ÇÜRÜK SİYASET VE YANLIŞ POLİTİKA ÜLKEYİ ÇÖKERTİR!(III)

Evet, sevgili okurlar.
“ÇÜRÜK SİYASET VE YANLIŞ POLİTİKA ÜLKEYİ ÇÖKERTİR!” başlıklı yazı serimiz devam ediyor.
Bu noktada üçüncü yazımız.
Mevzuu ettiklerimiz, birçok yönüyle okurlarımızın dikkatini çekmiştir.
Çünkü bu meyanda bize olumlu mailler, telefonlar gelmektedir ve yoğun bir biçimde gelmeye devam ediyor.
Zira yakın tarihimizde olup bitenler ve ülke insanlarının ne kadar büyük badirelerle karşı karşıya kalındığı ve kimler tarafından bu ülke böylece sıkıntılı, kaoslu olumsuzluklarla baş başa bırakıldığına dair ortaya koyduğumuz hakikatler "gün gibi" aşikârdır.
Ne yazık ki hepsi gerçekten çürük siyaset ve yanlış politikanın sonucu olarak Türkiye’ye hediye edilmiştir (!)
Zulüm, kan, gözyaşları, ekonomiksel sıkıntı, haram yeme-yedirme… 
Toplumun iç donatıları neredeyse tefessüh etmiş, ahlaken yozlaştırılmış bir gençlikle karşı karşıya olduğumuzu kimse inkâr edemez.
Hudfuroşluk, bencillik, riyakârlık, gerçekleri saptırma, devlet büyüklerini kendi tarafına çekme planlarını uygulayan tetikçi fesat bir medya, "hep ülkenin bütünlüğüyle" oynamıştır.
Devlet zirvelere tırmanmış.
Kendi öz be öz halkına kuş bakışıyla bakmış.
Yan gözle bakmış.
Ötelemiş.
Cahil ve hor görmüş.
Oysaki tüm imkânlarını da yine bu milletten sağlamıştır.
Devlet gemisinin yürüyebilmesi için; 
Acımasız vergiler, bütçeler, hem de katmerli faizleriyle beraber milletten tahsil edilmiş olduğu halde…
Ne var ki millet devletle bir türlü bağdaşamamıştır, uzlaşmamıştır.
Veyahut uzlaşma engeli kaldırılmamıştır.
Bunun en önemli sebebi; 
Dışa bağımlı, Siyonist hilebaz ile sözde muhafazakâr, inançlı, milli birlik ve bütünlüğünden yana riyakâr, yalaka medyadır.
Gerek sol cenah olsun, gerek sağ cenah olsun.
Hiçbiri sağlam ve onurlu, milletin birlik ve beraberliğinden, ülkenin bölünmez bütünlüğünden yana doğru dürüst yayınlar yapmamıştır.
İllaki bozgunculuk, fesat çıkarma, kargaşa ve terör yaratma yolunda yürümüştür.
Nitekim geçtiğimiz Cumartesi günü Afyonkarahisar Genç Atılımcılar Derneğinin düzenlediği “Nasıl bir Türkiye” konferansında konuşan Genelkurmay eski Başkanlarından emekli Orgeneral İlker Başbuğ, bizim söylediklerimizi cümlesi cümlesine kabullenmiş durumda.
Ve bir nevi itiraf olarak kamuoyuna yansıtmıştır.
“Nasıl Bir Türkiye” konferansında konuşan Sayın Başbuğ, geç de olsa çok güzel itiraflarda bulunmuştur.
İster samimi olsun, ister samimi olmasın.
Ama ağzından çıkan kelimeler, devletin en önemli kurumu olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin geçmişe yönelik ne kadar hatalı olduğunun bir itirafıdır.
Kemalizm’le, Laisizm’le vakit geçiren devlet, tüm kurum ve kuruluşlarıyla bize göre bu millete karşı suç işlemiştir.
Keşke o tarih yeniden ele alınarak irdelenmiş olsa.
Ne güzel olurdu.
Ama heyhat!
Hiç de kimse buna yanaşamıyor.
Fesat unsurları aynen devam ediyor.
Bozgunculuk devam ediyor.
Başbakan muhterem Ahmet Davutoğlu…
ilim ve iman kariyeriyle her ne kadar Bakanlar Kurulu’nun başkanı ve devletin Başbakanı olarak işbaşındaysa da… 
Ama ne yazık ki AK Parti neredeyse kendi hedefini şaşırmış, deyim yerindeyse “şaşkın ördek” gibi yönünü değiştirmiş. 
Ne yaptığının farkında değil..
Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan nerdeyse eski misyonunu da geri plana bırakmış.
Üç beş tane kozmopolit, ne idügü belirsiz, rantiyeci insanlar partiyi ele geçirmiş gibi görünüyor.
Hele hele bu son aday belirleme olayı da zaten kendilerini ele veriyor.
Başbakan Davutoğlu, kamuoyu nezdinde ne kadar değerli ve dürüst bir insan olduğunu hiç kimsenin inkâr edemeyeceği halde, iktidarın bazı çevreleri tarafından pek önem verilmiyor gibi görüntü veriliyor.
* * *
Evet.
Gerçekten emekli Orgeneral Sayın İlker Başbuğ’un da ifade ettiği gibi…
İnanmış, hem de yüzde 99’u Müslüman olan bir millete karşı laiklik bahanesiyle, radikal terakkiperver bir kesim insanlar tarafından bu devlet içten vurulmuştur, bu halk ensesinden vurulmuştur.
Bir hiç uğruna bugün terör rezaletiyle karşı karşıya olmaktan kendini kurtaramayan bir ülke durumuna düşmüştür.
Bakınız, sevgili okurlar.
İlker Başbuğ, kelimesi kelimesine aynen şunu söylüyor.
“Laiklik konusunu halkımıza, köylümüze doğru anlatamamışız. Aslında çok açık, ama halka doğru anlatılamadığı için maalesef Cumhuriyet'in ilk kurulduğu andan itibaren istismar ediliyor. 
İlk kurulan muhalefet partisi Terakkiperver'den beri siyasette, din ve dini duyguların istismar edilmesi başlıyor. 
Köyde, kentte öyle bir şey resmediliyor ki 'laiklik' denilince 'dinsizlik' anlaşılıyor. Diyorlar ki 'Ordunun başında olan generaller, subaylar dinsiz.' 
Böyle bir propaganda yapılıyor. 
Din bir toplum için vazgeçilmezdir. 
Dinsiz toplum olmaz. 
Din toplum için önemli ve hayatidir. 
Hele Türkiye gibi halkının yüzde 99'u Müslüman olan bir ülkede dini bir tarafa atamazsınız. 
Bazı dönemlerde hatalar yapıldı. 
Bazı radikal düşüncede olanlar dini toplum hayatından kopartmaya çalıştı”
* * *
Evet, sevgili okurlar.
Gerçekten yakın tarihimiz boyunca yüzde 99’u Müslüman olan bir toplum; 
Kendi benliğini, birliğini, dinini, imanını, kitabını, istenilen bir biçimde yaşayamamıştır.
Bırakın yaşamayı, yaşamamaya zorlanmıştır.
Entrikalı oyunlarla, özellikle milletin birer can damarı durumunda olan ulema kesimi susturulmuştur.
Hapislere, zindanlara sürdürülmüşler.
Veya İdam edilmişler.
Veya da toplumdan tecerrüt edilmişler.
Hak dinin hakkaniyetini, gerçeklerini topluma ne yazık ki iblağ tebliğ edememişlerdir. 
Oysaki Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmadan İslami gerçekleri millete enjekte etme, yayma, öğretme gibi fonksiyonların yaşatılması inanan bir toplumun başlı başına vazgeçilmez görevlerinden birisidir.
Bu görevi yapabilen, toplumun içinder ulema kesimleri olmalıdır.
Ama heyhat!
Sayın Başbuğ’un da işaret ettiği gibi…
Ne yazık ki devlet, bu millete karşı yanlış işler yapmıştır.
Yaptığı yanlış ve hataların en büyüğü;
İslamiyet’i anlatmamak için, halka Kur’anı öğretmemek için din adamları susturulmuştur.
Adeta kalemleri kırılmıştır.
Dillerine kelepçe, ayaklarına pranga vurulmuştur.
Oysaki yüce kitabımız Kur’an hiç kimseden korkmadan, çekinmeden Allah risaletinin gereğinin yerine getirilmesi için tebliğ emrini vermiştir.
Allah’tan başka kimseden korkmayan ulema kesimlerini işaret etmiştir.
İşte “Ahzab” suresinin 39. ayet bunun başlıca kanıtlayıcı delilidir.
“Allah'ın göndermiş olduklarını tebliğ edenler, Allah'tan korkarlar ve O'ndan başka kimseden korkmazlar. Allah hesap gören olarak yeter”
Durum bu iken hala da o baskıcı unsurların vahameti, din adamlarımızın üzerindedir.
* * *
Dün Diyarbakır İl Müftülüğünün Kutlu Doğum Haftası etkinliği vardı..
Herkes ordaydı.
Seyrantepe Spor Salonu bu etkinlikten dolayı hınca hınç doldurulması gerekirken, ne yazık ki salonun büyüklüğü kadar değil, üçte biri ancak doldurulmuştu.
İl Vali Yardımcısı Mehmet Demir kürsüde konuşuyor..
Etkileyici..
Konuşması adeta izleyicileri büyüledi ve büyük bir alkış topladı.
Ama ne var ki; İl Müftü Vekilinin konuşması cılız ve sıradandı..
Şöyle ki..
Vali Yardımcısı Demir konuşma metninde; hadisi orijinal metninden okuması dikkat çekiciydi.
“Levlake levlake lemâ halaktü'l-eflâk” hadisini orjinaliniyle, Arapça telaffuz etti..
Lakin, İl Müftü Vekilinin konuşması esnasında ayet ve hadislerden getirmiş olduğu örneklerin tümünü "Türkçe mealleriyle" aktardı.
Hiçbir ayet ve hadisi orijinal metinden okumaması doğrusu ilginçti.
Benim şahsen çok dikkatimi çekti.
Ve yadırgadım..
***
Evet, toplum olarak başlıca görevimiz; gerçekleri görmemiz lazım.
Kimseden korkmamak kaydıyla gerçekleri söylememiz lazım…
Yeri geldiğinde herkes eleştirisini serbestçe yapmakla beraber, devletin odak noktalarının hatalarını da yanlışlarını da daima topluma yansıtmak lazım…
Kamuoyunun herşeyi bilmesi lazım.
En derin saygı ve sevgilerimle.