları böylece devleti ellerine geçirdiler.
Ve o günkü faturalar bu günkü insanlarımıza çıkmış durumda.
İktidarlar ve muhalefet şeklen, yapay olarak kavgalı görünüyor ise de aslında anlayış içerisinde mevcut darbecilerin vesayeti altında aynı hedefi vurmaya çalışıyorlar.
***
Nitekim merhum Akif “Safahat”ta şöyle diyor;
“Belanı istedin Allah da verdi… Doğrusu bu.
Talep (istek) nasılsa tabii netice öyle çıkar.
Meşiyetullah (Allah’ın isteği) sana zulmetmek ihtimali mi var? Haşa.
‘Çalış’ dedikçe şeriat, çalışmadın durdun.
Onun hesabına birçok hurafe uydurdun!
Sonunda bir de tevekkül mefhumu sokuşturdun araya
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya
Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden
Yorulma öyle ya Mevla ecr-i hasın iken!
Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini
Birer birer oku tekmil edince defterini.
Muvaffakiyet imkân bulur musun acaba
Hamakatın (ahmaklığın) aşıyor hadd-i itikatlı yeter
Ekilmeden biçilmeden tarla nerde var, göster bana
Kader senin dediğin yolda şera bühtandır
Bu şekilde tevekkülün hele hüsran içinde büyük hüsrandır”
* * *
Bakınız, sevgili okurlar.
Âkif bize neleri hatırlatıyor?
Gerçekten, bugünkü Türkiye’nin manzarası, yüz sene önceki madrabazlığın eseridir.
Ziya Paşa’nın dediği gibi…
İşi tamamıyla aklımıza uygun olarak değil de ilahi kader tecellisinden başka akıl buna idrak edemez.
Bakın, Ziya Paşa ne diyor;
“İdrak-ı meali bu küçük akla gerekmez.
Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez.
* * *
Her zaman anlatmaya çalıştığım durum; kirli eller Devlet-i Âliye-yi Osmaniyeyi ele geçirince, gayretli, inanmış, düşünür, mütefekkir ve büyük İslam âlimlerini hedef almışlardır?
Ve bu kesime "büyük" sıkıntılar yaşatmışlar.
Nitekim halkın daha da gelecek sıkıntılarını tespit eden Bediüzzaman gibi büyük din ulemaları şu şekilde milleti uyarmıştır.
İster millet uyansın, ister uyanmasın.
Uyanmadıkça da böylesine hal-i pür melalin girdabına girmekten kendini kurtaramaz.
Bediüzzaman şöyle uyarıyor ve diyor ki;
Bu millet bin seneden beri yüce Kur’an-ı Azim Şan’ın bayraktarlığıyla iftihar etmiştir.
Ama ne yazık ki son zamanlarda bu yüce bayrağı neredeyse yerlere düşürmüş durumda”
Evet, Bediüzzaman şöyle devam ediyor;
“Evet.
600 sene belki Abbasiler zamanından beri, yani bin seneden beri Kur’an-ı Hâkimin bir bayraktarı olarak bütün cihana karşı meydan okuyan Türkiye’nin bu vatan evlatlarını İslamiyet’ten uzaklaştırmak ve mahrum bırakmak için Müslümanlığa ait her türlü bağların koparılmasına çalışıyorlar.
Ve bilfiil de muvaffak olunuyordu.
Bu vakıa cüz’i değil, belki külli ve umumi idi.
Masum insanların hususen Gençlerin ve milyonlarca masumların talebelerinin iman ve itikatlarına, dünyevi ve uhrevi felaketlerine taalluk eden çok geniş bir hadise idi.
Kıyamete kadar gelip geçecek Anadolu halkının ebedi hayatlarıyla alakadardı”
* * *
Bu meyanda Üstadımız 14. Şua’da şöyle sesleniyor;
“Bir tek gayem vardır: 
O da, mezara yaklaştığım bu zamanda, İslâm memleketi olan bu vatanda Bolşevik baykuşların seslerini işitiyoruz. 
Bu ses, âlem-i İslâmın İmân esaslarını zedeliyor. 
Halkı, bilhassa gençleri imansız yaparak kendisine bağlıyor. 
Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücadele ederek gençleri ve Müslümanları imana davet ediyorum. 
Bu imansız kitleye karşı mücadele ediyorum. 
Bu mücahedemle inşallah Allah huzuruna girmek istiyorum. 
Bütün faaliyetim budur. 
Beni bu gayemden alıkoyanlar da, korkarım ki Bolşevikler olsun. 
Bu İman düşmanlarına karşı mücahede açan dindar kuvvetlerle el ele vermek, benim için mukaddes bir gayedir. 
Beni serbest bırakınız, el birliğiyle, komünistlikle zehirlenen gençlerin ıslahına ve memleketin imanına, Allah'ın birliğine hizmet edeyim.
En derin saygı ve sevgilerimle.