ÇÜRÜK SİYASET VE YANLIŞ POLİTİKA ÜLKEYİ ÇÖKERTİR!(II)

Evet, sevgili okurlar.
Bilindiği gibi yıllardan beri bu köşede yazmış olduğum, özellikle sizinle paylaşmak istediğim ana gerçek ve beklentilerimiz; 
Tarih boyu dünyaya insanlık medeniyetini taşıyan yüce İslam dini paralelindeki ittihat, birlik, beraberlik, sevgi ve sulh-u umumi denilen toplumsal genel bir barışın varlığına dairdir.
İslam’ın gölgesi veya ışığı altında yürüyemeyen milletler, özellikle İslam ümmeti hiçbir zaman hedefine ulaşamadığı gibi pusulasını da şaşırır..
Doğal olarak da derbeder olur, kargaşa, terör, kavga, kan ve gözyaşlarından da kendini arındıramaz.
Bu bilimsel tespitlerdir ve gerçektir.
Nitekim mevcut olan yüzyıllık bir geçmişimizde varlık gösteren siyaset arenasında, yönetim ve iktidar alanlarında gördüğümüz tek şey var o da "Başarısızlıktır!".
Toplumu ve ülkeyi bir yerlere taşıyamamazlıktır.
Ve ahlaken ruhi çöküntüler ve imani yozlaşmalardan başka bir şey bulamıyoruz.
Zaten halkın bu sistemden, bu rejimden beklentisi de yok.
***
Üstat Bediüzzaman Hazretleri, Allah ebediyen razı olsun.
“Nutuklar” isimli eserinde;
O dönemde Şekerci handa bulunduğu sırada İstanbul’a taşınan kırk bin civarında Kürtlerin varlığını görüyor ve genellikle hamallık yapan Kürtlerin hali perişanlığını görünce, onların hal dilleriyle hitap ediyor.
“Ruhumu misafireten bir hamal cesedine gönderdim.
Ve hamal lisanıyla hamallara hitaben beyan-ı hal ettim.
Kusurumu müstaar hamallığıma bağışlamalı.
(Kusuruma bakmayın, size her ne kadar hamal gözüyle bakmıyor isem de görünen gerçek budur ki hamalsınız ve hamallık yapıyorsunuz)
Ben de hamallık lisanıyla sizinle konuşmak istiyorum” diye o hamallar topluluğuna hitap ediyor.
“Ey hamallar!
Sizin kalbinizde bu fikri ekiyorum.
Zira kalbinizin hali, bozulmamış temiz nurlu bir kalptir.
Beni canla başla dinleyiniz.
Size biraz nasihat edeceğim.
Gayet kıymetdar üç cevherimiz vardır.
Şeriat-ı Ahmediye, namus ve gayret lisanıyla bu üç cevherin muhafazasını (korunmasını) bizden istiyor.
Birincisi: İslamiyet ki milyonlarla şühedanın kan pahasıdır.
(Yani tarih boyu yeryüzünde küfür ile iman arasındaki geçen mücadelede savaşıp çarpışan, milyonlarca Müslümanların kanı)
İkincisi: İnsaniyet ki insanı umum âleme sultan eden de odur.
Üçüncüsü: Milletimiz ki o eserler ile hay olan (yaşayan) dahi seleflerimiz de bir rabıta-i ittihadımızın illiyet bağıdır.
Bunun karşılığında bizim üç düşmanımız var.
Bu üç düşman var olduğu müddetçe devlet ve millet yekvücut olarak yok olup gider.
Birincisi; Fakirliktir, yoksulluktur, imkânsızlıktır.
Yalnız burada Kürtlerden kırk bin hamalın varlığı bunun canlı şahidi ve delilleridir”
* * *
Evet.
Elbette ki yüz yıl önce Kürdistan’dan göç edip İstanbul’da hamallık yapmak üzere çalışmaya gidiyorlar ise Bediüzzaman da onları orada görüp toplatabiliyor ve onlara nasihat ediyor.
Demek ki yüz yıl önceden beri Kürtlerin fakr u zaruret içerisinde olduğunu Bediüzzaman dahi tespit etmiştir.
“İkincisi: Cehalet!
Bu kırk bin hamaldan kırk nefer murabbi-i efkari olan (fikirlerini eğiten) gazeteyi bu zaman-ı terakkide okuyamamasıyla sabittir.
Bu da cehaletin bir nevi alamet-i farikasıdır.
Üçüncüsü: Kürtler arasındaki keşmekeşliktir.
Şimdi dört yüz bin cesur muharip bir kuvve-i cesimeye (güçlü bir kuvvete) malik olduğumuz halde, aramızdaki ihtilaf-ı dahiliye (dahili ihtilaf ve anlaşmazlık) bizi mahvediyor.
Şimdi bize üç elmas kılıç lazımdır.
Bu ihtilafı kaldırmak için…
Ta ki üç cevherimizi muhafaza etsinler ve üç düşmanımızı da mahvetsinler.
Üç cevherden birincisi: İttihad-ı milli.
Milletçe birleşmek, dayanışmak ve ittihat etmek.
İkincisi: İnsanların çalışmasıdır.
Bu da milli bir dayanışmadır.
Üçüncüsü: Muhabbet-i milliyedir.
Ki bu ittihatla o kuvve-i cesimeyi (bu güçlü birlikteliği) hükümetin eline vermekle harice (dışa yönelik) sarf ettiğinden, kendimizi müstahak-ı adalet ve ona bedel hükümetten adalet ve müterakkim hukukumuzu isteyeceğiz.
Ve diyeceğiz ki;
Altı yüz seneden beri bayrak-ı tevhidi umum âleme karşı ila eden, yücelten ve istibdada şiddetle itaat ve terk-i adat-ı milliye ile ihtiyarlanan bizim şanlı Türk pederlerimize kuvvet ve cesaretimizi hediye edelim.
Ona bedel onların akıl ve marifetinden istifade edeceğiz ve esaretimizi de göstereceğiz”
* * *
Bakınız, sevgili okurlar.
O büyük Üstat Bediüzzaman Hazretleri; ülkenin bütünlüğünü, milli inanç ve İslamiyet doğrultusunda görmektedir.
Toplumun birbiriyle mücadele edip kavga etmelerinin sebeplerinin başı fakr u zarurettir, kültürsüzlüktür, cehalettir ve ekonomidir.
Tüm bunları bertaraf edip, milletle el ele vererek, milletin içinde demokratik parlamenter sistemi içerisinde seçilip, TBMM’ne gönderilen kişiler, mutlaka herşeyle donatılmış birer timsal olması gerekir.
Örnek olması gerekir.
Eğer kendi benliğini yitirip de millet adına değil, kendi adına ranta dayalı, çıkara dayalı, devletin güzel imkânlarını kötüye kullanarak, rüşvet, ihale, yolsuzluk, sebepsiz yere zenginleşme biçiminde görüntü veriliyorsa, işte o zaman vay halimize!
Ne demokrasiden dem vurabiliriz, ne de hukukun üstünlüğünden.
Yıllardan beri biz medya grubumuzda, bu memlekette olup bitenleri kamuoyuna duyurmaktayız ve duyurmaya devam ediyoruz.
Diyoruz ki;
Devletin bazı önemli kurum ve kuruluşları ne yazık ki bazı Bakanlıkların bünyesindeki oluşa gelen ve yerleşen bazı kimlikler, açık ve net olarak rant peşinde olup, gerçekleri milleten saklayıp, yasa dışı keyfilikleri millete yutturmaya çalışıyorlar.
Biz bunları hep yazdık ve yazmaya devam ediyoruz.
Sözümüzü dikkate alan bazı değerli bakanlarımız, özellikle Sayın Veysel Eroğlu gibi değerli bakanlar, kendi bakanlığına bağlı DSİ gibi, Sulama Birliği gibi önemli kurumları hemen kontrol altına alıyorlar.
İnanıyoruz ki temsil ettiği makamına layık olmayan insanların artık yaptıkları yanlarına kar kalmaz.
En derin saygı ve sevgilerimle.