DİN VE DİL DEĞİŞİMİYLE OLAN OLDU BİZLERE!? (III)

Evet, sevgili okurlar.

Dün de yazdık, bir önceki gün de yazdık..

Ki bugün üçüncü yazımız olacak..

Yazdıklarımız tümüyle tarihi gerçeklere dayanmaktadır...

Mevzu ettiklerimiz kamuoyunu aydınlatma cihetiyle ilgilidir.

Bilen bilir... Bilmeyen, bilenlerden sorabilir tarihini ve kültürünü.

Ecdadın izzet ve şerefini, bu ülke, bu kutsal topraklar, haçlıların, siyonistlerin elinden nasıl kurtarıldığının bilinmesi lazım?...

Geçmişimize, tarihimize geniş pencereden bakmamız gerekir.

Ve bu tarih, okullarda ders kitabı olarak okutulması lazım

Ülke ve ümmet için; olmazsa olmazdır.

Aksi takdirde gençlik, mazisini, ecdadını bilemez olur...

Okumayan gençlik, “cehalet” çukuruna yuvarlanmış demektir...

Ne önünü görebilir, ne de geleceğini kestirebilir?..

Düştüğü kuyudan çıkamaz!?.

***

Bakınız yakın tarihimiz diyorum!...

Ne yazık ki, “yakın tarihimiz” gerçekçi bir dil, üslup ve hakikatlerin ışığında ele alınmamıştır..

Tersyüz edilmiştir..

Olup-bitenler dünya tarih sayfalarında ayrı yer almaktadır..

Ama gel gör ki, içimizde, Türk tarih sayfalarında “tarihimiz, olup-bitenler” gerçekçi bir dille, üslupla kaleme alınmamıştır..

Yanıltıcı, kandırmacadan ibaret, “gerçekleri” gözardı eden, halk deyimiyle “yalan söyleyen bir tarih” hep enjekte edilip, yazılmıştır..

Bu da; İnanan bir millet için züldür ve meskenettir.

Doğrusu, geri dönüp arkamıza baktığımız zaman, özellikle geniş çerçevede geride bıraktığımız tarihi gerçekler, “yalan söyleyen tarih” tüm çıplaklığıyla kendini, ele veriyor..

Zerre kadar dünyanın dönen çarkıfeleki, hiçbir zaman yörüngesini şaşırmadığı gibi Türkiye’de yakın tarihte olup bitenler de değişmiyor?.

Aynen devam...

Kim kimdir?

Ne nedir?

Tarihimizle, kültürümüzle, dinimizle, şeref ve haysiyetimizle niye oynandı ve kimlere feda edildi?

Niçin feda edildi?

İşte tüm bunların sorgulanması gerekir..

Üzerinde durmamızın zamanı gelmiştir, hatta geçmiştir bile.

Kimin gerçek yüzü nerede kendini gösteriyor, öğrenmemiz lazım?.

Zira bu memleket çok büyük zarar görmüştür.

Bu ülke insanı kültüründen mahrum bırakıldı..

Çok fırsatlar kaçırdı..

Onun için artık yeter denilmeli..

Daha fazlası fırsatları kaçırmaya ne zamanı var, ne de bir lüksü var...

Eğer erken davranmazsak, yakın tarihimizdeki gerçeklerin ne kadar kirlendiğini öğrenmezsek, o zaman daha da çok kirli olayların içerisinde debelenip duracağız...

Nice tehlikelerin kapımızın önünde üreyebileceğini unutmayalım.

* * *

Şimdi bakıyoruz ki tüm ülke insanımızın bel bağladığı Adalet Sistemi, hukuk, demokrasi, insan temel hak ve özgürlüğünün her alanda sağlanmasının tek garantörüdür...

Eğer insan temel hak ve özgürlükleri bir ülkede herhangi bir gerçeğe dayanmıyorsa…

Adalete, hukuka ve hürriyete dayalı bir sistem yoksa…

O memleket gerçekten batmaya ve yok olmaya mahkûmdur.

Tarihi kirlenmişliğini ve kirliliğini paspaslamakla temizlenmez.

İllaki iz bırakır.

Gençlik, sonradan gerçeklerin farkına varıp, öğrenir..

O zaman da “iş işten geçmiş olur?”..

Gençlik, geçmişine “lanet” getirir..

Ve der ki;

Eeyyy tarihini, kültürünü ihmal eden ecdatlarımız!...

Siz hiç mi Allah’tan korkmadınız, bize bu gerçekleri öğretmediniz?

Kirli ve fesat insanları “berrak, nurlu ve adaletli” olarak, bizleri gösterip, morfinlediniz?..

Siz..

Tarihini..

İnancını..

Kültürünü..

Medeniyetini “inkar” eden ecdatlarsınız bizler için!..”

Evet, bunları haykırarak, demez mi?..

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Üç günden beri devletin “Harf İnkılâbı” denilen “harf değişimini” konuşuyoruz..

Kur’an harfleri, neden Latin harfleriyle değiştirildi?...

Şuna inanıyorum ki..

O gün, milleti yönetenlerin gerçek kimliklerini ve kimin nam-ı hesabına çalıştıklarını öğrenmek isteyen bir gençlik, elbette ki ortaya çıkacaktır..

Ve sorgulayacaktır..

***

Bugün değil, yıllar yılıdır ifade ediyoruz gerek yasama, gerek yürütme ve gerekse yargı alanlarında çok büyük boşluklar var...

Yüksek derecede, güvensizlik söz konusu..

Çünkü, ülkenin ve milletin “milli ruhuna” hitap etmiyor..

Özellikle yargıda çok büyük ve çelişkili yargılama şekli var.

Bir çok karar, hiçbir yargılama şekli, birbirine uymadığı gibi çok büyük haklar da kaybolur.

Hiç kuşkusuz ki, adaletin gerçekleştirilmediği bir yerde zulmün geleceği ve yaşayacağı kaçınılmazdır.

Tüm bu antidemokratik yanlış felsefe ve uygulama, devleti nereye götürür acaba diye düşünmemek mümkün değildir.

Bu yakın tarihimizdeki başımıza gelenlerin başını çeken “Harf İnkılâbıdır.”

Milli eğitim müfredatının değiştirilmesidir.

Halkla devletin bir türlü bir araya gelip, kurulan cumhuriyeti kucaklamamış halidir..

Zira cumhuriyet mefhumu öyle bir hal aldı ki cumhuriyet kavramından başka çok değişik ve bulaşık anlamlara çevrildi.

Neden mi?

Zira cumhuriyet faziletken, bir milletin izzet ve şerefiyken, tam tersine sadece CHP’nin patentiyle yaşatılan bir cumhuriyet haline geldi?...

Ki cumhurun hiçbir zaman rıza göstermediği bir cumhuriyetle karşı karşıya gelindi.

Ve ne oldu?

Her şey tersyüz edildi.

1970’li yıllarda Ecevit’in Başbakanlığı döneminde iş ve işçi potansiyelinden faydalanmak için, oy almak için bir “iş yasası” çıkardılar.

Ve o dönem Kemal Kılıçdaroğlu SSK Genel Müdürüydü.

İşlemediği halt yok...

Ki bugüne kadar yasalar adı altında büyük rezaletler, mezalimler, sebepsiz yere birilerini zenginleştirme hali, herkesin malumudur...

Bugünkü halkın çözüp de içinden çıkamadığı iş mahkemeleridir...

İş çevreleridir ve iş kanunudur.

* * *

İnanın, sevgili dostlar.

Mevcut iş yasaları paralelindeki yapılan yargılamalar, tümüyle antidemokratik, hukuk dışı, sebepsiz yere birilerini zenginleştirme aracı haline gelmiştir.

O kadar hukuksuzluk, antidemokratik uygulamalar yaşanıyor ki resmi evrakla kanıtlanmış davanın bile kaybedilmesi için, ellerinden geleni yapıyorlar.

Bu da yargılamayı yansız bir yargılama olmaktan çıkarıyor..

Adeta davacı avukatlarla işbirliği içinde olup istihdam sahiplerini danışıklı dövüş olarak illaki cezalandırmaya çalışıyorlar...

İş insanın parasını alıp sebepsiz yere işçi geçinen, çapulcu, yan kesici insanları  zengin etme çabası içerisindedirler.

Oysaki müdellel (kanıtlanmış) bir dava, hâkimin takdirine bağlı olmadığı halde bile müspet delilleri kıytırık yalancı tanıkların beyanlarıyla o gerçeği çürütüp dosyayı yoz bir anlayışla karara bağlıyorlar.

Ki o kararlar tamamıyla antidemokratik olup, mezalim yağdırmaktan başka bir mana içermiyor...

En derin saygı ve sevgilerimle…